Dünyaca ünlü bilim kurgu dizisi Black Mirror’ın yeni sezonu, 3 hafta önce yayınlandı. İlk iki sezonun büyük başarıya ulaşmasının ardından Netflix bünyesine katılan ve öncekinin aksine 6 bölüm olarak çekilen dizi, dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından izlendi. Türkiye’de ise bu şansa, internet kesintileri öncesinde elini çabuk tutan tezcanlı bir azınlık sahip olabildi.
Bir kısmını halihazırda kullandığımız modern teknolojilerin, toplumları ve hayatımızı nasıl etkileyebileceğine dair akıl açıcı tartışmalar başlatan Black Mirror, çoğu zaman da insanı dönüşen dünyaya dair karamsarlığa itiyor. Her biri farklı öykü ve oyuncu kadrosuna sahip bölümlerinde, bireysel ve toplumsal dinamiklerin farklı gelecek tahminlerinde nasıl şekillenebileceğini incelikle işleyen Black Mirror’ın alametifarikalarından bir tanesi de geleceğe yönelik isabetli tespitleri.
Seyircilerle buluştuğu ilk bölümde İngiltere başbakanının Kraliyet Ailesi’nin bir üyesini kurtarmak için canlı yayında domuzla ilişkiye girmeye zorlanmasını konu alan dizinin senaristi Charlie Brooker, yakın geçmişte istifa eden eski Başbakan David Cameron’ın ‘kokain ve şampanya’ içeren bir üniversite partisinde domuz başıyla ‘seviştiğinin’ ortaya çıkmasının ardından ‘kahin’ olarak anılmaya başlarken; ikinci sezonun son bölümünde yer alan antipatik ’çizgi kahraman’ Waldo’nun politik arenada kazandığı başarının, Cumhuriyetçi Başkan Adayı Donald Trump’ın yükselişini önceden ‘müjdelediği’ de Black Mirror takipçileri tarafından birçok kez dile getirildi.
Toplumun sosyal medyadaki popülerliğe dayalı bir kast sistemine entegre olduğu yeni sezonun ilk bölümü ‘Nosedive’da 4.2’lik puanıyla ‘normal’ bir hayat süren Lacie Pound’un sınıf atlamanın cezbedici çekiciliğine kapılmasıyla başlayan macerası, Tahsin Yücel’in Kumru karakterinin kapıcı dairesinde başlayan hayatını hatırlatır ve her iki kadınının birbirini neredeyse takip eden ‘yükseliş ve düşüş’ hikayeleri ağızda aynı acı tadı bırakırken; Black Mirror’ın korkutucu geleceği görme yeteneği, darbe girişiminin Facetime üzerinden yapılan çağrıyla engellendiği Türkiye’nin dijital dünyadaki yansımasının neye benzediğini ve gelecekte neler yaşanabileceğini düşündürdü.
İnternet öncesi dönemde bilgisayar kullanımının ekonomik koşullarla belirlendiği Türkiye’de vatandaşların dijital dünyayla yaygın tanışıklığı, 21. yüzyılla birlikte başladı. 2000 yılında bilgisayar sahipliğinin üst gelir grubunda yüzde 64.70, alt gelir grubunda ise yüzde 2 olması* içerik üretiminin ön plana çıktığı yeni milenyumda, Türkiye dijital hayatının öncelikli olarak internete ve gerekli teknolojiye erişmeye ekonomik olarak gücü yetenler tarafından domine edilmesiyle sonuçlandı.
Dijital dünyada uzun süre ‘çekingen’ bir tarz izleyen Türkiyeli kullanıcılar, çoğunlukla kişisel ve politik alanın birbirinden ayrıldığı, birbirleriyle benzer görüşlere sahip kişilerin bir araya gelebileceği segmentlere bölünmüş platformlara yöneldi. Bu durumun değişmesi ise siyasi atmosfere bağlı olarak gelişti. Arap Baharı’yla birlikte sosyal medya özellikle gelişmekte olan ülkelerde siyaset konuşulan ve eylemlerin örgütlendiği bir alan haline gelirken; Türkiyeli kullanıcılar da 2010 referandumundan sonra muhalif bir mecra olarak Twitter’a yöneldi.
