Ipsos Araştırma Türkiye CEO'su Gedik: Salgından sonra küçük şehirlerin popülaritesi artacak, merkezi semt tanımı değişecek

Ipsos Araştırma Türkiye CEO'su Gedik: Salgından sonra küçük şehirlerin popülaritesi artacak, merkezi semt tanımı değişecek

Yeni tip Koronavirüs’ün dünyanın neredeyse tamamını etkisi altına almasıyla günlük hayatımızda birçok değişim yaşandı. Evimizde geçirdiğimiz zamanın ciddi anlamda artış gösterdi. Alışveriş alışkanlıklarımızdaki değişimden bugün endişe duyduğumuz konuların iki ay önceki endişelerimize kıyasla çok farklı olmasına, salgın, hayatımızı birçok yönden etkiledi.

Araştırma şirketleri de çeşitli çalışmalar ve anketlerle salgın boyunca bu değişimleri gözler önüne sermeye çalıştı. Yaptığı anketlerle Türkiye nüfusunun salgın konusundaki kaygısının giderek yükseldiğini gözler önüne seren, Koronavirüs sonrası Türkiye’nin resmini çizmeye çalışan Ipsos Araştırma Türkiye’nin CEO'su Sidar Gedik, yapılan anketlerle ilgili verileri T24’e değerlendirdi.

Gedik, salgından sonra evden/ofisten çalışma hayatının daha farklı bir dengede yürüyeceğini ifade etti.  Ipsos Araştırma Türkiye CEO’su bu nedenle dünyada küçük şehirlerin popülaritesinin artabileceğini ve büyük şehirlerde “merkezi semt” tanımının değişeceğini söyledi.

Ipsos merkezinin yaptığı ’Ekonomi Hızlıca Toparlanır mı?’ araştırmasında Almanya, ABD ve Britanya gibi gelişmiş ekonomilerin karamsar olduğunu, Çin ve Hindistan gibi kalkınmakta olan ekonomilerin ise pandemi sonrası döneme daga iyimser yaklaştığı görülüyordu. Gedik bu durumu, “Gelişmekte olan ülkelerin kriz deneyimleri çok daha fazla, bu nedenle karamsarlığa kapılanların oranı daha az” sözleriyle değerlendirdi.

Gedik, “Salgının ülke ekonomisi için ciddi bir tehlike oluşturduğunu söyleyenlerin oranı ilk hafta yüzde 70 iken 9-13 Nisan haftasında bu oran yüzde 90’lara yaklaştı. Kısmen tehlike oluşturuyor diyenleri de dahil edersek toplumun tamamına yakını ekonomi açısından bir risk görüyor demeliyiz” dedi.

Ipsos Araştırma Türkiye CEO'su Sidar Gedik’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

13-16 Mart aralığında yaptığınız ankete kıyasla 9-13 Nisan arasındaki ankette endişe durumunda ciddi bir artış olduğunu görüyoruz. Yayımlanan son anketinize katılanların yüzde 95’i “endişeliyim” yanıtı vermiş. Bu rakamın arkasında ne yatıyor olabilir?

11 Mart’ı izleyen hafta Türkiye’nin Koronavirüs vakası ile ilk tanıştığı haftaydı. O sırada toplumdaki genel hissiyat dünyanın bu salgını yaşamaya başlayan diğer ülkelerine dair izlenimlerine dayanıyordu, henüz kendimize ait deneyimlerimiz yoktu. O sırada özellikle erkekler arasında endişe düzeyi görece düşüktü, kadınlar arasında endişe duyanların oranı yüzde 90 iken erkeklerde yüzde 70 civarındaydı. Günler ilerledikçe, vaka sayısı arttıkça ve ilk ölüm haberleri geldikçe erkekler arasında da endişe seviyesi yükseldi. Haftalar ilerledikçe insanlar kendi çevrelerinden de hastalık haberleri almaya başladılar ve endişe seviyesi tavan yaptı.

"Toplumun tamamına yakını ekonomi açısından bir risk görüyor"

Elinizde Türkiye’nin Koronavirüs salgını sonrası ekonomik endişeleriyle ilgili bir veri bulunuyor mu?

