Fehim Taştekin
İran'da geçen haftalarda Şiiliğin kutsal kenti Kum'daki gösteride Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'yi tehdit eden bir pankart açıldı: "Ey müzakereci! Yüzme havuzu seni uyarıyor!"
Eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani 2017'de villasının havuzunda ölü bulunmuş ve cesedinde normalin 10 katı radyasyon tespit edilmişti. Sıra dışı tehdit İran'da siyasal fay hatlarının nasıl harekete geçtiğinin küçük bir göstergesi.
Tahran, 5+1 grubunun İran'la imzaladığı nükleer anlaşmadan (JCPOA) çekilen ABD'nin dayattığı yaptırımlar karşısında özgüvenini yitirmese de, ekonomik krizi derinleştirecek yeni dalga, taşları yerinden oynatıyor.
İlk etabı 7 Ağustos'ta başlayan, ikinci etabı da 5 Kasım'da devreye girecek olan 'mali çökertme' planı kaçınılmaz olarak toplumsal ve siyasal dinamikleri de etkiliyor.
Yaptırımlardan önce patlak veren gösteriler sadece Ruhani'ye değil rejime karşı da meydan okumaya dönüştü. Ekonomik baskılar ve artan yolsuzluk, sisteme karşı itirazları muhafazakâr kesimleri de içine alarak büyüyor.
Eskiye oranla zemin daha da kırılgan.
Sünni militanizmin uç verdiği Belucistan, Arapların yaşadığı Huzistan ve Kürdistan'daki 'huzursuzluk potansiyelinin' tetiklenmesinden korkuluyor. Özellikle bazı Kürt gruplar arasında rejimle hesaplaşma gündemleşiyor.
1979'dan beri diasporik bir örgüte dönüşmesine ve Irak'taki üssünü kaybetmesine rağmen rejim değiştirme komplosu çerçevesinde Halkın Mücahitleri örgütünün devreye sokulma ihtimali değerlendiriliyor.
Epey zaman ABD ve AB'nin terör listesinde kalan bu örgüt, artık Washington'da Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, eski New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani ve Senatör Tom Cotton gibi destekçilere sahip.
Rejimin ana unsurları sistemi korumak için öfkenin yönünü hükümete döndürmeye çalışıyor. Ekonomideki kötü performans ve özgürlükler konusundaki vaatlerin tutulamaması nedeniyle reformcuların da yüz çevirdiği Ruhani ise ayaklarını sabitleyebilmek için radikallerin dilini kuşanıyor. Ancak ortada düzene karşı itirazları besleyen gerçek bir kriz var.
Öfkenin salındığı yer de yolsuzluklar.
Sistem, durumun ciddiyetinin farkında; Ruhani'nin sert duruşunu ödüllendirse de hiçbir şey yokmuş gibi davranma lüksüne sahip değil.
Bu yüzden Ruhani 80 vekilin imzasıyla Meclis'e çağrılırken, İran Maliye Bakanı Mesud Karbasian da görevden alındı.
Ruhani, Çarşamba günü Meclis'e hesap verdi.
Rejimin iki kilit kurumu Uzmanlar Meclisi ile Anayasayı Koruyucular Konseyi'nin başkanlığını yapan Ahmet Cenneti, mali suçluların hızla cezalandırılmasını istedi. Ardından dini lider Ali Hamaney yolsuzlukla mücadele için özel mahkemelerin kurulmasını onayladı.
Hamaney 13 Ağustos'ta halkın öfkesine hak verirken, ilk kez doğrudan hükümeti suçladı: "Yaptırımlardan daha çok hükümetin ekonomideki kötü yönetimi sıradan insanlar üzerindeki baskıyı artırıyor… Yolsuzluk yapanlar katı bir şekilde cezalandırılmalı."
Bütün faturayı ABD'ye kesme alışkanlığına sistemin en tepesinde de son verildiğine göre, iç tartışmalar devinim kazanacak demektir. Emekli diplomat Sadık Maliki'ye göre ABD ile yeni bir anlaşma sağlansa bile sorunlar çözülmeyecek çünkü mevcut durumun asıl sorumlusu 40 yılın yanlış politikaları.
Kriz toplumsal dinamiği tetiklediği gibi siyasal sistemdeki sancıları da derinleştiriyor. Batı ile diyaloğa yatırım yapmış reformcu ve pragmatik muhafazakârlar gerilerken, müzakereleri aldatmaca bulan radikal muhafazakârlar, ipleri ele alıyor.
Beri tarafta reformcuların 'illallah' dediği, sistemin de son seçimlerden men ettiği popülist-muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad yeniden yükseliyor.
