İran Devrimi 35 yaşında

İran Devrimi 35 yaşında

Sonradan 1979 İran İslam Devrimi adını alsa da İran’da 1978-1979 yıllarındaki devrim hareketi son derece heterojen bir yapıya sahipti. Komünistler, milliyetçiler, liberaller ve İslamcılar tek bir hedef etrafında kilitlenmişti: Şah’ın devrilmesi.

Ülkeyi Washington’dan gelen yoğun destekle yaklaşık 40 yıl boyunca yöneten Şah Rıza Pehlevi, bir polis devleti kurmuştu. Yoksul ile zengin arasındaki uçurum giderek daha da büyümüş, özellikle kırsalda milyonlarca İranlı yoksulluk sınırının altında bir yaşama terk edilmişti. Ülkenin zenginliği ise Şah’ın çevresindeki küçük elit tabakanın elinde toplanmıştı.

Devrimin çekirdeği: Orta sınıf

Almanya’nın Berlin kentinde yaşayan ve devrime yerinde tanık olan İranlı yayıncı Bahman Nirumand, devrimin çekirdeğini, orta sınıfın oluşturduğunu belirtiyor. İran’ın petrol gelirleri sayesinde ekonomik açıdan önemli bir ülke haline geldiğini ve bunun sonucunda kentlerde oldukça büyük bir orta sınıfın oluştuğunu belirten Nirumand, “Ve bu sınıf söz hakkı talep etti. Bu yeni orta sınıf özgür, liberal bir İran hayali kuruyordu. 1978 protestolarında pek çok kişi ellerinde demokratik yollarla seçilmiş eski başbakan Muhammed Musaddık’ın posterlerini taşıyordu” diyor. Musaddık 1953 yılında Amerikan Merkezî Haber Alma Teşkilatı CIA'in yardımıyla düzenlenen bir darbeyle devrilmişti.

Ve İslamcılar sahnede

İran’da protesto hareketine İslamcıların katılımı daha sonra gerçekleşti. 1978 yılında İran’ın Kum kentindeki İlahiyat Fakültesi'nde öğrenim görmeye başlayan ve şu an Almanya’nın Erlangen Üniversitesi’nde çalışan Rıza Hayatpur, Humeyni’nin din adamları arasında Şah’ın en ateşli muhalifi olduğuna dikkat çekiyor. Hayatpur, “İran’daki din adamları siyasete karışmamayı tercih ederken Humeyni sürgünde bulunduğu Paris’ten Şah karşıtı ateşli konuşmalar yapıyordu” diyor.

Humeyni sadece yoksullara yardım vaadinde bulunmuyor, aynı zamanda elitlerin toplumda ‘Batı düşkünlüğü ve yozlaşma’ olarak algılanan lüks yaşamına bir son vermek istiyordu. Kültürel açıdan bu yenilenme hareketinin son durağı ise bir İslam Cumhuriyeti olacaktı. Bahman Nirumand, İran halkının Humeyni’yi coşku ve hayranlıkla izlediği o dönemleri hatırlıyor ve ekliyor: İnsanlar, ‘cumhuriyet' kulağa iyi geliyor. İslam konusunda da ‘e tamam sonuçta biz de Müslüman bir ülkeyiz' diye düşünüyordu. Hedefin ülkenin tamamen İslamcılaştırılması olduğunu o dönem kimse telaffuz etmiyordu.

Kısa geçen bahar

Başlangıçta mollalarla liberaller arasında işbirliği varmış gibi algılanıyordu. 1 Şubat 1979’da Humeyni sürgünden döndü ve sadece dört gün sonra liberal politikacı Mehdi Bezirgan’ı geçici hükümetin başbakanı olarak atadı. Rıza Hayatpur, “Bezirgan’ın görev döneminde mollalarla liberaller arasında görüş ayrılıklarının bulunduğu açıkça ortaya çıktı” diyor. Humeyni taraftarları şiddet kullanarak neredeyse tüm Şah yanlılarını yok etti.

