İran’da perşembe günü başlayan başlayan ve ülke geneline yayılan protestoları değerlendiren gazeteci Alptekin Dursunoğlu, dış politikaya yönelik eleştirilerin Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani liderliğindeki hükümete değil, dini lider Ali Hamaney ve onun ‘sahadaki kolu’ Kudüs Gücü Komutanı Kâsım Süleymâni’ye yönelmesinin, hedefin hükümet değil rejim olduğunu gösterdiğini söyledi.
Protestoların ekonomik nedenli olduğu konusunda reformist ve muhafazakar kanatlarda görüş birliği olduğunu kaydeden Ortadoğu konusunda deneyimli gazeteci, gösterilerin başlangıcına dair ise tarafların farklı düşündüğünü kaydetti. "Hükümet yanlıları, gösterilerin hükümet karşıtları tarafından tezgahlandığını ve hükümetin yıpratılmak istendiğini iddia ederken hükümet karşıtları da gösterilerin kendiliğinden başladığını ve haklı olduğunu belirtip hükümeti yetersizlikle, çözüm üretememekle suçladı” diyen Dursunoğlu, tarafların üçüncü gün ortaya çıkan ve rejim karşıtı sloganlar atıp kamu mallarını tahrip edenlere karşı ise ortak bir tavır sergilediğini belirtti.
İran’da yaşanan son gelişmeleri değerlendiren Dursunoğlu’nun 'Yakın Doğu Haber’ yayınlanan 1 Ocak tarihli yazısı şöyle:
"İran’da 28 Aralık’ta başlayıp 30 Aralık’ta sona eren protesto gösterilerinin sebebi ve hedefi ile ilgili olarak iki farklı tasvir söz konusu.
Birinci tasvire göre halk, hükümetin ekonomi politikalarını protesto etti. Protestoların sebebi ekonomikti, hedefi ise hükümetti. İkinci tasvire göre ise İran halkı devletin dış politikasını protesto etti. Dolayısıyla halkın hedefinde hükümetten de öte rejimin kendisi vardı.
İran’daki protestoları bu tasvire göre okuyan ilk resmi açıklama Washington’dan geldi. ABD Başkanı Donald Trump, gösterileri “Rejimin yolsuzluklarından ve ülkenin varlığını yurt dışında terörizme harcamasından bıkmış olan İran vatandaşlarının barışçıl protestoları” diye niteledi.
Sadece Amerikan başkanıyla sınırlı kalmayan ve basının büyük bir kısmına da hakim olan bu okuma biçimine göre İran’daki gösterilerin sebebi aslında, İran halkına harcanması gereken ulusal bütçenin Tahran tarafından Suriye, Irak, Yemen, Lübnan ve Filistin için harcanıyor olmasıydı.
Gösterilerin ikinci ve üçüncü gününde "Suriye'yi bırak da bizim halimize bak", "Ne Gazze, Ne Lübnan, canım İran'a feda olsun", "Kahrolsun Hizbullah", "İslam cumhuriyeti istemiyoruz" gibi sloganlar atılmıştı.
Ekonomi politikalarını oluşturan ve uygulayan Cumhurbaşkanı Ruhani’nin değil İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei ile General Kasım Süleymani’nin posterlerine saldırılar düzenlenmişti.
Dolayısıyla dış politikada karar verici olan Ayetullah Hamenei’nin ve bu kararları sahada uygulayan isim olan General Süleymani’nin hedef alınması, hedefin hükümet değil rejimin kendisi olduğunu gösteriyordu.
Bu öznel tasvir; Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen konularında Tahran karşısında yenilgiduygusu yaşayan taraflara teselli vermesi bakımından önemli bir propaganda değeri taşıyor.
İçeriden bakıldığında ise protestoların sebebini ekonomik sorunlar, hedefini ise hükümet olarak ortaya koyan daha nesnel bir tasvirle karşılaşıyoruz.
Gösterilerden farklı anlamlar ve sonuçlar çıkarıyor olsalar da hem hükümet hem de hükümet karşıtları, protestolara hak veriyor; ama manipülasyonlardan da kaygı duyuyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı İshak Cihangiri, ilk gösteriden bir gün sonra yaptığı açıklamada ekonomik göstergelerin genel olarak iyi olduğunu söylemekle birlikte bazı malların fiyatının arttığını kabul etti ve fiyat artışlarında yeni düzenlemeler yapılabileceğini söyledi.