Engellemelere rağmen gittiği kentlerde kalabalıklar tarafından karşılanıyor. Ahmedinejad'ın mehdilik inancına sarılmış siyasi kliğini tehlikeli bulan sistem, kendisine dokunmasa da yeniden sahneye çıkmalarını önlemek için eski yardımcıları Hamid Baghai ve Rahim Meşai dahil pek çok kişiyi tutuklattı.
Uzun süreli bir suskunluğun ardından krizi fırsata çeviren Ahmedinejad, Ruhani'yi istifaya çağırıp hesaplaşma havasına girdi.
Reformcu kanattan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ise normalleşme için 2009 seçiminin reformcu adayları Mehdi Kerrubi ile Mir Hüseyin Musavi'nin ev hapsine son verilmesini istedi.
Ruhani, 2009 senaryosunun tekrarından kaçan sistemin çözümüydü. Şimdi sistemin kendi alternatifini üretmesi gerekiyor. Meclis Başkanı Ali Laricani'nin içinde yer aldığı yeni siyasi blok arayışları da, bunun bir göstergesi.
İran bu saatten sonra ABD ile masaya oturabilir mi? Bu da ciddi şekilde tartışılıyor.
Ruhani, petrol ambargosuna karşın Hürmüz Boğazı'nı tanker trafiğine kapatma tehdidinde bulunup "Bay Trump! Aslanın kuyruğuyla oynama, pişman olursun. Amerikalılar şunu anlamalı: İran'la barış barışların anasıdır, İran'la savaş da savaşların anasıdır" diyerek Devrim Muhafızları ile aynı çizgiye geldi.
Bu dili Ahmedinejad'a yakıştıran reformculara göre her şeye rağmen Trump'ın görüşme teklifi değerlendirilmeli.
Hamaney ise "ABD ile görüşmeleri yasaklıyorum" diyerek bu yolu kapattı. Yine de Ruhani'nin çıkışının aslında 'barışa peşrev' niteliği taşıdığını ve Eylül'de BM Genel Kurulu sırasında Trump'la görüşebileceğini öngörenler var.
Hamaney, Şah zamanından beri İranlıların 'ulusal onur' meselesi yaptığı nükleer programı sınırlandıran anlaşmayı kabul ederken verdikleri tavizi 'kahramanca esneklik' olarak nitelemişti.
Benzer bir yaklaşımın sistem için riski bu kez fazla ama 'Büyük Şeytan'la ilişkilerdeki belirsizlikler dikkate alındığında 'zinhar olmaz' demek imkânsız.
Böyle zamanlarda 2012'den itibaren nükleer anlaşmaya giden yolu açan dolaylı görüşmelere ev sahipliği yapmış olan Umman'daki trafiğe bakmalı.
Bir diğer haraketli konu AB'nin, İran'la çalışan Avrupalı şirketlere koruma kalkanının işe yarayıp yaramayacağı meselesi.
Batı ile diyalogu beyhude gören kanatlar, AB'nin taahhütlerini yeterli bulmuyor.
ABD, 1996'da Küba, Libya ve İran'la iş yapan üçüncü tarafları cezalandırmaya kalkışınca AB, Engelleme Mevzuatı (Blocking Statute) adıyla bir düzenlemeye gitmişti.
Avrupa Komisyonu bu mevzuatı İran için güncelleyerek 7 Ağustos'ta tekrar devreye soktu.
Düzenleme Avrupalı şirketlerin yaptırımlara uymasını yasaklarken, cezalandırılacak şirketlerin zararlarının tazmini ve Amerikan yargısından gelecek kararların reddedilmesini öngörüyor. Yine de bu düzenleme özellikle ABD ile işi olan büyük firmaların İran'dan çekilmesini engelleyemedi.
Radikaller, AB'ye güvenmenin hata olduğunu belirtip yerli çözüme odaklanılmasını istiyor. Bundan kasıt ekonomik suçlarla mücadele, iç üretimi artırma ve alternatif ittifaklar geliştirme.
İranlılar epey zamandır Batı'da yaşanan daralmayı Doğu'da esneyerek telafi etme arayışında.
Bu çerçeve özellikle Şanghay İşbirliği Örgütü ve ASEAN alanındaki ilişkilere yatırım yapılıyor. 2 Ağustos'ta Singapur'da ASEAN ile Güneydoğu Asya Dostluk ve İşbirliği Anlaşması (TAC) imzalandı. İranlılar bu ülkelerde Amerikan sisteminden bağımsız küçük bankalar ve şirketlerle çalışmayı umuyor.
Yine Hazar'da 25 yıllık statü anlaşmazlığına son veren mutabakatta gösterilen esneklik de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Gerçi Hazar tavizini, "Çar Putin'e Suriye ödülü" olarak okuyanlar var. İddia o ki Hamaney, 2015'de Suriye'ye yardıma gitmesi karşılığında Rus lider Vladimir Putin'e Hazar'da uzlaşma sözü verdi.
