T24 Haber Merkezi
İnsan hakları hukukçusu kadınlar, Dr. Cavidan Soykan'ın hukukçu Kerem Altıparmak’ın ‘psikolojik tacizine uğradığını’ öne sürmesinin ardından yaptıkları açıklamada, "'Kadının beyanı esastır' ilkesinin yerini 'kadının beyanı sorgulansın' pratiğinin alışını hayretle gözlemliyoruz. Kadının 'bana şiddet uygulandı' beyanının sürüncemede kalması pek çok kadını yalnızlaştırıp sindirebileceğinden ve maruz kaldıkları psikolojik şiddete sessiz kalınıp, onların da 'failleştirilme' endişesini tetikleyebileceğinden, İstanbul Sözleşmesi’nin esaslarına uygun bir sürecin tarafsız ve eşitlikçi bir biçimde ele alınmasından başka bir yolumuz olmadığının altını çiziyoruz" dedi. Açıklamada, Altıparmak'ın üyesi veya yöneticisi olduğu kurumlar tarafından da soruşturulması talep edildi.
111 insan hakları hukukçusu kadın, İhraç akademisyen Dr. Cavidan Soykan'ın bir dönem Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi’nde birlikte çalıştığı, insan hakları hukukçusu Dr. Kerem Altıparmak’ı ‘mobbing ve psikolojik taciz’le suçlamasının ardından yazılı bir açıklama yaptı.
Açıklamada, Soykan'ın"psikolojik şiddeti ifşasının ardından yaşananların ve esas olarak da sessizliğin kaygıyla izlendiği" belirtildi.
Açıklamada, 'Kadının beyanı esastır' ilkesi ile İstanbul Sözleşmesi’nden ileri gelen koruma yükümlüğü hatırlatıldı ve "Kerem Altıparmak’ın üyesi veya yöneticisi olduğu kurumların, vakit kaybetmeden bağımsız, tarafsız ve etkili bir soruşturma süreci başlatmasını; ilişkilerin askıya alınması da dahil olmak üzere beyanda bulunan Cavidan Soykan’ı koruyacak gerekli önlemlerin re’sen almasını ve devamında etkili soruşturma başlatılmasını beklediğimiz kurumlardan acilen, konuya ilişkin yönerge/rehber hazırlanmasını talep ediyoruz" denildi.
Açıklamanın tamamı şöyle:
"İnsan hakları ve özel olarak da mülteci hukuku alanında çalışan Dr. Cavidan Soykan’ın üniversitede Dr. Kerem Altıparmak’ın asistanı ve meslektaşı olarak çalıştığı dönemde maruz kaldığını iddia ettiği kadına yönelik erkek şiddetinin bir türü olan psikolojik şiddeti ifşasının ardından yaşananları ve esas olarak da sessizliği, insan hakları alanında çalışan kadınlar olarak kaygıyla izliyoruz.
Birkaç noktanın altını çizmek isteriz:
Akademide yaygın eril şiddetin, kendisinin ivedilikle incelenmesini gerekli buluyoruz.
Şiddete maruz kaldığı beyanında bulunan kadının 'failleştirme'ye çalışıldığını görüp, şiddet uyguladığı iddia edilen Altıparmak’ın, 'insan hakları alanında çalışan bir erkek' olarak, sürecin öznesi olmayan kişi ve kurumlarca soruşturulmaktan uzak tutulma çabasına yönelik destek açıklamalarını okuyoruz. Sorgu sandalyesine önce kadını oturtan 'sen biraz hassas olabilir misin?', 'sana öyle gelmiş olmasın?', 'bunu neden sadece sana yapsın ki?' vb açıklamaları; hukukçu, kadın ve insan hakları savunucusu kimliklerimizle kabul etmemiz olanaksız.
Kimi zaman toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu, kimi zamansa hiyerarşik iktidar yapıları nedeniyle işyerinde psikolojik şiddete maruz kalan kişilerin yaşadıkları travmayı küçümseyen, bu tip travmaların gündeme getirilmesini değersiz bulan yaklaşımların da, 'mobbing' kadar ve belki de, daha da güçlü psikolojik, ekonomik ve sosyal yıkımlara sebep olabilen insan hakları ihlalleri doğurduğunu biliyoruz.
'Kadının beyanı esastır' ilkesinin yerini 'kadının beyanı sorgulansın' pratiğinin alışını hayretle gözlemliyoruz. Eleştirdiğimiz, 'erkek adalet' odaklı yargı mekanizması, insan haklarını savunan kişilerce işletiliyor. Mahkemelerin dışında kalan tartışma süreçlerimizde 'erkek adalet' geleneğini yeniden üreten yorumları tehlikeli buluyoruz. Kadına yönelik erkek şiddetinde, erkeği aklayan ve kadını 'deli', 'sorunlu', 'sorun çıkartan', 'durmadan konuşan', 'her şeye itiraz eden' sözleriyle yaftalamanın eşitlik ilkesine olan yıkıcı etkisini, bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Şiddet, hangi erkek tarafından uygulanırsa uygulansın, karşısındayız.