Ekonomi yönetimini savunan; ama ekonomik sorunları da reddetmeyen Cihangiri, hükümet karşıtlarının aksine protestoları ‘kendiliğinden gelişen halk gösterileri’ olarak nitelemedi.
Protestoların arkasında hükümet karşıtlarının olduğunu ima edip kontrol dışına çıkması halinde bundan sadece hükümetin zarar görmeyeceğini vurgulayarak şunları söyledi:
“Ekonomik sorunlar, başka meseleler için bahane ediliyor. Perde arkasında başka şeyler söz konusu. Hükümete karşı bazı eylemler yapanlar bilsin ki bu yaptıkları işin dumanı onların gözüne de dolar.”
Protestoların ekonomik nedenli olduğu konusunda görüş birliği olsa da Cihangiri’nin açıklaması ve gösterilerin Meşhed’de başlaması, protestoların ‘kendiliğinden’ geliştiği iddiasını tartışmalı kılıyordu.
Protestolar, geçen yaz 50 dereceyi aşan sıcaklarda ciddi elektrik kesintileri yaşayan Ahvaz’da veya bir ay kadar önce yaşanan depremde hükümetten yeterince ilgi görmediğinden şikayet eden Kirmanşah’ta başlasaydı dikkat çekici olmayabilirdi.
Gösterilerin Meşhed’de başlayıp önce Kum’a sonra da diğer kentlere yayılması, Cihangiri’nin iddiasının daha ciddiye alınmasını gerektiriyor. Çünkü Meşhed ve Kum, sadece dini kimlikleriyle değil, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ruhani’ye değil rakibi olan İbrahim Reisi’ye oy vermeleriyle de tanınıyor.
Meşhedli olan İbrahim Reisi, son seçimlerde Kum’da yüzde 55’e karşı yüzde 35; Meşhed’de ise yüzde 56’ya karşı yüzde 43’lük oy farkıyla Ruhani’yi mağlup etmişti.
Öte yandan hükümet karşıtı basın, gösterileri “halkın haklı ekonomik şikayetleri” olarak niteleyip destekledi ve hükümet yanlısı basının gösterilerin ‘hükümet karşıtları’ tarafından yapıldığına dair haberlerini ‘yalanladı’.
Hükümet yanlısı İtimad gazetesi, ise 31 Aralık’ta Twitter çok daha sansasyonel bir iddia ortaya attı. Habere göre Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Ali Şemhani, Meşhed Cuma İmamı Ahmed Alemulhuda’yı gösterilerin başlamasındaki perde arkası rolünden dolayı uyardı. İbrahim Reisi’nin kayın pederi olan Alemulhuda ise söz konusu haberi yalanladı.[6]
Hükümet yanlıları, gösterilerin hükümet karşıtları tarafından tezgahlandığını ve hükümetin yıpratılmak istendiğini iddia ederken hükümet karşıtları da gösterilerin kendiliğindenbaşladığını, haklı olduğunu belirtip hükümeti yetersizlikle ve çözüm üretememekle suçladı.
Ancak her iki taraf da üçüncü gün ortaya çıkan ve rejim karşıtı sloganlar atıp kamu mallarını tahrip edenlere karşı ortak bir tavır sergiledi.
30 Aralık gecesi ‘İran Baharı’ beklentisinde olanları umutlandıran şiddet olayları, 31 Aralık’ta sona erdi.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 31 Aralık gecesi olaylarla ilgili yaptığı açıklamada hem içeriye hem de dışarıya mesajlar verdi.
‘Halkın ekonomik sorunlarından bazıları yıllar önceye, bazıları ise bugüne aittir.’ ‘Ülkedeki her işe dair eleştiri halkın hakkıdır.’ ‘Eleştiri ile şiddet ve kamu malını tahrip birbirinden tamamen farklı şeylerdir.’
‘Bugün Amerika’dan İran halkının derdine ortak olmak isteyen adam, birkaç ay önce İran halkını terörist diye adlandırdığını unutmuş.’
‘İran’la arası hiçbir zaman iyi olmayan bazı Arap ülkeleri, sevinçten tepindi. Bu tür protestolar, halkın yararına mı yoksa başkalarının çıkarına mı?’ ‘Kamu mallarını tahrip edenlere ve kamu düzenini bozanlara tahammül göstermeyeceğiz.’