Bahman Nirumand o döneme dair şunları söylüyor: Şah ve çevresindeki elit tabaka yozlaşmıştı. Sadece İslamcılar değil, herkes buna karşıydı. İşte bu hoşnutsuzluk Humeyni’nin kültürel değişim planları açısından önemli, geniş bir zemin oluşturdu. 1979 Aralık ayında yapılan referandumda İran halkı ezici çoğunlukla yeni bir İslamî anayasaya ‘evet' dedi. Bu anayasa tamamen devrim önderi Humeyni’nin görüşlerine göre şekillendirilmişti.

Liberallerin son çırpınışı

Solcular ve liberallerin buna karşı yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. Bir süre daha iktidar mücadelesini açık bir şekilde sürdürebildiler. Tahran’daki Amerikan Büyükelçilik binasına düzenlenen baskından iki ay sonra 1980 yılı Ocak ayında halk Ebu’l Hasan Beni Sadr’ı cumhurbaşkanlığına seçti. Rıza Hayatpur, “Ama ta o zamandan mollaların buna razı olmadığı görülmüştü. Çünkü onların kendi adayı vardı” diyor. Beni Sadr kısa sürede Humeyni’nin nahoş bir rakibi haline geldi ve sürekli mollaların diktasına karşı uyardı. Bahman Nirumand, “Halk bölünmüş haldeydi. Karar ancak İran-Irak savaşıyla geldi ve Humeyni’nin dediği gibi bu gökten inen bir hediyeydi” diye konuşuyor.

1980 Eylül ayında, ABD tarafından son teknolojiyle donatılıp tam teçhizatlı hale getirilen Irak lideri Saddam Hüseyin İran’a saldırdı. Bu kanlı savaş sekiz yıl sürdü, arkasında bir milyon ölü bıraktı. Askerî açıdan savaşın galibi olmadı. Nirumand iç politik açıdansa savaşın İran’da nihaî kararı beraberinde getirdiğini, İran halkının tercihini mollalardan yana yaptığını belirtiyor ve ekliyor: Çünkü her tür muhalefet, dış düşmanlara atıfla eritilebiliyor, yüz binler cepheye gönderilebiliyordu. Ama her şeyden önce İslamcılar şehitlik ideolojisini devreye sokabiliyordu.

Ve kıyım başladı

Ebu'l Hasan Beni Sadr en ünlü siyasî kurban oldu. Cephedeki pek çok hezimetten o sorumlu tutuldu ve İran meclisi tarafından 21 Haziran 1981’de cumhurbaşkanlığı görevinden azledildi. Artık mollaların önünde engel kalmamıştı.

Ülkede idam dalgaları başladı. Liberaller, komünistler, Şah taraftarları, muhalif din adamları, hepsi bir bir takibata uğradı, tutuklanıp idam edildi. Beni Sadr’ın yerine cumhurbaşkanlığı koltuğunu Muhammed Ali Recai aldı. Ancak görevdeki 28’inci gününde bombalı bir saldırıya kurban gitti, yerine Seyyid Ali Hamaney geldi. Ali Hamaney, Humeyni’nin ölümünün ardından ülkenin en üst dinî lideri ve İran’ın en güçlü adamı oldu.

“İdeoloji yerine katı pragmatizm”

1979 devriminden bu yana İran’ın siyasî sisteminde çok az şey değişti. Hâlâ tüm ipler dinî liderin elinde. Cumhurbaşkanı, Hamaney’in onayı olmadan neredeyse hiçbir şey yapamayacak durumda. İslam bilimci Rıza Hayatpur, tüm bu güce rağmen Hamaney’in, Humeyni’nin karizmasına sahip olmadığını belirtiyor ve ekliyor: İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisi artık o kadar büyük bir rol oynamıyor. Bugün daha ziyade bir nevi katı progmatizm söz konusu . Hayatpur, yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’nin politikasının da bunu doğruladığını belirtiyor. Hayatpur, “Son yıllarda iç ve dış politikada yaşanan tahribatın şimdi Ruhani aracılığıyla mümkün olduğunca onarılmasına çalışılıyor. İnsanlar değişim istiyor. Ama konu artık halk ile mollalar arasındaki zıtlıklardan ziyade sosyal bir çatışma. Yani uluslararası yaptırımlar ve işsizlikten muzdarip olanlarla sistemden hâlâ kâr edenler arasındaki çatışma” diye konuşuyor.