Habertürk yazarı Nagehan Alçı, sekiz insan hakları aktivistinin tutuklanması ile sona eren "Büyükada" toplantısı ile ilgili olarak Uluslararası Af Örgütü Basın Sorumlusu Özgün Özçer ve Kampanyalar Direktörü Ruhat Sena Akşener'le konuştu.
İki isme "Büyükada’daki toplantıya katılanların bir Türkiye haritası üzerinde çalıştıkları ve bu harita üzerinden Türkiye’yi bölme planları yaptıkları" iddiasının ileri sürüldüğünü hatırlatan Alçı, aldığı yanıtı şöyle aktardı:
“Nedir bu?' diye sormakta haklısınız; çünkü pek bir şey anlaşılmıyor. Bu tip toplantılarda hisleri ve düşünceleri çizerek anlatmak çok yaygındır. Burada da gelişigüzel bir Türkiye haritası çizilmiş, sonra da katılımcılar söz aldıkça haritaya bir şeyler eklemişler. Herkes kendi penceresinden gördüğü sorunları ya da o an aklına takılan şeyi çizmiş. Örneğin, mülteci sorunu nedeniyle Trakya’da teller var, HES’ler nedeniyle Karadeniz’de onları temsil eden bir çizim... En trajikomiği ise bir uçak. Katılımcılardan Diyarbakırlı Şehmus Özbekli bu toplantıya gelmek için hayatında ilk kez uçağa binmiş meğer. Aklında o uçuş var. Haritaya da uçak çizmiş"
Nagehan Alçı'nın "Büyükada’da ne oldu?" başlığıyla yayımlanan (16 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Gizli bir toplantı yaptıkları, terör örgütlerine yardım ettikleri, Türkiye’de kaos çıkarmak ve ülkeyi bölmek hesapları içinde oldukları gerekçesiyle 5 Temmuz’da Büyükada’da gözaltına alınan insan hakları savunucularının 8’i hapiste. Aradan bir buçuk aya yakın zaman geçti. Bu süre zarfında o toplantı ve katılımcılarla ilgili birçok iddia atıldı ortaya. Hatta haritalar ve telefon mesajları gazetelerde yer aldı. Ama ikna olmadığım ve bu insanların nasıl ve hangi terör örgütüyle bağdaştırıldıklarını anlamlandıramadığım birçok nokta o günden beri aklımı kemiriyor. Evet, tutuklamalara basından itiraz eden sesler çıktı, ama bu sesler gazeteciler için çıkan seslere kıyasla çok cılız. Ne de olsa insan hakları savunucularının medyada pek dostu, yakını yok. Ve Türkiye’de prensipten ziyade aşinalık üzerine yürüyor işler...
Uluslararası Af Örgütü’nü yıllardır takip ederim. 56 yıldır dünyanın her yerinde temel yaşam hakkını savunur, cezaevlerindeki koşullar için mücadele eder, mağdurların yanında olur. Yassıada’daki adına mahkeme demeye dilimin varmadığı utanç tiyatrosunda yargılanırken Celal Bayar’a destek çıkmış, hatta Bayar’dan teşekkür mektubu almış, bir şiir okudu diye ifade özgürlüğü ayaklar altına alınıp Pınarhisar Cezaevi’ne götürülen Tayyip Erdoğan’ın özgürlüğü için mücadele etmiş bir örgütten bahsediyoruz...
5 Temmuz’da gözaltına alınıp tutuklananlar arasında bu örgütün Türkiye Şubesi Direktörü İdil Eser’in de olması bu operasyonla ilgili sorularımı artırıyor açıkçası. O nedenle örgütün basın sorumlusu Özgün Özçer ve kampanyalar direktörü Ruhat Sena Akşener ile pazartesi bir araya geldim ve onlara basında çıkan her suçlamayı sordum. Çok daha fazlasını anlattılar...
Büyükada’daki toplantıya katılanların bir Türkiye haritası üzerinde çalıştıkları ve bu harita üzerinden Türkiye’yi bölme planları yaptıkları söylendi. Esasen bahsi geçen iki harita vardı. Biri toplantıda kullanılan, diğeri ise tutuklananlar arasında olan Ali Gharavi’nin çantasından çıkan. Toplantıda ortada olan harita üstte.
“Nedir bu?” diye sormakta haklısınız; çünkü pek bir şey anlaşılmıyor. Bu tip toplantılarda hisleri ve düşünceleri çizerek anlatmak çok yaygındır. Burada da gelişigüzel bir Türkiye haritası çizilmiş, sonra da katılımcılar söz aldıkça haritaya bir şeyler eklemişler. Herkes kendi penceresinden gördüğü sorunları ya da o an aklına takılan şeyi çizmiş. Örneğin, mülteci sorunu nedeniyle Trakya’da teller var, HES’ler nedeniyle Karadeniz’de onları temsil eden bir çizim... En trajikomiği ise bir uçak. Katılımcılardan Diyarbakırlı Şehmus Özbekli bu toplantıya gelmek için hayatında ilk kez uçağa binmiş meğer. Aklında o uçuş var. Haritaya da uçak çizmiş... Ali Gharavi’den çıkan harita daha önce anlatıldı ama bilgi kirliliği öyle çok ki tekrarlayalım: Bu Türkiye’yi bölme haritası değil; çünkü zaten siyasi bir harita değil! Üzerinde farklı renklerin olduğu, Türkiye’yi, Körfez bölgesini, Ortadoğu’yu gösteren harita, bir dil haritası. Zaten “İşte bu harita” diye yayınlanırken de herhalde dikkatli bakılsa görülürdü, üzerinde dil ve lehçe adları var.
