İnternet okyanus gibidir, havuz medyasına dönüştürülemez

İnternet okyanus gibidir, havuz medyasına dönüştürülemez

Taylan Yıldız*

Özgür interneti kendi iktidarına büyük tehdit olarak gören AK Parti, 2018 yılında “düzenleme” adı altında ilk müdahalelere başlamıştı. O dönemde internet yayıncılarını RTÜK aracılığı ile denetleyebilecekleri hayaline kapılmışlardı. Tutmadı. Tutması mümkün değildi zaten. 

Aradan geçen dört yılda yapılan ara “düzenlemeler”e  rağmen bu savımız doğrulandı. İnternet,  tüm kapatmalara, yasaklamalara, tehditlere, tutuklamalara, “bir süre yatırıp” salıverilmelere rağmen, okyanus olma özelliğini yitirmedi. 

Örneğin 2020 yılında, platformlara, kaldırmadıkları ve suç olarak nitelendirilen içerikler için para cezası kesmeyi öngören bir yasa geçirerek 5651 sayılı internet kanununu değiştirdiler. Kısmen çalışmış olabilir, ama sonsuz bilgi akışının olduğu  bir ortamı denetlemek, yargılama süreçlerine  sokmak ve bunun sonucunda da para cezası kesmek pratik olarak mümkün olamadı. Çünkü adalet sistemi yavaş işliyordu. 

Bir kez de Şubat 2022’de MHP, Sosyal Medya Şikayetleri İnceleme Komisyonu kurmayı teklif etti. Her il ayrı ayrı komisyon tarafından denetlenecekti. Öyle ya, bütünü, bütün olarak sıkıştıramıyorsan, küçük parçalara böler sıkıştırırsın. Komisyon şunlardan oluşuyordu: 

İl emniyetinden bir temsilciCumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir temsilciBaro temsilcisiBir kurum üyesiBaşkan

Bu ekip, birilerinin şikayeti üzerine, bir yayının, paylaşımın  “suç” olup olmadığı “yargısına” varacak ve cezayı kesiverecekti.  O komisyona bir “yargıç” üye koymaya tenezzül bile etmemişlerdi. Vatandaşlar özgürlüklerine sahip çıkarak  itiraz edince bu kanun teklifi usulca hasıraltı edildi. 

Ve günümüz: 

TBMM Adalet Komisyonu, geçtiğimiz hafta bir kanun teklifi geçirdi. İçinde 5651 sayılı internet yasasını da kapsayan birçok kanunu değiştirmeye çalışıyorlar. Bu teklifin,  sosyal medya şirketlerine Türkiye’de ikamet eden bir temsilci bulundurma mecburiyeti getirmesi;  BTK’nın uygulayacağı reklam yasakları;  İnternet haber sitelerinin “süreli yayın” kapsamına alınma şekli;  Cumhurbaşkanı kararıyla tespit edilen dernek ve vakıfların yöneticilerine basın kartı verilebilmesinin önünün açılması gibi “düzenleme”ler açısından tel tel dökülüyor olduğunu söylemek gerek. Özellikle son husus ile ilgili olarak, her ne kadar internet haberciliğine basın kartı müjdesi gibi anlatılsa da, uygulamada objektif davranılmayacağını, yandaş medya mensuplarına terazinin ağır basacağını, yirmi yıllık AK Parti deneyimlerimizle rahatlıkla ifade etmek mümkün. 

Ama bu yazının asıl konusu, bu yasa tasarısı ile Anayasa’nın 26. maddesiyle ve Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış en temel insan hakkı olan düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmaya çalışılıyor olmasıdır. 

İktidarın İnterneti kontrol etme planı 2018’de internet yayıncıları, 2020’de sosyal medya platformları üstüne antidemokratik yasalar yoluyla kurulan baskılarla ilerledi. Bir sonraki adım da son kullanıcıların, 85 milyon vatandaşımızın kanunların sopasıyla seslerini kısma projesiydi. Onu da bu sosyal medya yasasıyla yapmaya çalışıyorlar. Şimdi bu yasa tasarısı ne amaçlıyor anlatmaya çalışalım. 

Tasarı üç ana alanda çok geniş ve anayasamızla birçok konuda çelişen düzenlemeler getiriyor. Bunlar 1) Dezenformasyon suçu 2) Sosyal ağ sağlayıcı düzenlemesi 3) Whatsapp gibi şebeke üstü hizmetlere lisans zorunluluğu.