2013 yılına gelindiğinde, Gezi eylemleri sırasında sosyal medyada paralel bir protesto alanı yaratılırken; 15 Temmuz sonrasında yapılan paylaşımlar ise iki kutuplu karaktere bürünen ülkede tarafları belli eder hale geldi. Facebook’ta neyi ya da kimi like’ladığımız, Twitter’da hangi siyasetçinin açıklamalarını eleştirdiğimiz, toplu yas günlerinin ardından Instagram’da kaç gün sonra fotoğraf paylaştığımız, politik konumumuzu belirlemeye başladı. Kullanıcıların sandalyeden kalkmadan, dünyada yaşanan politik ya da toplumsal olaylara tepki göstermeleri olarak tanımlanabilecek ‘slacktivism’in yaygınlaştırılması, ‘sanal politikliğin’ gerçek hayattaki etki alanına dair tartışmalar doğururken; Türkiye’de dijital dünyanın politikleşmesi ise yapılan paylaşımların içeriğine dair hukuki yaptırımları da beraberinde getirdi. Sosyal medya üzerinden hakaret ya da terör örgütü propogandası iddiasıyla birçok kişi paylaşımları sebebiyle yargılandı, soruşturmaya uğradı, işinden oldu.
Hükümetin muhalif bir mecra olarak kullanılan bu alana yönelik müdahaleleri artarken; değiştirilen yasalarla birlikte Türkiye’de internet sitesi kapatmak kolaylaştırıldı, toplumsal olaylar öncesinde ya da esnasında internete ulaşımın toptan kesilmesi, yavaşlatılması gibi durumlar ‘normal’ kabul edilir oldu. Bunun son örneği, HDP milletvekillerinin tutuklanması sırasında yaşandı.
HDP’ye yönelik operasyonun başladığı perşembe gecesi, polislerin milletvekillerinin evlerine ulaşmasıyla eşzamanlı olarak Türkiye’de internete ulaşım yavaşlarken; Twitter, Facebook, YouTube ve hatta WhatsApp gibi dijital mecraların teker teker ‘’kullanılamaz’ hale gelmesi, deneyimli kullanıcılara operasyonun birkaç kişiyle sınırlı kalmayacağına dair ipucu verdi. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) ‘yoğunluk ve teknik arızadan’ kaynaklandığını savunduğu, Başbakan Binali Yıldırım'ın ise ‘güvenlik açısından alınan geçici bir tedbir’ olduğunu söylediği engellemelerin ardından birçok kişi VPN kullanmaya başlarken; operatörlere gönderilen talimatla bu servislerin de engellenmesi talep edildi.
Ülke genelinde milyonlarca kişi parasını ödedikleri bir servisin kullanımından mahrum bırakılmasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından eski güreşçi Hamza Yerlikaya, “Ülkede internetin yavaşlaması unuttuğumuz sohbeti, muhabbeti hatırlattı” yorumunda bulunurken; Facebook’ta ’TC’ ön adını almanın ‘laiklik savunuculuğunun göstergesi’ olarak kodlandığı Türkiye’de internet kullanımının genele yayılması, sosyal ilişkileri ve özel hayatın gizliliğine dair algıyı da yeniden şekillendirdi. Gelinlerin yeni aldıkları fincan takımlarını 18 fotoğraflık albümle sergilediği Facebook, farklı sosyal sınıflarda farklı yansımaları olsa da ‘koçişlerle’ yapılan pazar kahvaltılarıyla düşman çatlatılan, yeni alınan arabayla hava atılan, zaman zaman da paylaşılan makaleler, analizler ya da etkinliklerle entelektüelitenin ‘kanıtlandığı’ bir alan haline geldi. Paylaşımları yeteri kadar like’lanmayan görümceler birbirine küserken, alışık olmadıkları dijital dünyada bebek adımları atan anne-babaların sosyal medyaya adaptasyonu yeni bir mizah konusu oldu.