Kendisini; 'onurlu', 'çalışkan', 'üretken', 'sabırlı', 'itibarlı' ve benzeri sıfatlarla nitelendiren erkeklere, bu sıfatlarına dayalı güvenceler tanıyarak, neredeyse otomatik biçimde 'o yapmaz', 'yanlış anlaşılmıştır', 'abartılmıştır' gibi ifadelerle destek verilmesinin, esas olarak şiddete uğrayanı suçlulaştırdığını biliyoruz. Tanıği olduğumuz bu toplumsal yargılara; yazarak, konuşarak, avukatlık yaparak, örgütlenerek karşı çıkıyoruz.
İnsan hakları alanındaki çalışma koşulları, dikensiz gül bahçesi değildir. Bizler bu alanda avukat, akademisyen, insan hakları örgütlerinde çalışan ve kadının insan haklarına dair teoride öğrendikleriyle tutarlı davranabilmeyi yaşam biçimi kabul etmiş kadınlar olarak, erkek akademisyen ya da hukukçuların da psikolojik şiddettin uygulayıcısı olabildiklerinin, uzmanlaştıkları hakları çekinmeden ihlal ettiklerinin bilinmesini isteriz.
Kendisine psikolojik şiddet uygulandığını beyan eden Cavidan Soykan’ın beyanını, 'kol kırılır yen içinde kalır' diyenlerin aksine, 'bağır herkes duysun' diyerek duyuruyoruz.
Hak savunuculuğu alanında çalışan, savunma yapan, araştıran, tartışan, deneyimini birbirine aktaran kadınlar olarak var olmak demek bizce; akademik veya mesleki toplantılara erkeklerle eşit katılımı, eşit söz hakkı almayı, birikim ve emeklerimizin eşit düzeyde maddi ve sosyal karşılığını alabilmeyi, özetle 'kabul edilme' mücadelesini de içerir.
Hiçbir kadın desteklenmek için 'mükemmel mağdur' olmak zorunda değildir. Şiddete uğradığımızı beyan edince, 'neden bu kadar bekledin?' diye soranlardan, mükemmel mağdur olmadığımız için özür dilemiyoruz.
Erkeğin sosyal statü ve sermayesi ile akademik kimliğinin şıklığı üzerinden şiddetin kabul edilmezliği ilkesine muhalefet şerhi düşülemez. Bu bizi istisnalar tanıyarak konuyu tartışmaktan alıkoyar ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığı noktasına geri götürür. Bu gerilemeyi özellikle şu içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde yaşamak ve yaşatmak istemiyoruz.
İnsan hakları mücadelesi, aynı zamanda herkesin eleştirilebilir olması; imtiyazlara ve kişisel kazançlara karşı, ilkesel kazanımların her ne pahasına olursa olsun savunulması mücadelesidir.
İşte bu gerekçelerle: öncelikle bir kadının şiddet iddiasının karşısındaki 'onurlu erkek' savunmasını; 'bunca zaman neden susmuş?' savunmasını; 'delili var mıymış?' sorusunu kabul etmiyoruz.
Bir insan hakları hukukçusu mobbingin en geniş 'görünmez' şiddet biçimlerinden biri olduğunu aklından asla çıkarmamalıdır. Bir kişinin emeğinin görünmez kılınması, ona sürekli olarak kendisini yetersiz ve değersiz hissettirmek, itibarsızlaştırmak, iş ahlakına aykırı biçimde kişinin görev alanına, iş yaptığı kişilerle kurduğu iletişime müdahale etmek, elindeki işleri tekeline almak bunun somut örneklerinden yalnızca bazılarıdır.
Her zaman bedende görünür izleri olmayan ve bu anlamda teşhisi çok daha zor olan mobbingin, bu 'görünmez'liğini yokluğuna karine kabul etmek, kadının insan hakları alanında çalışan hiç kimse için, hukuki, ahlaki ya da meşru değildir.
Bizler aşağıda imzası olan insan hakları hukukçusu kadınlar olarak;
Bu metni paylaşıma açarak dileğimiz; Cavidan Soykan’ın olduğu gibi, başkaca şiddet hikâyelerinin de üstündeki örtüyü kaldırmak, süregelen sessizliğini bozmak, başka mağdurların da yüreğine cesaret olabilmek, bu metni okumakla bile tetiklenen travmalarını paylaşacak yeni bir zemin yaratmak ve o zeminde birlikte durabilmektir."
Açıklamada imzası olan insan hakları hukukçusu kadınların isimleri şöyle: