ABD’nin ‘terörist’ diye nitelediği Irak’taki Haşdi Şabi'nin komutanı Ebu Mehdi Muhendis, milis grubunu dağıtma baskılarına karşılık “Irak ordusu Haşdiler olmadan yapamaz, Haşdiler de Irak ordusu olmadan” dedi.
"AKP, DAEŞ’i terörist buluyor, IŞİD’i İslami" diyen Muhendis, Cumhuriyet'ten Ceyda Karan'ın izlenim haberi şöyle:
Türkiye’yi yöneten siyasi akıl, maalesef güneyinde ciddi ‘nefret tohumları’ ekmekle iştigal ediyor. AKP rejiminin Ortadoğu’da açıkça mezhepçi pozisyon almasından bu yana gittikçe derinleşen bir kriz hali bu. “Herkes bize düşman” motto’suyla toprak genişletme hayaliyle yanıp tutuşanların sahadaki durumun ayırdında olduklarını hiç zannetmiyorum. Tıpkı Suriye’de kurulan hayaller ve toslanılan hakikatlerde olduğu gibi...Pazar akşamüzeri geldiğim Bağdat’ta özellikle Türkmenleri merkezine alacak şekilde her kesimle konuşuyorum. Türkiye’ye karşı adeta ‘duygusal bir seferberlik’ havası hakim. Irak Başbakanı Haydar el İbadi’nin en son "Türkiye ile savaşmak, karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Ancak karşı karşı gelmemiz halinde, buna da hazırız. O zaman (Türkiye'yi) düşman olarak nitelendirir, ona göre muamele ederiz” sözlerinin altı hiç de boş değil. Diğer yandan İbadi’nin “Irak'ın işgali, Türkiye'nin parçalanmasına neden olur... " sözleri hakikaten çok ürkütücü. Bağdat’ta gazetemiz Cumhuriyet’e yönelik saldırıdan hemen herkesin haberi varken, şu soru yöneltiliyor: “Türkiye’ye ne oluyor, Saddam gibi diktatörlük mü tesis ediliyor. Türkiye nereye gidiyor..”
Türkiye’yi yönetenlerin ‘Sünni’ kelimesinin ağızlardan zaten düşmemesinin buradaki yankıları muazzam. İşin aslı yanıt olarak “Türkiye’de de asıl mezhepçi karşı taraf. Her şey İran’ın başının altından çıkıyor görüşü var” diyerek varolan algıyı iletmek de kafi gelmiyor. Zira Türkiye hükümetine ‘mezhepçilik’ ithamında bulunanlar salt Şiiler değil. Ankara’nın tarihi hak iddiasında bulunduğu Musul vilayetinin hemen neredeyse tüm sakinleri... Yani Şii Türkmenler, Hıristiyanlar, Şebaklar, Kakailer, hatta kimliklerinde etnisitelerinin daha belirleyici olduğu Sünni Türkmenler ile bir kısım Sünni Arap da... Dolayısıyla mezhepçiliği temel alarak “Bütün Sünni Araplar ve Sünni Türkmenler kucak açmış Türkiye’yi arzu ediyorlar” söyleminin altı nekadar dolu, doğrusu bilemiyorum. Ancak öyle olsa bile, bu koşullarda kafi gelmez. Zira Türkmenler IŞİD yüzünden mezhep hatlarıyla bölünmüş görünürken, herkesin itiraz bayrağı açtığı bir iklim de yaratılmış görünüyor. Recep Tayyip Erdoğan’a 2 Ekim’de sarf ettiği “Musul kurtarıldıktan sonra sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalı” sözleri büyük tepki çekmiş. Türkmen Kurtuluş Vakfı Erdoğan’ın açıklamalarını kınayıp Irak’ın etnik ve mezhep çeşitliliğine saygı göstermesini talep etmişti. Buradaki hissiyat, Ankara’nın Musul vilayetinin çeşitlilik arz eden kültürel dokusunu anlayamadığı yolunda. Bu saatten sonra ara sıra başvurulan retorik değişikliklerin hiç ikna edici olabileceğini zannetmiyorum. Iraklıların bir söyledikleri de “Türkiye kendi içinde Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere azınlıktaki var oluşlarla bile başedemezken, Neynova’nın olanca çeşitliliğiyle ne yapacak.” Eh buna itiraz etmek çok da zor doğrusu. Uluslararası yasalar da lehine görünmezken, TSK’nın bu koşullarda Irak’ta girişebileceği bir maceranın bütün bir bölgede algılanış biçimi açık olacak: İşgal. Iraklı Sünni milletvekillerinden eski başbakan yardımcısı Salih el Mutlak bile Türkiye’nin Bağdat’ın onayı olmadan hareket etmemesiniistiyor. Türkiye’nin ‘endişelerini anlasalar da’ gerilimin muhakkak diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini vurguluyor. “Bu durumda her şey bir yana Ankara’nın Irak’ta desteklediği grupları da tehlikeyeatacağına kesin gözüyle bakabiliriz” sözleri her şeyin özeti aslında.
Peki neden böyle oluyor?
Türk yetkililerle temasta olan, üst düzey Türk siyasilerle geçmişte teşrik-i mesaileri bulunan bir Türkmen siyasetçinin (Sünni) şu sözleriaslında pek çok şeyi anlatıyor: “Onlar (AKP) için iki unsur var. Birisi IŞİD, diğeri Daeş. Daeş’i terörist buluyorlar, IŞİD’i ise İslami..” sözleriyle dile getiriyor. Bu aslında “öfkeli çocuklar” retoriğinin de yankısı. Türkiye IŞİD’in Irak’ın kadim topraklarında açmış olduğu yaraların hiç ayırdında görünmüyor. Irak’ın Sünni Türkmenler daha ziyade Türkmen Cephesi şemsiyesi altında toplanıyorlar ancak elleri günden güne zayıflıyor desek yeridir. Özellikle de “Türkiye tarafından fonlandıkları” algısı çok yaygın. Irak’ta İran’ın etkisi azımsanmayacak düzeyde olsa bile, Şia nedeniyle böyle bir algı yok. Bu İranlı yetkililerin en başta söylemlerine hep dikkat etmelerinden tutun da Irak Arap kimliğinin “İran’ın uydusu olmayı dışlayan” tutumuna uzanıyor. Şii Türkmenler ise daha dağınık olmakla birlikte güçlerini Irak’ın bütünlüğü içinde kendilerine ait bir bölgeye sahip olmakta görüyorlar. Merkezi hükümet şemsiyesi altında duruyorlar. Neynova bölgesinin diğer halkları Ezidiler, Hıristiyanlar, Şebaklar ve Kakailerle dayanışma halindeler. 2014’te Telafer ve Amirli’deki IŞİD katliamları Türkmenlerin Türkiye’ye bakışını derinden etkilemişler. O dönemde Bağdat, Necef ve Kerbela’ya kaçmak zorunda kalmış olan Türkmenler, Türkiye’nin hiçbir yardım yapmadığını anlatıyorlar. “Türkiye IŞİD karşıtı koalisyona katılmak istiyor, o zaman neredeydiler” diye soruyorlar. Başika’daki varlığı da Sincar’daki PKK varlığı üzerinden sunulan gerekçelendirmeyi de ikna edici bulmuyorlar.