  1. Dezenformasyon suçu: 

Artık sosyal medyada yaptığınız paylaşımlar, eğer gerçeğe aykırı bulunursa, hapis cezası alma ihtimaliniz var. Peki gerçeği kim belirleyecek? Eğer gerçeklik mahkemeler tarafından tespit edilecekse vay halimize. Hatırlayalım, 31 Mart 2019’da millet ittifakının kazandığı İBB belediye başkanlığı seçimleri ‘Hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu.’ diyerek yargı tarafından iptal edildi. Birçok kez yeniden sayılmasına rağmen… Yani mahkemeler bu seçim ‘Adil değil.’ dedi. Eğer gerçeği mahkeme belirliyorsa, “Seçimleri bileğimizin hakkıyla kazandık” diyen bizler, gerçek olmayan bilgi paylaşmış oluyoruz. Bunun da bu yasayla cezası var. Hem de hapis.

Kanun teklifinin detaylarına bakalım.

Türk Ceza Kanununa “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı bir suç ekleniyor:  “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Suçun tamamen subjektif ve özel bir saik aramakta olduğunu net olarak söyleyebilirim. Bundan başlayalım. “Halk arasında endişe, korku, panik” kime göre, neye göre? Nasıl somutlaşacak? Cümlenin başında yer alan “Sırf” kelimesi bile burada özel olarak bu kastın aranacağını belirtmekte. Özel kasıt olup olmadığına kim nasıl karar verecek? Bu konunun subjektif uygulamalar doğuracağı aşikar. Bana kalırsa “halk arasında” değil de “iktidarda” korku ve panik yaratanlara yönelik bir tutum olacak. 

Peki ne yapılacak? Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığı ile ilgili ne kastedildiği belli değil.  Burada da ayrı bir belirsizlik var. Malum, Türkiye’de yıllar yılı ‘kamu düzeni ve güvenliği’ kavramı kullanılarak birçok antidemokratik uygulamayı hep beraber yaşadık. Üstüne de kamu barışını bozmaya elverişli gibi yine daha belirsiz bir kavram eklenerek bu kanuna dayanarak ceza vermek isteyenlere bir muğlak alan daha açılıyor.

Peki bu yasa tasarısında bahsi geçen gerçeklik nedir? Kasıt nasıl tespit edilecek? En önemlisi basının bilgi verme hürriyeti kapsamında nasıl güvenceler sağlanacak? Hepsi belirsiz. 

Suçun oluşması için bunun “alenen” işlenmesi gerekiyor. Kısaca, sosyal medya ve internet kastediliyor. Bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Peki hesabınız korumalıysa ne olacak? Orada paylaştığınız bir düşünceyi biri ekran görüntüsüyle yeniden paylaşırsa ne olacak? Her yönüyle saçma olan bu yasa tasarısı burada da muğlak bir görüntü veriyor. 

Diğer yandan, sosyal medyada paylaşılan bazı iddiaların doğrulanması vakit alabilir. Burada en büyük baskı internet haber siteleri ile sosyal medya aktörleri üzerinde olacak. Sorumluluk altına girmemek adına en ufak şüphede, bir içeriği yayınlamaktan imtina edecekler veya derhal içeriği yayından kaldıracaklar. Haliyle müthiş bir otosansür baskısı kurulacak. İfade özgürlüğü kapsamında kalan en ufak içerikte bile hemen “hakaret var” diye suç duyurusu yapıldığı gerçeği karşısında on binlerce suç duyurusunun yapılması kaçınılmaz olacak. Yargılamaların uzun yıllar aldığı da dikkate alındığında bu otosansür baskısının çok kuvvetli olacağı açık. Kısaca, otosansürler ve  bol bol suç duyuruları arasında gidip gelecek medya. 

Peki bir konunun gerçekliği ispat için yargılamada imkanlar tanınacak mı? Mesela kamudan tüm veriler paylaşılacak mı? Şirketlerle ilgili hususlarda şirketler bunları paylaşacak mı? Kamu, kamu güvenliği sebebiyle veriyi vermek istemeyecek muhtemelen. Örneğin bazi ihalelerdeki usulsüzlük iddialarını nasıl paylaşacagiz? Usulsüzlük ispatı için gereken verileri konunun muhatapları iddia sahiplerine verecekler mi? Vatandaş gerçek bir olgu paylaşsa bile, bunu ispatlamakta inanılmaz zorlanacak, özellikle konunun ucu iktidara dokunuyorsa. 

  • 2.Sosyal ağ sağlayıcı düzenlemesi

Sosyal medya şirketlerine “kanuna aykırı” içerikleri kaldırmazlarsa ağır cezalar öngörülüyor. Bu da bizler hükümetin hoşuna gitmeyen içerikler paylaşırsak sosyal medya platformları bunları kaldırmak zorunda kalabilir. Zira bu içeriklerin mahkemeler tarafından kanuna aykırı bulunma ihtimali çok kuvvetli. Yani sosyal ağ sağlayıcıları istemeseler de sansür mekanizmasını işletmeleri gerekebilir Türkiye’de iş yapabilmek için.

