Bugün Ankara'ya Suriye gündemiyle kritik bir ziyarette bulunacak İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, "Şu an, Irak’ın Amerika tarafından işgal edildiği zaman şiddet yanlısı aşırıcı grupların bu kargaşadan yararlandığına dair bir görüş birliği var. Çöküş ve kaostan beslenen DAİŞ gibi bir grup, Amerika’nın 2003’te Irak’a saldırmasından sonra gerçekleşen istikrarsızlık ve kaos sayesinde büyüme göstermiştir" dedi.
Cumhuriyet'e yazdığı makalede ABD'nin Irak işgalini eleştiren Zarif, "Bölgede ağır bir direnişle karşılaşan bu proje beraberinde sadece geniş alana yayılan kargaşa ve istikrarsızlık getirmiştir. Bu yetersiz projeyi uygulamaya koyanlar, zorla ve baskı ile bir millete demokrasi getirilemeyeceğini ve bir toplumda demokrasinin işgalci bir ordunun hâkimiyeti altında yerleştirilemeyeceği gibi önemli bir hususu anlamaktan acizdiler" görüşünü dile getirdi.
Cevat Zarif'in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (11 Ağustos 2015) nüshasında yayımlanan makalesi şöyle:
Şiddete dayalı aşırıcılık günümüzde sadece Ortadoğu bölgesini değil, aslında tüm dünyayı kendisiyle tehdit eden, sınır tanımaz tehlikelerle dolu ve belki de en kronik diyebileceğimiz bir sorun halini almıştır.
Şu ana kadar Irak ve Suriye’de büyük yıkımlara sebep olan bu büyük tehdidin makus gölgesi, bölgenin dört bir yanına yayılmıştır. Aşırıcılığın yayılması ve küresel düzeyde savundukları dava, bugün sadece bölgemizde değil, belki dünyanın diğer birçok bölgesinde de jeopolitik ve güvenlik ortamı için ne denli yıkıcı etkilerinin olabileceğini ortaya koymuştur.
Aşırı unsurlar tarafından bugüne kadar işlenen cinayetler ve onların Suriye ve Irak’ta etnik kıyım ve yıkıcı eylemler şeklindeki şiddete dayalı çabaları dünyayı derinden sarsmıştır. Sadece geçen aylarda El Kaide’ye bağlı unsurların Avrupa’da yaptıkları terör saldırıları, Boko Haram tarafından yapılan ve “2015 Baga Katliamı” olarak bilinen terör eylemi, Tunus Milli Müzesi’ne yönelik terör saldırısı, Afganistan’ın Celalabad bölgesinde sivillere yönelik girişilen intihar eylemi, Libya’da 21 Mısırlı Kıpti Hıristiyanın kafaları kesilmek suretiyle öldürülmesi ve Kenya’daki 147 üniversite öğrencisinin acımasızca katledilmesi vb. olaylar şiddet yanlısı aşırıcıların her geçen gün artan tehditlerinin bugün hangi boyutlara ulaştığını gözler önüne sermektedir.
Eski Sovyetler’in Afganistan’a saldırısından sonraki dönemde El Kaide ve Taliban’ın ortaya çıkışına neden olan bu olgu, o zamanlar ilk kez dikkatleri üzerine çekmiş, ABD’nin Irak’a saldırısı ve bu ülkede El Kaide’ye bağlı çeşitli grupların oluşumunun ardından yeni bir boyut kazanarak DAİŞ adı altında ortaya çıkmıştır.
Katliamlar, cinsel tecavüzler, insanları din değiştirmeye zorlama, işkence ve insanları köle haline getirmek gibi geniş cinayetler -ki DAİŞ ahlaksız bir şekilde bu cinayetlerin görüntülerini sosyal medyada yayımlamıştır- bu örgütten kaynaklanan tehditlerin türünü ve hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. DAİŞ’in Batılı endüstriyer “Demokrasiler” de dahil dünyanın dört bir yanında 90 ülkeden üye alması, yapısal ve sosyal anlamda birçok olumsuz olaydan haber veren uyarıcı işaretlerden birisidir. Tekfirci eğilimler bu terörist örgütünü, toplumda nüfusu artan kesimlere karşı saldırılarını haklı göstermek, hatta bununla iftihar edip insanları öldürmek veya tarumar edip köle haline getirmek gibi küstahça davranışlarda bulunmaya sevk etmiştir.
Hatta bu cinayetler, bu tekfirci fırkanın ilk hedeflerinin ötesine de geçerek diğer rakip tekfirci grupların üyelerine de sirayet etmiştir.
DAİŞ ve El Nusra Cephesi gruplarının üyelerinin defalarca birbirinin kafasını kesmesi, bu örgütlerde cinayet işleme eğiliminin var olduğunu göstermektedir. Örneğin Mart 2014’te Suriye’nin kuzeyinde bu iki grup arasında yaşanan çatışma binden fazla insanın ölümüne neden olmuştur.
Tarihi camileri, kutsal türbeleri, kiliseleri, antik mezarları ve tapınakları imha etmek ve onlara saygısızlık yapmak, ayrıca bölgenin zengin kültürel mirasını temsil eden eserleri acımasızca tahrip etmek, bu aşırı unsurların bölgenin geleceği için zihinlerinde nasıl bir düşünce taşıdıklarını göstermektedir.
Ezidilere karşı işlenen büyük cinayetler, aşırıcılık ve şiddet yanlısı bu tekfirci unsurların azınlıklara yönelik nasıl davrandıklarını ve nasıl makus bir plana sahip olduklarını bütün gerçekliğiyle gözler önüne sermektedir. 2014 Haziranı’nda Irak hava kuvvetlerine bağlı 1700 subay öğrencinin Tikrit’te katledilmesi ve bu büyük cinayetin sözde gurur kaynağı olarak sosyal medyadan paylaşılması, bu aşırıcılık yanlısı gruplarla baş edilmememesi durumunda Irak’ı gelecekte nasıl bir tehlikenin beklediğini göstermiştir.
Bütün bu saldırılar, aslında bölgenin sosyal yapısı ve dokusu ile medarı iftiharı olan zengin ve çok çeşitli mirasına karşı yapılmış sayılmaktadır.
Sevgi, şefkat, sabır, hoşgörü ve bağışlama gibi insani değerler, her zaman bütün dinlerin, özellikle de İslamın, tarih boyunca yaymaya çalıştığı mesajın temel bileşenlerindendir.
Ancak, son iki yüzyılı aşkın süre içerisinde geçmişi karanlık halk avcısı küçük bir grup dinde reform bahanesiyle, kendisini İslam kisvesi altında göstermeye başladı. Dar görüşlü programlarını hayata geçirerek gerçek siyasi hedeflerine ulaşmayı amaçlayan bu grup, İslamın temel mesajını ve dinin yüce öğretilerini çarpıtıp sevgi ve merhameti dinden silmeye çalıştı. Dolayısıyla da tekfirci grup ve onun izinde gidenler dine kendileri gibi bakmayanları baskı altına alarak onları aforoz edip dinsiz saydı.
Onlar böylesine temelsiz yorumlardan hareketle, kendi yorumlarıyla örtüşmeyen rivayetleri reddedip inkâr etmeye kalkıştılar ve farklı inançlara sahip herkesi tekfir ettiler. Onlar dini sadece kendilerinin doğru anladığını ve tüm hakikatlerin kendilerinin tekelinde olduğunu öne sürüyorlar.
İşte tekfircilik böyle bir yaklaşımın özüdür. Ben şahsen şu an bölgede yaşanan sorunların ve mevcut aşırıcılığın böyle bir eğilim ve yaklaşımdan kaynaklandığı kanaatindeyim.
Eğer böyle bir dini yorum sadece ona inananlardan küçük bir grupla sınırlı kalmış olsaydı, bu inananlar kendi görüşlerini savunma hakkına sahip olabilirdi.
Nihayet işin geçeği ortaya çıktı. Güç ve servet sahibi insanlar bu cahil inançları uzak ve yakın Müslüman ülkelerde yaymayı, fakir toplumlarda da para ve propaganda ile halka zorla kabul ettirmeyi üstlenmişlerdi. Bu kez bu güç ve servet sahibi kesimin önceliği “dini ihlas” değildi. Öncelik bu kez özel siyasi hedeflerini ve bazı dar görüşlü stratejik hesaplamalarını hayata geçirmekti.
Ne yazık ki sosyal ve ekonomik koşullardan dolayı radikal ideolojilere karşı savunmasız olan bireyler ve gruplar asimilasyona uğradı. Öte yandan tekfirci kesimlerin çoğu görüşlerini yaymak ve empoze etmek için güç kullanmaktan hep kaçındıkları halde, bazıları eline silah alıp, hatta kendi kurucularına bile karşı durmaktan çekinmediler. İşte şiddet yanlısı aşırıcılık tam bu noktada ortaya çıkmıştır.
DAİŞ ve işbirlikçilerinin yukarıda açıkladığımız şekilde İslami düşüncenin tahrifine dair tarihi süreçteki köklerinin araştırılması bugün artık zorunlu bir görev haline gelmiştir. Bununla birlikte, geçen on yılda Irak’taki kanlı gelişmelerin mevcut aşırıcı grupların ortaya çıkışı ve büyümesindeki etki ve rolü de unutulmamalı, dikkate alınmalıdır.