Salgının ülke ekonomisi için ciddi bir tehlike oluşturduğunu söyleyenlerin oranı ilk hafta yüzde 70 iken 9-13 Nisan haftasında bu oran yüzde 90’lara yaklaştı. Kısmen tehlike oluşturuyor diyenleri de dahil edersek toplumun tamamına yakını ekonomi açısından bir risk görüyor demeliyiz. Kişisel ekonomisi açısından ciddi risk görenlerin oranı aynı dönem içinde yüzde 44’ten yüzde 68’e yükseldi. Kendisi açısından ciddi olmasa da kısmen risk görenleri de hesaba katarsak oran yüzde 90’a yükseliyor. Benzer bir şekilde insanların yüzde 70’ine yakını işi/işyeri açısından tehlike olduğunu düşünüyor. Öte yandan salgının sona ermesinin daha uzun süre alacağına dair düşünce giderek yükseliyor. İlk haftalarda salgının birkaç ay içinde sona ereceğini düşünenlerin oranı yüzde 45 idi, zaman geçtikçe bu oran yüzde 38’e geriledi, 6 aydan fazla sürer diyenlerin oranı ise yüzde 24’ten yüzde 39’a çıktı. İnsanların dörtte üçü salgından sonra hayatlarının radikal şekilde değişeceğini belirtiyor.

’Ekonomi Hızlıca Toparlanır mı?’ araştırmanızda Almanya, ABD ve Britanya gibi gelişmiş ekonomilerin karamsar olduğunu, Çin ve Hindistan gibi kalkınmakta olan ekonomilerin ise daha iyimser yaklaştığını görüyoruz. Bunun altında ne yatıyor olabilir?

Gelişmekte olan ülkelerin kriz deneyimleri çok daha fazla, bu nedenle karamsarlığa kapılanların oranı daha az. Bu ülkelerin kriz karşısında kemikleri kırılmadan esneyebilmelerinin altında sosyal ve ekonomik başka gerçekler de var. Gelişmekte olan ülkelerde kentleşme oranının daha düşük olması nedeni ile (küçük yerleşim birimlerinde) sosyal dayanışmanın gelişmiş ülkelere kıyasla hala çok daha yüksek olduğunu unutmamak gerek. Bu, krize dayanıklılığı artıran bir unsur. Yine bu ülkelerde kayıt dışı ekonominin, ülke ekonomisi içindeki oranının da daha yüksek olduğunu ve krizlere dair istatistiklerin genelde resmi rakamlara dayandığını da dikkate almak lazım. Ülke ekonomilerindeki resmi küçülme rakamları ile ticari aktivitedeki gerçek azalma arasında bir makas oluyor, bu da krize karşı bir tampon görevi görüyor. Son olarak bu ülkelerdeki yaşam şartlarının daha zor olmasından dolayı insanların krizin etkisinin daha kısa zamanda atlatılmasını umduklarını, bunun da verdikleri yanıtlara yansıdığını düşünebiliriz. 

"Salgının etkisini yitirdiği duyurusu yapılsa bile bu birçok insan için şahsen büyük bir rahatlama anlamına gelmiyor"

Türkiye’de yapılan ‘Koronavirüs ve Toplum’ başlıklı araştırmanızda ilginç bir bölüm bulunuyor. Anketinize katılanların yüzde 61’i salgının bittiğine dair resmi bir açıklama yapılsa da, “Koronavirüs salgınının sona ermediğini ancak kontrol altına alındığını ve önlemlerle hayatımıza devam edeceğimizi düşünürüm”cevabını vermiş. Bunun altında ne yatıyor olabilir?

Evet, araştırmamıza katılanların yüzde 61’i salgının sona erdiğine dair resmî açıklama gelse bile tamamen bitmek yerine ancak kontrol altına alınmış olabileceğini ve hayatımızın çeşitli önlemler ile devam edeceğini düşünüyor. Bunun altındaki temel neden, insanlığın şu anda hastalığa karşı genel olarak savunma tedbirleri alıyor olması olabilir diye düşünüyorum, insanlık henüz savunmadan çıkıp etkin bir karşı saldırıda yani kesin tedavi/aşı hamlesinde bulunamadı. Salgının etkisini yitirdiği duyurusu yapılsa bile bu birçok insan için şahsen büyük bir rahatlama anlamına gelmiyor, kesin tedavinin/aşının bulunduğu haberi gelene kadar insanlar kendileri ve aileleri için önlemler almaya devam edecekler.