Malum, Temmuz 2020 yılında sosyal ağ sağlayıcı kavramı 5651 sayılı İnternet Kanunu’na eklenmişti. Sosyal medya şirketlerine temsilci atama zorunluluğu getirilmişti. Yine bu sosyal medya şirketleri reklam yasağı düzenlemelerine rağmen ayak direyip bugüne kadar gerçek anlamda bir temsilci atamamışlardı. Yeni değişiklikle temsilci atama zorunluluğu hükmü revize ediliyor, gerçek kişi atanması zorunlu kılınıyor, yani Türkiye’de ikamet eden bir kişi talep ediliyor. Şirketin tüzel kişiliğinin ise mutlaka bir şube olarak atanması gerekiyor. Yani hukuk bürosu üzerinden temsil yolu kapanıyor. Şirketin kendi şubesinin açılması isteniyor.

Peki buraya atanan gerçek kişilerin cezai sorumluluğu nedir? Bir örnek verelim: 2014 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı suç duyurusu üzerine askeri yasak bölgelere ait panoramik görüntüleri izinsiz yayımladığı öne sürülen arama motoru Yandex’in yetkili müdürü Bogdan Wisniewski, 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Kendisinin olaydan haberi bile yoktu. Peki şimdi sosyal medya platformlarının kasıtlı ya da kasıtsız olarak yaptığı herhangi bir aktiviteden, platform üzerinden paylaşılan içeriklerden Türkiye'de yaşayan temsilcileri mi sorumlu olacak? 5651 sayılı Kanun uyarınca temsilcinin sosyal ağ hizmet sağlayıcının hizmet ve faaliyetlerinden yükümlü ve sorumlu olması hukuken cezanın şahsiliği ilkesine aykırılık teşkil ediyor.

Kişilik haklarının  ihlal edildiğini düşünerek kaldırılması yönünde talepte bulunan bir kişinin şikayetçi olduğu içeriği sosyal medya şirketi kaldırmazsa buna itiraz yolu açık. Peki, içeriği kaldırılan ne yapacak? Burada boşluk var. Diyelim ki siz tweet attınız ve tweetiniz silindi. Sizin hak arama imkanınız yok bu yasaya göre. Sadece hakkının ihlal edildiğini öne sürenin var.  Peki sizin ifade özgürlüğünüz nasıl korunacak? Yani şu olacak örneğin: Vatandaş, herhangi bir bakanı veya milletvekilini eleştirmeye kalktığında o tweet derhal silinecek. Sizin “bir dakika, nerede benim tweetim?” sorusunu sorma hakkınız olmayacak. 

Ayrıca başkan tarafından verilen erişimi engelleme kararlarının yerine getirilmemesi veya belirli suçlara ilişkin bilgilerin sağlanmaması halinde, internet bant genişliğinin daraltılması tedbirinin öngörülmesi AYM kararlarına aykırılık teşkil ediyor. Bunu en belirgin olarak Wikipedia’ya yönelik erişim engelleme uygulamasında yaşadık. Anayasa Mahkemesi, engelleme kararının, başvurucuların ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermişti.  

Diğer yandan, BTK'nın sınırsız bilgi ve belge talepleri ve denetim hakkı, kişilik haklarına, uluslararası sözleşmelere, ticari sırları ve kişisel verilerin gizliliğini sağlama yükümlülüklerine aykırılık teşkil edebilecek. 

Her şeyi eleştirip, olumlu bir gelişmeyi pas geçmenin doğru olmayacağını düşünüyorum. Yasada tek olumlu kısım çocuklara ilişkin. “Sosyal ağ sağlayıcı, çocuklara özgü ayrıştırılmış hizmet sunma konusunda gerekli tedbirleri alır.” deniliyor. Birleşmiş Milletler Çocuk Sözleşmesine ve internet ortamında çocukların korunmasına ilişkin güncel düzenlemelere uyumlu bir konu.

  • 3.WhatsApp, Telegram gibi şebeke üstü hizmetler için lisans zorunluluğu

Bu kanunla beraber Whatsapp ve Telegram gibi haberleşme platformlar tıpkı Türkiye’deki bir GSM operatörü gibi denetlenecek. Mahkemelerin konuşma kayıtlarımızı ve benzeri içeriklerimizi talep edebileceği hususunda uzmanların ciddi çekinceleri var. BTK’nın bu şirketler üzerinde kuracağı tahakküm nereye gider bilmek zor. Çünkü BTK’nın bu talepleri için onay alması gereken bir bağımsız yargı süreci yok.

