"İnsan Hakları Anıtı'nın önünde, yine açlıkla sınanıyor bedenler; insanlar sadece haklarını savunabilmek istiyor"

"İnsan Hakları Anıtı'nın önünde, yine açlıkla sınanıyor bedenler; insanlar sadece haklarını savunabilmek istiyor"

Milliyet yazarı Gökçer Tahincioğlu, tam 25 gündür süresiz ve dönüşümsüz açlık grevinde bulunan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hakkında "Şimdilerde, Yüksel Caddesi’nde, çiçeğe durmuş, tomurcuklanmış ağaçların altında, İnsan Hakları Anıtı’nın önünde, çiçekler arasında yine açlıkla sınanıyor insan bedenleri" görüşünü dile getirdi. Tahincioğlu, açlık grevine girenlerin KHK ile ihraç edilmeleriyle ilgili olarak "Tam 145 gündür İnsan Hakları Anıtı’nın önüne gelen, "İşimi geri istiyorum" pankartıyla sessizce duran insanlar, defalarca gözaltına alınmalarına, soruşturulmalarına, nezarethanelerde sabahlamalarına rağmen eylemlerinden vazgeçmiyor" diye yazdı.

Gökçer Tahincioğlu'nun Milliyet gazetesinin bugünkü (2 Nisan 2017) nüshasında yayımlanan 'Yüksel’deki çiçekli anıt' başlıklı yazısı şöyle 

Ulucanlar Cezaevi’ne düzenlenen, 10 mahkûmun yaşamını yitirdiği, Burdur Cezaevi’ne düzenlenen, Veli Saçılık’ın kolunu kepçe darbesiyle kaybettiği operasyonlardan bir süre sonraydı.

2000 yılının en sıcak günlerinde, cezaevlerinde F tipi cezaevlerinin açılmasını engellemek için açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri başlatıldı.

Aracılar, Adalet Bakanlığı’na ve mahkûmlara sesleniyor, insan hakları savunucuları eylemlerin sonlandırılmasını istiyor, aileler cezaevlerinin önünde sabahlıyorlardı.

Bakanlığın kurduğu heyetler cezaevlerine gidip gelirken, bir yandan sonradan isminin “Tufan” olduğu açığa çıkan, kimseyi yaşama döndüremeyen Hayata Dönüş’ün planlandığını da kimse bilmiyordu elbette.

19 Aralık 2000’de tam çözüm umutları doğmuşken, bir sabah 20 cezaevinde eş zamanlı operasyonlar başlatıldı.

“Tufan”ın bedeli ağırdı.

Ancak asıl bilanço yıllar sonra ortaya çıktı.

Bakanlığın, “Birbirlerini yakıp öldürdüler” dediği mahkûmlar, Adli Tıp Raporu’na göre, çatılardan açılan deliklerden yüzlercesi atılan gaz bombalarının ve yakıcı maddelerin etkisiyle yaşamlarını kaybetmişti.

Ölen iki asker, cezaevinden açılan ateşle değil, "dışarıdan içeriye, yüksek enerjili bir silahla" vurularak yaşamını yitirmişti.

Ancak hırs ve öfke bitmedi.

Açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin gerçek olmadığı, mahkûmların vitamin aldığı, yemek yediği haberleri geldi.

Bu haberlerin yanlışlığı ise acı biçimde anlaşılabildi.

2007’ye kadar süren eylemlerde, Tufan operasyonunda ölenlerle birlikte 132 kişi yaşamını yitirdi.

Hastalıktan zerre haberi olmayanların, "Yürüyorlar, halay bile çekiyorlar" dediği Wernicke Korsakoff’a yakalananlar, sinir sistemleri çökmüş, hafızaları tükenmiş, çocuğa dönmüş biçimde yıllardır yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

***

Açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin, eylem biçimini benimseyin ya da benimsemeyin, isterseniz yapanlardan ve eylem biçiminden nefret edin, şakaya gelir tarafının olmadığı acı biçimde anlaşıldı.

Ve şimdilerde, Yüksel Caddesi’nde, çiçeğe durmuş, tomurcuklanmış ağaçların altında, İnsan Hakları Anıtı’nın önünde, çiçekler arasında yine açlıkla sınanıyor insan bedenleri.

Tam 145 gündür İnsan Hakları Anıtı’nın önüne gelen, "İşimi geri istiyorum" pankartıyla sessizce duran insanlar, defalarca gözaltına alınmalarına, soruşturulmalarına, nezarethanelerde sabahlamalarına rağmen eylemlerinden vazgeçmiyor.

Onlardan biri sorgusuz sualsiz, hakkında hiçbir soruşturma olmadan memuriyetten atılan, cezaevinde kolunu kepçe darbesiyle kaybettikten sonra yaşama sıkı sıkıya tutunup, beraat edip, üniversiteyi bitirip memur olmaya hak kazanan ve sürekli takdirle yaşamını sürdürürken bir anda işsiz kalan Veli Saçılık.

Onlardan biri kalp hastası olmasına rağmen, “Öğrencilerimi geri istiyorum” diye sokağa çıkmaktan vazgeçmeyen öğretmen Acun Karadağ.

Biri ÖYP’li akademisyen Nuriye Gülmen.

Biri, eşiyle birlikte öğretmenlikten ihraç edilen, çalıştığı bölgede, “himmet” ödeyenler mesleğini sürdürürken, sakıncalı bulunup meslekten atılan Semih Özakça.

Gülmen ve Özakça, tam 25 gündür süresiz ve dönüşümsüz açlık grevinde.

Gözaltına alınmalarına, günlerce nezarethanede bırakılmalarına rağmen vazgeçmedikleri eylemlerinde sağlıkları için tehlikeli bir aşamaya doğru gidiyorlar.

***

Çalınmış sınav sorularıyla işe girenler, himmet ödeyerek bir örgüte hizmet edenler, darbecilerle bir tutulup, kaşının üzerinde gözün var denilerek kamudan ihraç edilenlerin hak arama mekanizmaları hâlâ yok.

OHAL İnceleme Komisyonu, KHK’yla düzenlenen süreler aşılmasına rağmen hâlâ kurulmadı.

Yargı yolları kapalı.

Anayasa Mahkemesi, her zamanki gibi topu üzerinden attı.

“Haklıyım ve mutlaka bunu kanıtlayacağım” diyebilen insanların başvurabilecekleri bir mecra hâlâ yok.

***

Bir açlık haberi de cezaevlerinden geliyor.

Görüşmeci engelleri, mektup kısıtlamaları başta olmak üzere hak ihlali iddiaları nedeniyle cezaevlerinde başlatılan açlık grevleri kritik aşamalara yaklaşıyor.

Şakran Cezaevi’nde eylemin 47., Sincan’da 38., Menemen’de 27., Van’da 26. gününe girildi.

İnsanlar, diyalog kurulmasını, yasal hakların kullandırılmasını, kullandırılmayan haklarla ilgili en azından konuşulmasını bekliyor.

***

Uzun yıllardan beri biliyoruz ki söz bir tarafa bırakıldığında gelen haberler hiç iyi olmuyor.

İnsanlar sadece dikkate alınmak, haklarını savunabilmek ve anlaşılmayı bekliyor.