Büyükada’daki toplantı aylar öncesinden kararlaştırılan, daha çok hak savunucularının sorunlarına yönelik bir toplantı imiş. Büyükada’nın seçilmesi de yazın vakit bulunca arada denize girer, serinleriz, diye düşündüklerindenmiş. Önce Şile demişler, sonra da İstanbul dışındakilerin ulaşması zor olur diye Büyükada’ya karar vermişler.
ÖTE yandan yöneltilen başka suçlamalar da var sanıklara. Örneğin, İdil Eser’in telefonundan çıkan bir PKK’lı mesajı... Af Örgütü temsilcilerine bu mesajı sordum. Söyledikleri şu: “Bizim internet sitemize her gün onlarca mesaj gelir. İçlerinde psikolojik sorunları olanlar da yoğun bir şekilde var. Biz bunlar için hangilerine cevap verileceği, hangilerinin ciddiye alınacağı vs. ile ilgili bir birim oluşturduk. O mesaj ‘Ben PKK’da doktorum’ diye başlayan ve şizofrenik olduğuna kanaat getirdiğimiz bir mesajdı. İlgili birimdeki arkadaşımız, İdil’e ‘Bunu ne yapalım?’ diye sormak için caps’ini alıp mesaj atmış, o da ‘Cevap vermeyelim’ demiş, zaten cevap olmadığı görülüyor. Hikâye bu.”
Esasen Uluslararası Af Örgütü, haziranda da gündeme geldi; çünkü İzmir’de FETÖ’ye yönelik yapılan bir operasyonda tutuklanan avukatların arasında örgütün Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç da vardı. Kılıç’ın telefonunda ByLock olduğu ileri sürülüyor ki bence bütün bu kakofonide en çok ciddiye alınması gereken nokta bu.
Örgütün basın sorumlusu Özçer ve kampanya direktörü Akşener’in söylediğine göre bu imkânsız. “Kesinlikle ByLock olmadığını kanıtlayacağız. Biz Taner’den eminiz. Dindar, Mazlum-Der kökenli idealist bir avukattır, Gülenistlerle eskiden beri arası iyi olmadı”diyorlar.
ByLock meselesi önemli; çünkü MİT’in hazırladığı listeler programın indirildiği ve en az 3 kez aktive edildiği telefon numaralarının yer aldığı listeler. Basına sık sık “ablasının, eniştesinin kullandığı” gibi şeyler yansısa da bu tip mağduriyetler, yüklenmiş ve aktive olmuş ByLock’un varlığını yok etmiyor. Öte yandan ortada bir iddianame yok, yani belki de ByLock iddiası doğru değil, bunu kesin bir şekilde bilemeyiz. Yalnız öğrendiğim en ilginç şey şu: Taner Kılıç, FETÖ medyasının önemli isimlerinden Mehmet Kamış’ın eniştesiymiş. Ancak Fethullah Gülen’e de, onun parçası olmaya da açıkça karşı çıkarmış. Acaba aile mensubiyeti nedeniyle otomatik olarak bir yakıştırma mı yapılıyor, yoksa söylenenler doğru mu? Bu konuda daha fazla yazacak bilgim yok, ama bir an önce meselenin açıklığa kavuşması şart.
Gelelim tutuklu bulunanlarla ilgili hikâyelere...
İdil Eser, Özlem Dalkıran ve Nalan Erkem, 3’er kişilik koğuşlarda ayrı ayrı kalıyorlarmış. Malum OHAL nedeniyle yalnızca 1. derece yakınlarla görüşme izni var. İdil Eser’in ise 1. derece yakını yokmuş. Ne eş, ne anne, ne baba, ne çocuk... O nedenle avukatı dışında hiç kimseyle görüşemiyor. Düşünsenize, bir toplantıdan apar topar götürülüyor ve adeta sessizliğe mahkûm ediliyor. En azından arkadaşları Özlem Dalkıran, İlknur Üstün ve Nalan Erkem’le aynı koğuşta olması çok daha iyi olmaz mı?
Büyükada’da gözaltına alındıklarından 8 gün sonra polis evlerine baskın yaptı. Neler götürdü biliyor musunuz? Mesela Özlem Dalkıran’ın evinden her kitapçıda bulunan kitaplar... Mesela İdil Eser’in Game of Thrones CD’leri... İdil Hanım bu diziye tutkunmuş, avukatına da her görüşmede önce Game of Thrones’ta ne olduğunu soruyormuş... Güler misin, ağlar mısın?
Tutuklu bulunan 8 kişi içinde bir tek BM’de görevli Veli Acu tecritteymiş. Üstelik çok konuşkan biriymiş. En azından tecritten çıkarsalar...
Aklıma takılan bir soru da şu: Bu insanlar, isimleri açıklanmayan 3 ayrı terör örgütüne yardım etmekle suçlanıyorlar. Peki terör şüphelisi olarak gözaltına almak için neden terörle mücadele ekipleri değil de Adalar polisi gidiyor? Bu sorunun cevabını henüz bulamadım...