Dünya değişiyor, internet ve sosyal medya giderek hayatlarımızda daha büyük bir yer kaplıyor. Hayatlarımızı filtrelemeye imkan sağlayan dijital dünya, zeki, komik, iyi bir zevke sahip, eğlenceli arkadaşları olan personalar yaratmamıza olanak sağlarken, bilgisayar ve akıllı cihazlar üzerinden iletişim kurmanın gerçeği kadar bilişsel ve duygusal çaba gerektirmemesi, alışkanlıklarımızı yeniden şekillendiriyor. Modern dünyanın toplum mimarları pazarlamacıların holistik yaklaşımı kucaklamasıyla birlikteyse, bireyler sadece alıcı konumundan çıkarılıp hayatlarındaki ürünleri ve hizmetleri dijital dünyada her gün yeniden pazarlayan odaklar haline getiriliyor.
Dijital pazarlama ajansı ‘We Are Social’ın ocak ayında yayınladığı, 2016 yılı için küresel ve lokal dijital istatistikleri içeren rapordaki verilere göre, Türkiye nüfusunun yüzde 58’i, aktif olarak internet kullanıyor. Bu kullanıcıların yüzde 77’si her gün online olurken, yüzde 16’sı ise haftada en az bir kez internete bağlanıyor. Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışma Enstitüsü’nün haziranda yayınladığı Dijital Haber Raporu'na göre de Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 73’ü sosyal medyayı haber alma kaynağı olarak kullanıyor.
Aralarında DİHA’nın da bulunduğu 15 basın yayın kuruluşunun OHAL kapsamında KHK’yla kapatıldığı, ülkenin en eski bağımsız gazetesi Cumhuriyet’in 10 yazar ve yöneticisinin tutuklandığı Türkiye’de geleneksel medyadan haber almak zorlaşırken, kullanıcıların giderek daha çok dijital medyaya yöneleceği tahmininde bulunmak gerçek dışı değil. Artan terör tehdidinin Türkiye’de yaşayanları sokağa çıkmak yerine internet üzerinden iletişim kurmaya daha çok yönelteceği tahmininde bulunmak içinse kahin olmaya gerek yok. ‘Dijital Çağın Alacakaranlık Kuşağı’ olarak gösterilen Black Mirror’ın, yeni sezona dair tahminleri de evlilik tekliflerinin öncesi, sonrası, kabul anı denkleminde ve ‘Evet dedi’ sosuyla Facebook’tan dakika dakika ilan edildiği, bebeklerin ilk adımlarını Snapchat’te attığı ve tüm ailenin bir arada olduğu geniş sofraların Instagram dekoru haline geldiği modern hayatlarımızdan hiç de uzak bir noktaya düşmüyor.
‘Men Against Fire’ bölümündeki askerlerin ‘hamam böceklerine’ yaklaşımı Cizre’deki bodrumlarda yakılan insanları hatırlatırken; ‘Hated in Nation’, Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde tutuklamalara tam destek verenlerin bir kısmının FETÖ soruşturmasıyla birlikte kendilerini içinde buldukları ‘tepetaklak’ durumu anımsatıyor. Muhalefete yönelik operasyonlar esnasında internetin toptan kapatıldığı Türkiye’deki izleyiciler için, ’Shut up and Dance’deki karakterlerin sırlarının ortaya çıkmaması adına neler yapabileceklerini görmek şaşırtıcı gelmezken; yasakların kapsamının genişlemesiye birlikte akıllara gelen “Bundan sonraki adım ne olacak” sorusu ise birçok kişiye halihazırda ’Playtest’ bölümündeki bilgisayar oynununun içinde gibi hissettiriyor. ‘Nosedive’daki Lacie karakterinin, eşini kaybetmesinin ardından bir yere gelmek için çok çaba harcadığı sistemin anlamsızlığını fark eden ve dürüstlüğün ‘tadını çıkaran’ kamyon şoförüne söyledikleri ise Türkiye’nin dijital dünyadaki yansımasının kendine özgü arada kalmışlığına ve geleceği belirleyecek devinimin dinamiğine dair ipuçları veriyor:
“Senin hayatında bir şeyler vardı, gerçek şeyler, güzel şeyler… Bende o kaybetmeye değecek şey bile yok, ben hala onun için mücadele ediyorum.”
*TÜBİTAK, ‘Bilgi Teknolojileri Yaygınlık ve Kullanım Araştırması’, 2001