Detaylara gelirsek….

Temmuz 2020’de gündeme gelen ancak o dönem rafa kalkan bir husus vardı: şebeke üstü hizmetler veya OTT (over the top services).

Bu tasarıda bunlar tekrar düzenlenmiş durumda. WhatsApp, Telegram gibi OTT hizmetlerine lisans alma yükümlülüğü ve BTK tarafından belirlenecek kriterlere uyuma yükümlülüğü getiriliyor. Yine bu şirketlere temsilci atama yükümlülüğü getiriliyor.

“Şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar, faaliyetlerini Türkiye'de kurdukları anonim şirket ya da limited şirket statüsündeki tam yetkili temsilcileri vasıtası ile Kurumca yapılacak yetkilendirme çerçevesinde yürütürler” ifadesiyle, şebekeler üstü hizmet sağlayıcılar tamamen kontrol altına alınmak isteniyor. Bunu ilk girişteki dezenformasyon suçundan bağımsız düşünmemek lazım. Mesele basit bir lisanslama kuralı değil. Malum dezenformasyon konusunda en çok WhatsApp radarda. Örneğin Whatsapp gruplarında yaptığınız bir paylaşım, başınızı derde sokabilir mi? Bu açık değil ve ciddi çekincelerim olan bir husus.

Yükümlülükleri yerine getirmeyen veya yetkilendirilmeksizin hizmet sunan şebekeler üstü hizmet sağlayıcılara bir milyon Türk Lirasından otuz milyon Türk Lirasına kadar idari para cezası verilmesi de cabası.

Üçüncü kişinin içeriğinde platformu sorumlu tutmasalar bile “Şu veriyi ver, şu işleme ilişkin işbirliğinde bulun” diye nasıl ölçüsüz taleplerle Türk şirketlerine baskı yapabiliyorlarsa, aynısı yapmak imkanına sahip olacaklar. Unutmayalım ki vatandaşlar bir devlet kurumuna özel hayatın gizliliğine etki edecek yetki verirse, o kurumu vatandaş adına denetleyecek sistemler de inşa edilmelidir. Aksi durumda, dünyanın birçok yerinde gördüğümüz gibi istismara uğrama  ihtimali yüksektir.

Burada düşünmemiz gereken bambaşka bir konu da “hazır bizim kurallarımıza tabisin, bundan sonra mesaj şifrelemesi için de, ulusal güvenliğimizi korumak adına şu algoritmayi kullanacaksın” derler mi bu platformlara? Derlerse bizim mesajlarımızı hükümet okuyabilir mi? Okursa haberleşme özgürlüğümüze ne olur? Asıl onu düşünmek lazım. 

Yıllardır sistematik olarak yaratılan bu baskı ortamının ülkemizdeki özgürlük ortamına vurduğu darbeyi sadece biz görmüyoruz. Freedom House tarafından yayımlanan “İnternette Özgürlük: 2021”  raporunda Türkiye, internetin özgür olmadığı 65 ülke arasında yer almakta. Sudan, Libya, ve Suudi Arabistan gibi baskıcı ülkelerle aynı seviyeye düşeceğimize, Türkiye, geçmişte olduğu gibi bu ülkelere örnek olmalı, demokrasi dersi vermeliyiz. 

Özet ve net olarak, modern çağın en önemli iletişim platformu olan internetin engellenmesi de bir insan hakları ihlalidir.  İnternet üzerinden haber alma özgürlüğünün her geçen gün daha da kısıtlanması, darbe dönemlerindeki uygulamaları bile aşmıştır.

İktidarlar, “düzenleme” adı altındaki yaptırım listelerini ne kadar artırırlarsa artırsınlar, 21.yy gerçeğiyle yaşamak durumundalar.

Son söz baştakiyle aynı aslında:

İnternet OKYANUS gibidir... HAVUZ medyasına dönüştürülemez.

İnternet OKYANUS gibidir... HAVUZ medyasına dönüştürülemez

* Taylan Yıldız: Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’ni onur derecesi ile bitirdi, Massachusetts Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans, Stanford Üniversitesi’nde "işletme / pazarlama" alanında tam burslu doktora yaptı. Google'da çalışırken Türkiye'ye dönerek İyi Parti'nin kuruluş sürecine katıldı, Genel Başksn Yardımcılığı'nı üstlendi. Halen İyi Parti'de Genel İdare Kurulu üyeliği ve Genel Başkan Danışmanlığı görevlerini sürdürüyor.