AB'nin koruma kalkanı işe yaramasa dahi Batı ile diyalogun korunması gerektiğini savunanların argümanı ise özetle şöyle: Önceki diyaloglar aldatıcıydı. Bu kez durum farklı. JCPOA'nın arkasında BM var. Diğer ülkelerin buna sadık kalması da önemli. Trump'ın dayatmaları ve ticaret savaşı kendi ortakları arasında bile ABD'yi tecrit ediyor. İran bu ortamı iyi değerlendirmeli. Rusya, Çin ve AB ile birlikte bu hegemonyaya karşı konulabilir.
Bu çok iyimser bir yaklaşım ve özünde bir temenniyi yansıtıyor.
Beri tarafta içerdeki kırılganlıklara rağmen İran, Amerikan kuşatmasını başarısızlığa uğratacak manevra alanlarından yoksun değil. ABD'nin nükleerden sonra en fazla dert edindiği konu füzeler. Füze programına son verilmesi ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun 21 Mayıs'ta açıkladığı 12 talepten biriydi.
İran, JCPOA ile nükleer alanda geri adım atsa da füzelerini pazarlığa açmıyor. Bu konudaki kararlılık 22 Ağustos Ulusal Savunma Endüstrisi Günü vesilesiyle ilk yerli savaş uçağı ve yeni füzelerle bir kez daha sergilendi.
Trump'ın çökertme hamlesine ortak Arap gücü kurma planı da eşlik ediyor. Bunun bir paniğe yol açtığı söylenemez.
İranlılara göre bu gücün oluşması zor, oluşsa bile savunma konseptinin ötesine geçemez; İran'ın saldırmazlık stratejisiyle de anlamsızlaşır.
Ancak bu plan sadece İran korkusunu büyütmeye ve silahlanma yarışını tırmandırmaya yarayabilir.
Trump'ın çizdiği stratejinin ana hedeflerinden bir diğeri, İran'ın Orta Doğu'daki kollarını kesmek.
Bu hedefi koyarken bile Tahran'ın bölgesel nüfuzunu görmezden gelemiyor. Sözgelimi bugünlerde Irak'ta yeni hükümet kurulurken ABD, İran'la paslaşmak zorunda kaldı.
2003'ten beri bütün koalisyonlar ABD ve İran arasındaki denge faktörleri üzerine kuruldu. Bağdat'taki pazarlıkların iki gölge ismi Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile Amerikan özel temsilcisi Brett McGurk.
ABD, Lübnan'da da son seçimlerde Hizbullah'ı hesap dışı tutarak bir yere varamadı. Yemen'de de Husileri bitirmeye odaklı Suudi-Emirlikler müdahalesi çıkmazda. Yani İran nüfuzu kolayca baş edilebilecek bir sorun değil.
Üstelik bu nüfuzun aygıtları olası bir askeri hesaplaşmada asimetrik bir stratejiyle ABD'nin başına büyük belalar açma potansiyeli taşıyor - ki son gerilimde Kasım Süleymani ve Devrim Muhafızları'nın ideoloğu Dr. Hasan Abbasi, bu tehdidi açıkça dillendirdi.
Trump, Kuzey Kore ile İran'ı kıyaslarken de yanılıyor.
Tehdidi diyaloğu izlediği taktiğin İran'da da sonuç vereceğini sanıyor. Yapılan analojilere rağmen ne talepler ne de ülke ölçekleri paralel.
Pyongyang'ın nükleer programın fişini çekmesi yeterliyken Trump, İran'dan iç ve dış politikada devrim bekliyor. Çıtanın yükseğe konulması İran tarafında da bariyerleri yükseltiyor.
Amerikan müdahaleciliğinin yol açtığı alerjinin güncel nedenlerine ilaveten tarihsel arka planı da var.
İranlılar Trump'ın son hamlesini hemen Başbakan Muhammed Musaddık'ı deviren CIA destekli 1953 darbesiyle ilintiledi.
Bu bilinç malum iken Trump bir de İran Eylem Grubu'nu darbenin yıldönümünde ilan etti. İranlılar "Amerikalılar aldatır" derken de 1981'de Amerikan elçiliğindeki rehine krizi ile 1987'de Irak-İran savaşını bitirmeye yönelik pazarlıkları anımsatıyor.
Bu sicil milli reflekslerin nüksetmesine yol açıyor, ki bu refleks rejimin en önemli sermayelerinden biri.
Ayrıca yaptırımlar 40 yıldır İran'ın istikametini değiştiremedi. İranlılar en yalnız bırakıldıkları dönemlerde yaptırımları atlatmanın yollarını buldu.
Yani sistem bağışıklık kazandı. Elbette bu kez daha kararlı bir kuşatma geliyor. Üstelik bu kuşatma, İran içinde fay hatlarının harekete geçtiği dönemde gelişiyor.