İnsanların evde kalma süresi uzadıkça, “En çok özlenen şeyler” kategorisinde nasıl bir değişim meydana geldi?

İnsanların en çok özlemini çektikleri şey özgürce hareket edebilmek. En basit tanımı ile evden çıkabilmek, yürüyüş yapabilmekten başlayıp işe, okula, pikniğe gitmeyi, seyahat etmeyi, genel olarak hareket halinde olabilmeyi özledi insanlar. Ve tabi büyük özlemi çekilen bir diğer konu ise ailenin geri kalanı ile, arkadaşlar ile yeniden yan yana gelebilmek. 

"Gün geçtikçe genel ruh hali daha iyiye giden tek ülke doğal olarak Çin"

Türkiye, sosyal açıdan diğer ülkelerden ne tür farklı sonuçlar gösteriyor?

Türkiye’de ülke sınırlarının yabancılara kapalı olmaya devam etmesi gerektiğini düşünenlerin oranı diğer ülkelere kıyasla daha yüksek. Stoklama davranışı ülkemizde biraz daha yüksek seviyede, bunun bir nedeni de bizim salgın sürecine biraz daha geç girmiş olmamız, biz diğer ülkeleri birkaç hafta geriden takip ediyoruz. Gerektiğinde tam karantina uygulanmasına destek oranı da Türkiye’de diğer ülkelere kıyasla biraz daha yüksek. Gün geçtikçe genel ruh hali daha iyiye giden tek ülke doğal olarak Çin.

Tüketim paneli üzerinden hazırladığınız bir araştırmada halkın dondurma ve turşuya ilgisinin oldukça arttığı görüldü. Bu artışın sebebi nedir; Türkiye’ye özgü bir şey mi?

Dondurmaya ilginin artması tamamen mevsimsel bir durum. Salgın olmasaydı da bu şekilde olacaktı. Türkiye’de hanelerin yarısından fazlası normal zamanlarda da evde yapmak yerine süpermarketlerden veya açık pazarlardan turşu satın alıyordu, salgın döneminde ise bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olduğu haberlerinin sosyal medyada yayılmasından sonra daha büyük ilgi görmeye başladı. Diğer ülkelerde karşılaşılan bir durum değil. 

Gördüğünüz trendlere göre, sosyal izolasyon döneminin uzaması durumunda toplumu bekleyen en büyük değişimler ne?

Sosyal izolasyon uzasa bile bir noktada sona erecek. Burada değişimi yaratacak ana etken bu geçici dönem değil. Ana etken, salgının küresel sistem üzerinde yarattığı/yaratacağı büyük yıkımdır. Dünya ekonomisinde kayda değer küçülme olacağı hesapları yapılıyor. Toplumların tüketim gücü büyük darbe yedi. Mevcut sistemin küresel ölçüde böyle bir alt üst oluşa hazırlıklı olmadığı ortaya çıktı. Yüksek ihtimalle gerek devletler hatta devletler üstü seviyede, gerekse bireyler seviyesinde farklı etkiler yaşayacağız. 

Salgının ardından insanların minimum da olsa devamlılığı olacak bir gelirle, kendilerini güvende hissederek yaşayabilecekleri (tüketmeye devam edebilecekleri) çözümler üretilecek. Bu nedenle salgından sonra işsizlik fonları çok önemli enstrümanlar haline gelecek. Şirketlerde işten personel çıkarma, ücretsiz izinlere dair yasal düzenlemeler, işsizlik maaşlarının miktarı ve süreleri, bu kapsamdaki devlet garantileri her ülkenin gücü ölçüsünde yeniden tartışılacaktır.

Çin’in gücünü ve kaynaklarını bir eyaleti için nasıl harekete geçirdiğini izlerken AB’nin salgının en vahşi günlerinde İtalya için hemen hemen hiçbir şey yapmadığını ve sonunda da acıklı bir şekilde özür dilediğini gördük. İleriye dönük politik jest anlamı taşıyan tek tük hamle dışında her ülke kendi kendini kurtarmaya çalışıyor. Bunun milliyetçiliği ciddi şekilde besleyeceğini düşünüyorum. Siyasi milliyetçiliğin yanı sıra bazı sektörlerde daha içe kapalı, yerli üretimi destekleyici politikalar ile karşılaşabiliriz. Milliyetçilik akımı ile birlikte yerel marka tercihlerinde artış görülebilir. Global markalar açısından ise daha fazla yerel dokunuş gündeme gelecek.

