Son yıllarda hile konusundaki araştırmalar pek de iyi sonuç vermiyordu. Eski girişimlerin çoğu, yalan söyleyen kişinin niyetini okumak amacıyla vücut diline yönelmişti: yüz kızarması, gergin bir gülüş, göz kaçırma vb.
BBC Türkçe'de yer alan habere göre, bunlara verilen en bildik örnek eski ABD başkanı Bill Clinton’un Monica Lewinsky ile ilişkisini gizlerken parmağıyla burnuna dokunmasıdır. Bu, Clinton’un yalan söylediğinin bariz belirtisi olarak algılanmıştı.
ABD’deki Alabama Üniversitesi’nden Timothy Levine yalan söylemenin heyecan, suçluluk gibi bazı güçlü duyguları provoke ettiğini ve bu duygulara gem vurmanın zor olduğunu söylüyor. Levine, yüzümüzün hiçbir şey ele vermediğini düşündüğümüz zamanlarda bile irademiz dışında gelişen bazı “mikro ifadelerin” bizi ele verdiğini iddia ediyor.
Psikologlar bu konuya eğildikçe, insan davranışının çok çeşitli olduğunu ve her konuda başvurulabilecek standart ipuçlarını tanımlamanın ne kadar zor olduğunu fark etti. Tanıdığınız insanların bir tikini gözlemleyip ne zaman yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirsiniz. Fakat başkaları farklı bir davranış sergileyebilir. Bu nedenle uzmanlar evrensel bir vücut dili sözlüğünün olmadığını söylüyor.
2012’deki Londra Olimpiyatları’nda güvenlik sistemleri üzerine çalışma yapan Sussex Üniversitesi’nden Thomas Ormerod, görevlilerin “şüpheli davranışları” gözlemlemek üzere eğitildiğini ve bu sistemin bazı etnik gruplara karşı önyargılı davranışa yatkınlık sorununu içerdiğini belirtiyor.
Mevcut yöntemin hile tespitini engellediğini ifade eden Ormerod, çözüm olarak basit bir yöntem değişikliği öneriyor: Hile ve yalanı tespit etmek için davranıştan ziyade insanların seçtiği kelimelere dikkat etmek, sorulan sorulara verilen cevapları değerlendirmek.
Bu soruları sorma tarzına ilişkin geliştirdikleri yöntemler şöyle sıralanıyor:
Ucu açık sorular sormak: Böylece yalan söyleyen kişinin ayrıntılara girmesini sağlayarak söylediği yalanlar zincirine sıkışması sağlanabilir.
Sürpriz unsuru katmak: Kafa karıştıracak türden beklenmedik sorular sorarak ya da bir olayı sondan başa doğru anlatmasını isteyerek yalan söyleyen kişinin çabası 'zihinsel yüklenme' yöntemiyle zorlanabilir.
Doğrulanabilir küçük detaylar aramak: Örneğin biri Oxford Üniversitesi’ne gittiğini söylüyorsa, ona oraya nasıl yolculuk yaptığı sorulabilir. Cevapta çelişki bulunduğunda bu dile getirilmeyerek yalan söyleyen kişinin daha büyük bir özgüvenle yalanlarını daha fazla açık etmesi sağlanabilir.
Özgüven değişimini gözlemek: Zor sorularla karşılaştıklarında potansiyel yalancıların nasıl taktik değiştirdiklerine bakılabilir. Konuşmanın gidişatını kendilerinin belirlediğini düşündüklerinde laf ebesi olan yalancılar kontrolü kaybettiklerini gördüklerinde daha ağzı sıkı davranabilirler.
Burada amaç sıkı bir sorgulamadan ziyade sohbet tarzı rahat bir konuşma şeklindedir. Bu hafif baskı altında yalancılar kendi anlattıkları hikayeyle çelişebilir ya da sorulara kaçamak cevap vererek kendilerini ele verebilir.
Ormerod’un yöntemi havaalanlarında yolcularla denendiğinde ne kadar işe yaradığı görüldü. Gerçeğine yakın bilet ve pasaportlarla ziyaret eden sahte yolcular hazırlanarak Avrupa çapında çeşitli havaalanlarına gönderildi. Ormerod’un “zihinsel yüklenme” yöntemiyle hazırlanan görevliler bu sahte yolcuları belirleme konusunda 20 kat daha başarı gösterip onların yüzde 70’ini tespit etmişti.
Kendisi bu araştırma içinde yer almayan Levine de gerçek bir ortamda yürütüldüğü için bu çalışmayı oldukça başarılı buluyor.
Ormerod gibi Levine de zekice yapılan mülakat tarzı görüşmelerin yalancının hikayesinde çelişki bulma bakımından vücut dilinden çok daha başarılı olduğuna inanıyor. Levine’nin kendi deneyleri de oldukça iyi sonuçlar verdi. Doğru cevap başına 5 dolar ödül içeren üniversiteliler arası bir yarışta, katılımcılardan habersiz olarak her ekibe yerleştirilen bir aktör, modreatörün odadan çıktığı bir anda masadaki cevaplara bakmaları için ekiplerini ikna etmeye çalışmış ve bazı öğrenciler bunu kabul etmişti.
Daha sonra gerçek federal ajanlar öğrencileri hileye başvurup vurmadıkları konusunda sorguya çekti. Vücut diline bakmaksızın, sadece taktik sorular sorarak yüzde 90 doğruluk payıyla yalan söyleyenler tespit edildi. Çoğu zaman öğrencilerin hileyi kabul etmeleri sağlandı. Bunu yaparken ikna etme ustalığı kullanılmıştı. Mülakatçılar öğrenciye doğrudan ne kadar dürüst oldukları sorusunu soruyor, dürüst oldukları cevabını aldıklarında sonraki sorulara daha doğru cevap vermeleri sağlanıyordu.
Levine, “İnsanlar dürüst olduklarını düşünmek istiyor ve bu da onları işbirliğine girmeye zorluyor. Dürüst olmayanlar bile işbirliğine gidiyormuş gibi davranmakta zorlanıyor, kimin sahte davrandığını çoğu zaman rahatlıkla görüyorsunuz” diyor.
Bu tür teknikler elbette uzman dedektiflerce kullanılıyor. Ama vücut diline bugüne kadar fazlaca önem verildiği için, iknanın ne kadar güçlü bir yöntem olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Ormerod ve Levien kendi bulgularının başka alanlara da uygulanabilir olduğunu görmek için araştırmaların genişletilebileceği kanısında.
Bu teknikler başta hukuki alanlarda işe yarayacak olmasına rağmen, kimin yalan söyleyip söylemediğini belirlemek için herkesin kendi yaşamına uygulayabileceği türdendir. Ancak hemen sonuca varmamak gerekir. Birinin konuşurken heyecanlanması ya da önemli bir ayrıntıyı hatırlamaması suçlu ya da yalancı oldukları sonucunun çıkarılmasını gerektirmez. Daha genel tutarsızlıklara bakmak gerekir.
Yüzde yüz doğru sonuç veren bir yalan tespit yöntemi yoktur; fakat biraz taktik, zeka ve ikna yoluyla doğruların ortaya çıkmasını umut etmek mümkündür.