David Robson / BBC Future
Concretta Antico, öğrencilerini resim dersi için parka götürdüğünde onlara gördükleri renklerin tonları ve parıltılar konusunda bilgi veriyor, “Suyun üstündeki ışığa bakın; o kayanın üstündeki pembemsi parıltıyı, yaprağın kenarındaki kızıllığı görüyor musunuz?” gibi sorular soruyormuş. Öğrencilerin hepsi de kafa sallıyormuş. Antico, ancak yıllar sonra anlamış ki onların kafa sallaması kibarlıktanmış; kendisinin o kadar canlı gördüğü o renkleri aslında onlar görmüyormuş bile.
Antico, bugün bu semptoma tıpta “tetrakromasi” adı verildiğini biliyor. Göz retinasının gelişimini etkileyen bir gendeki değişim nedeniyle, Antico gibileri birçoğumuzun göremediği renkleri görüyor. Çakıl taşlarıyla döşeli bir patika bizim için gri bir çizgi gibi görünse de onlar bunu mücevher sergisi gibi görüyor. Antico, “Bu küçük taşlar turuncu, sarı, yeşil, mavi, pembe renkleriyle sanki üstüme atlıyor. Diğer insanların bunu görmediğini bilmek beni şoke etti” diyor.
Tetrakromatlar çok nadir görülüyor. Antico ressam olduğu için dünyayı hangi renklerde gördüğünü bize yansıtabiliyor. Antico üzerinde epey araştırma yapan California Üniversitesi’nden Kimberley Jameson, onun bize de kendisi gibi görme yollarını öğretebileceğine inanıyor.
Herkesin aynı renkleri görüp görmediği sorusu, felsefe ve bilim alanında uzun süredir devam eden bir tartışma. Eskiden büyük farklılıklar olmadığı görüşü yaygındı. Herkesin retinasında üç çeşit “koni hücresi” vardır ve bunların her biri farklı ışık bant aralığına karşı duyarlıdır. Bir nesnenin rengi bu sinyallerin özel kombinasyonuna bağlıdır ve duyarlılık kişiden kişiye değişse de ortalama olarak birinin gördüğü renk diğerininkiyle benzerlik gösterir. Renk körlerinin buna istisna teşkil ettiği düşünülürdü. Bu insanlarda konilerden biri hatalı olduğundan belli dalgalara karşı daha az duyarlılık ve örneğin kırmızı ve yeşili ayıramama durumu ortaya çıkar.
Fazladan bir koninin olması ise teorik olarak her rengi yüzlerce farklı tonda görmemizi sağlayabilir. Zebra ispinozu ve akvaryum balığında bunun olduğunu biliyoruz.
20 yıl önce İngiltere’nin Newcastle ve Cambridge üniversitelerinden araştırmacılar Gabriele Jordan ve John Mollon, bu durumun insanlar açısından da geçerli olabileceğini iddia etti. Buna göre, kırmızı ve yeşil koniler X kromozomunda bulunuyor. Kadınlarda iki X kromozomu olduğu için bu genin iki farklı versiyonunu taşıyor olabilirler; bu durumda dört koniye sahip “tetrakromat” olabilirler. Bu nedenle sadece kadınların bu özelliğe sahip olabileceği düşünülüyor, fakat erkeklerde olması ihtimali de tümüyle göz ardı edilemiyor.
Kadınların yüzde 12’sinin dört koniye sahip olduğu tahmin edilse de, 2010’a kadar onların dünyayı diğer insanlardan farklı gördüğü kanıtlanamamıştı. Jordan’ın deneylerinde, bir rengin normal bir gözün ayırt edemeyeceği kadar az fark gösteren tonlarını, tetrakromat bir kadın hiç tereddüt etmeden ayırabilmiş.
“İnsanüstü görme yeteneğine sahip” bu kadınların dünyayı nasıl gördüğüne dair fikir edinme olanağı Maureen Seaberg sayesinde mümkün olmuş. “Renkler konusunda insanlarla hiç anlaşamazdım” diyen New Yorklu gazeteci ve yazar Seaberg, bir radyoda konuyla ilgili dinlediği bir programın ardından genetik test yaptırmış. Başkalarına uyumlu görünen giysiler ona uyumsuz görünürmüş. Bir defasında evinde dekorasyon yaptırırken boyacıların getirdiği 32 örneği de reddetmiş, istediği tonda olmadığı için.
Antico’nun hikâyesi de benzer. Dünyayı hep başka insanlardan farklı gördüğünün farkındaymış. Ailesi de onun bu özelliğini görüp küçükken ona ileride ressam olabileceğini söylermiş. Bugün Antico’nun California’da kendi sanat galerisi var. Farklı renk tonlarıyla dolup taşan, normal bir gözün gördüğünden ötesini anlatan resimlerini sergiliyor.
Bu sergiyi gezen bir sanatsever bir gün, Antico’ya tetrakromasi üzerine araştırma yapan birilerini bulup kontrol olmasını önermiş. Yapılan genetik testler öngörüyü doğrulamış. Sonrasında ise Antico, Jameson’un da aralarında bulunduğu bir grup araştırmacıyla işbirliğine girerek bir dizi deneye katılmış.
Jameson, Antico’nun çok az ışıkta bile iyi görebileceğini tahmin ediyormuş ve yapılan testler sonucunda bu tahmin doğru çıkmış. Ancak bu hassasiyet her zaman bir avantaj olmuyormuş. “Manavlar başlı başına bir kabus; sanki her taraftan farklı renklerin fırlatıldığı bir renk çöplüğü” diyor Antico. “En sevdiğim renk ise beyaz. Gözlerimi dinlendiriyor, huzur veriyor bana. Onda da birçok renk var ama rahatsız etmiyor en azından” diye devam ediyor.
Jameson, her tetrakromatın Antico’nun renk algısına sahip olmadığını, onun ressam olarak renk eğitiminin bu yeteneğinde etkili olduğunu belirtiyor. Antico bir eğitim programı oluşturarak tetrakromat çocukların potansiyellerini kullanması için yardımcı olmayı amaçlıyor.
Ama onun daha büyük hedefleri de var: Herkesin dünyayı biraz daha farklı görmesini sağlamak. Bazı öğrencilerinin ekstra renk tonları fark etmeye başladıklarını söylüyor; “Sanki gözlerin önünden bir perde kalkıyor” diyor. Elbette o genlere sahip olmadan tetrakromatlar kadar renk algısına da sahip olamayız. Ama Antico gibilerinin yardımıyla gözlerimizi biraz eğiterek renk farklılıklarını daha iyi algılayabiliriz.
Antico açısından üzücü bir durum da söz konusu: Kendisine bu insanüstü görme yeteneğini bahşeden genetik farklılık, kızında da renk körlüğüne yol açmış. Antico, “Belki bir gün bizden daha az şanslı olan insanlara renklerin güzel dünyasını gösterebiliriz” diyor.