Özellikle de temel ihtiyaç maddeleri konusunda üretim ve dağıtım her ne olursa olsun durmaması gerektiği çok net olarak fark edildi. Dev ekonomilerin karşısında çaresiz kaldığı manzaralar oldu/oluyor, bazı malları ithal edemedikleri, gerekli bölgelere ulaştırmakta zorlandıkları durumlarla karşılaştılar. Bunun salgın sonrası için iki sonucu olabileceğini değerlendiriyorum hem üretimde hem dağıtımda insansız sistemler/robotik otomasyon ve e-iş uygulamaları “olsa çok iyi olur” türünden “olmazsa olmaz, mahvoluruz” seviyesine terfi edecekler. Diğer bir sonuç ise insansız yapılamayacak her faaliyetin bedelinin artık çok yüksek olacağıdır. “Düşük kalifikasyon” tanımı yüksek ihtimalle yeniden yapılacak, ne de olsa bazı işleri yapıyor olmak bugüne kadar olmayan hayati riskleri taşıyor olabilir, bunun bedelini ödemek gerekir. 

"Bazı küçük şehirlerin popülaritesi artabilir"

Bu dönemde uzaktan çalışma, uzaktan eğitim konusu çok büyük kitleler tarafından tecrübe edildi. Bu çalışma biçiminin avantajları ve dezavantajları konusunda çok daha bilgiliyiz artık. Her ne kadar insanların birçoğu alışkanlıklarından ve evdeki sistemlerini henüz tam oturtmamış olmaktan dolayı ofislerine, okullarına dönmek için gün saysalar da ben bu noktadan tam olarak eskiye dönüş olacağını düşünmüyorum. Aslında insanlar kendi yarattıkları trafik içinde saatler geçirerek gittikleri plazaları, okulları değil dostlarını özlediler. Bundan sonrası daha farklı bir dengede yürütülecek evden/ofisten çalışma hayatı olacaktır. 

Uzaktan çalışabilme emlak piyasasını da etkileyecek. Bazı küçük şehirlerin popülaritesi artabilir, büyük şehirlerde ise “merkezi semt” tanımı değişecektir. Ev içinde rahat çalışmayı sağlayacak iletişim altyapısı çok daha önemli hale gelecektir. Bunun şirketler tarafından çalışana sağlanması şart temel bir araç olması da yüksek ihtimal. 

“Sosyal mesafe” kavramının ülkeler/kültürler arasında nüanslar olmakla birlikte salgın sonrasında da kalıcı olmasını bekliyorum. Mutlaka biraz gevşeme olacaktır ancak kalıcı etkilerinin olması şaşırtıcı olmaz. Özellikle dışarıda yeme, içme, eğlence, seyahat ve turizm, spor karşılaşmaları,konserler ve gösteriler, toplu taşıma sistemleri, okullar, alışveriş merkezleri, pazar yerleri ve benzeri insanların toplu halde bir arada bulundukları yerler gerekli sosyal mesafe uyarınca yeniden yapılanmak zorundalar. 

"Stoklama eğilimi bir süre gündemde kalmaya devam edebilir"

Öte yandan salgın süreci uzadıkça insanların tüketim davranışlarının değiştiğini görüyoruz, halkımız özellikle atıştırmalıklara gözle görülür derecede daha fazla ilgi göstermeye başlamış gibi duruyor…

Dışarıdaki “sosyal mesafe” önem kazandıkça ev içi yaşam çok daha büyük önem kazanacak. Ve tabi ev içinde ucuz yoldan küçük hazlar yaratacak atıştırmalıklar, TV platformları zaten var olan popülaritelerini artıracaklardır. Gıda markalarının beslenme ve özellikle en önemli konu olan bağışıklık konusunda daha yaratıcı olmaları gerekecek. Evdeki yaşamı daha kolay, konforlu kılacak küçük ev aletleri popüler olabilir. Stoklama eğilimi bir süre için bile olsa gündemde kalmaya devam edebilir, bu nedenle buzdolabı ve yedek depolama alanları önem kazanabilir. Gerek hijyen kaygıları ile gerekse yerinde tüketim yerine evde tüketimin öne çıkma ihtimali nedeni ile ambalajlarda yeni yaklaşımlar ile karşılaşacağımızı da düşünüyorum. Öte yandan e-alışveriş oranında dramatik artışlar ölçtük. 