Özellikle 2000’li yıllarda İslam ülkelerinde müşahede ettiğimiz siyasi ve askeri müdahaleler çetin şartların oluşmasına neden olmuş, halk avcıları aşırıcı unsurlar için çok müsait bir ortam yaratarak onların arasında en radikal olanların diğerlerine karşı üstünlük elde etmesine ve böylece şiddet yanlısı aşırı grupların oluşmasına imkân sağlamıştır.
Şu an, Irak’ın Amerika tarafından işgal edildiği zaman şiddet yanlısı aşırıcı grupların bu kargaşadan yararlandığına dair bir görüş birliği var. Çöküş ve kaostan beslenen DAİŞ gibi bir grup, Amerika’nın 2003’te Irak’a saldırmasından sonra gerçekleşen istikrarsızlık ve kaos sayesinde büyüme göstermiştir.
Yine aşırıcı unsurlar Suriye krizi esnasında bölge bulunan bireyler, kuruluşlar ve hükümetlerden aldıkları desteklerin yardımıyla müsait bir ortam elde edip, sahte dava ve ideallerle dev bir yapıya dönüştüler ki, bugün bu unsurlar hatta kendi kurucularını ve destekleyenlerini bile tehdit eder hale gemiştir. “Arap Baharı”nın nispi başarısızlığından sonra bu unsurların Arap ülkelerindeki yoksul ve hedefsiz gençlerin yanı sıra Batılı ülke gençlerine de yaptığı çağrılar, onların kendi saflarını güçlendirmelerine ve hızlıca büyümelerine imkân sağladı.
Ortadoğu toplumlarının sosyal dizaynı için ham çabalar ve askeri müdaheleler, Amerika ve diğer bazı Batılı güçlerin bölge hakkındaki politikalarında ne kadar yanıldıklarının bir göstergesidir. Hedefi Ortadoğu toplumlarını “demokrasi” bahanesiyle sosyal ve siyasal açılardan dizayn etmek olan sözde “Büyük Ortadoğu Projesi” teorik anlamda askeri müdahalelere çerçeve hazırlamıştır.
Bölgede ağır bir direnişle karşılaşan bu proje beraberinde sadece geniş alana yayılan kargaşa ve istikrarsızlık getirmiştir. Bu yetersiz projeyi uygulamaya koyanlar, zorla ve baskı ile bir millete demokrasi getirilemeyeceğini ve bir toplumda demokrasinin işgalci bir ordunun hâkimiyeti altında yerleştirilemeyeceği gibi önemli bir hususu anlamaktan acizdiler. Bu hayalci projenin hayata geçirme çabaları esnasında, Irak ve bölgeye verilen zararlar ve hasarlar o kadar geniş ve derindi ki, bu zararın yarattığı etkiler yıllar geçmesine rağmen henüz telafi edilebilmiş değildir.
Bölgenin doğal dinamizmi hakkında tam bir bilgisizlik üzerine kurulu bu politikaların amacı, bölge halkını bölgenin özelliklerine tamamen yabancı olan ve yerel toplumların gelenekleri, kültürleri ve yaşam tarzları ile taban tabana zıt bir modele zorlamaktı.
Bu yolla bölgedeki bazı toplumlarda başgösteren istikrarsızlıklar, şiddet ve aşırıcılık yanlısı unsurların güçlendirmenin yanı sıra, sosyal ve kültürel boşluklardan güçlenenen aşırıcılık ve dış mihraklı işgallerin birbirini güçlendirmesine zemin hazırlayan bir kısırdöngünün meydana gelmesine neden oldu. Böyle bir durumu önceden tahmin etmek pek zor değildi.
17 Şubat 2003 tarihinde Güvenlik Konseyi’nde yaptığım konuşmada şu noktayı hatırlattım: “Günümüzde, bölgedeki istikrarsızlık ve Irak’taki gelecekle ilgili oluşan güvensizliğin boyutu sanıldığının da ötesindedir. Irak toplumunun durumunu ve bölgenin tamamını göz önüne aldığımızda, belirsiz konuların çok fazla olduğunu ve taraflardan hiçbirinin kesin bir şekilde bu belirsizlikleri önceden tahmin edemeyeceklerini görüyoruz. Ancak az çok hepimizin görebileceği bir nokta var ki, o da Irak’taki bu sorumsuzca maceradan en çok kazançlı çıkacak tarafın şiddet aşırıcılık yanlılarının olacağıdır.”
Aşırıcı unsurlar ve teröristlerin şu anda, halk avcısı liderlerinin 2001 yılında hayal bile edemeyeceği çok daha güçlü bir konuma geldiklerini ve Ortadoğu’nun birçok bölgesinde operasyonlar yaptıklarını hiç kimse inkâr edemez.