Ipsos, uluslararası bir araştırma şirketi, birçok farklı konularda araştırmalarınız bulunuyor. Ipsos’un yeni yayımladığı bir açıklamaya göre dünyanın üçte ikisi iklim değişikliği konusunda en az Koronavirüs kadar endişeli. Türk basınında da sıkça sokağa çıkan insan sayısının azalmasının ardından çevre kirliliği seviyesinin düştüğüyle ilgili haberler görüyoruz. Sizin bununla ilgili çalışmalarınız var mı? Türkiye’de iklim değişikliğine yaklaşım nasıl?

Evet iklim değişikliği konusunda çeşitli global ve yerel araştırmalar yapıyoruz. Bahsetmiş olduğunuz bulgu 16-19 Nisan tarihlerinde 14 ülkeyi kapsayan bir araştırmamızdan... burada Türkiye verisi bulunmuyor fakat 21 Şubat - 6 Mart tarihlerinde yaptığımız ve Türkiye dahil 29 ülkeyi kapsayan başka bir global araştırmamız var ki burada da iklim değişikliği konusunda kamuoyunun hassas tutumunu görebilmek mümkün. Bu araştırmamızda sıralanan iklim değişikliği/küresel ısınma, hava kirliliği, ormanların yok edilmesi, su kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi vb çevre sorunları sıralandığında global ortalamada iklim değişikliği yüzde 37 ile en önemli sorun olarak belirtiliyor. Geçtiğimiz yılki sonuçlara göre bu konuda 7 puanlık bir artış var. Bu araştırmamıza Türkiye’den katılan bireylerin gördüğü en önemli ilk 3 çevre sorunu ise ormanların yok edilmesi (yüzde 37), Doğal kaynakların tükenmesi (yüzde 36) ve iklim değişikliği/küresel ısınma (yüzde 32) olarak sıralanıyor. 

Türkiye’yi Anlama Kılavuzu adını verdiğimiz ve yaklaşık 16 bin bireyin katılımıyla 2004 yılından bu yana düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz geniş kapsamlı bir yaşam tarzları ve tutumlar araştırmamız var. Bu araştırmamızda Türkiye’deki en güçlü tutumları da belirliyoruz. Burada da en öne çıkan tutum Çevreye Duyarlılık... Araştırmanın son döneminde her 10 kişiden 8’i Çevreye Duyarlı olduğunu belirtiyordu. 

Genel olarak tutumsal açıdan hem global hem de yerel kamuoyunun çevre konusunda hassas olduğunu söyleyebiliriz fakat davranışlarımızı değerlendirdiğimizde benzer yüksek sonuçları göremiyoruz. 

Global araştırmamızda iklim değişikliği konusunda çeşitli bireysel aksiyonları alma konusunda istekli olup olmadıkları da bireylere soruluyor. Fazla paketli gıda almaktan imtina etmek, çöpleri geri dönüşüm için ayrıştırmak, ihtiyaç dışında ürün almamak vb aksiyonları alma konusunda bireyler 4 yıl önce belirttikleri düzeyde, hatta bazı aksiyonlarda 4 yıl önceye göre daha az istekliler. Bu da bize davranış değiştirme konusunda bir ilerleme kaydedilmediğini gösteriyor. 

Öte yandan iklim değişikliği konusunda devletten beklentiler büyük.  Global kamuoyunun yüzde 68’i eğer hükümetleri iklim değişikliği ile mücadele için aksiyon almazsa onları hayal kırıklığına uğratacağını düşünüyor. yüzde 57’si ise iklim değişikliği konusundaki politikaları ciddi bir aksiyona götürmeyen siyasi partiye oyunu vermeyebileceğini belirtiyor. Araştırmaya Türkiye’den katılan bireylerin yüzde 47’si de bu konuda hem fikir.