İran’daki gösterilere dair yapılan her iki tasvirde de inkarı mümkün olmayan gerçekler var. Ancak ‘’İran’ın gerçek sorunu’’nu tespit adına yapılan bu tasvirlerden sadece bir tanesi propaganda değil nesnel gerçeklik değeri taşıyor.
Örneğin İran halkının en azından bir bölümünün, siyasal sınıflandırmayla ifade edecek olursak ‘reformcu’ kesimin devletin dış politikasına dair itirazlarının olduğu inkar edilmez bir gerçek.
Reformcuların büyük kesimine göre İran’ın en temel sorunu Amerika ile ilişkisinin olmaması. İran, bu ilişkisizlik yüzünden ikili düzeyde sadece Amerika’ya taviz vererek çözebileceği bir sorunu, çok sayıda devlete tavizler vererek çözmeye çalışıyor.
Örneğin İran’ın nükleer programı askeri amaçlar taşımıyor; ancak Amerika İran’ın nükleer programının nükleer silah yapmaya yönelik olduğunu iddia ediyor.
Tahran, bu sorunu Washington’la ikili düzeyde ve sadece Amerika’ya taviz vererek çözebilecekken Amerika ile ilişkisi olmadığı için ‘5+1’ ile müzakere yaparak ve bunların hepsine tavizlere vererek çözmeye çalışıyor.
İran’ın İsrail’i tanımaması, Amerika ile kurabileceği ilişkileri zehirliyor. Halbuki İsrail Arap devletleri ve hatta Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından tanınıyor; Tahran’ın İsrail’i tanımaması, İran’ı Araplar ve Filistinliler nezdinde ‘kraldan çok kralcı’ durumuna düşürüyor.
Öte yandan İsrail’le ciddi diplomatik ve ekonomik ilişkileri olan Türkiye ve Mısır hem hem Filistin’in hamisi rolü oynayıp hem de diplomatik alanda daha etkili olabilirken İran ‘terör destekçisi’ ülke olarak nitelenip dışlanıyor.
Direniş örgütlerinin her ihtiyacını karşılayan İran ve Suriye’nin ihtiyaç duyduğu anda bu örgütleri yanında bulamadığı oldu. Örneğin kendini direniş örgütü olarak tanımlayan Hamas, 2012’de direnişi destekleyen İran’a Suriye konusunda ‘ahlak dersi’ verirken, kendisini İsrail’i tanımaya teşvik eden Türkiye ve Katar’ın yanında saf tuttu.
Benzer bir durum Suriye için de geçerli. İran’ın Suriye’ye verdiği kayıtsız şartsız destek, diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerini olumsuz etkiliyor.
Sonuç itibariyle Amerika ile ilişkisizlik, İsrail karşıtlığı, Filistin ve Lübnan direnişlerine destek ve Suriye ile ittifak, İran’ı hem ekonomik ve hem de siyasi olarak yalnızlaştırıyor. Dünyanın sayılı petrol üreticilerinden biri olmasına rağmen İran bu yalnızlık şartlarında petrolünü satmakta zorlanıyor; hatta sattığı petrolün parasını da ancak yasadışı yollardan ve milyarlarca dolar rüşvetler ödeyerek geri alabiliyor.
İşte ‘ne Gazze ne Lübnan, canem feda-yı İran’ sloganını üreten ve daha sonra bu slogana Suriye, Irak ve Yemen’i de ekleyen dış politika görüşü bu.
Bu açıdan Trump’ın gösterilerle ilgili sözlerinin İran halkının bir kısmının görüşünü yansıttığı söylenebilir.
Ancak İran, bugün ‘en önemli sorun’ olarak görülen Amerika ile ilişkisizlik düzeyine, ‘Amerika’nın bölge jandarması’ düzeyinden geldi.
İran’daki mevcut yönetim, ‘iki eşit devlet’ ilişkisi kurulamadığı için Amerika ile kurulacak ilişkinin, sorun çözen değil, sorun yaratan faktör olacağını savunuyor.
Amerika ile yakın ilişkilere sahip bölge ülkelerinin durumunu örnek gösterip; kendi pozisyonunu savunuyor ve bu pozisyonu benimseyenlerle ‘Direniş Ekseni’ adı altında ittifak kuruyor.
Dolayısıyla çizgisi bu olan İran’ı Amerika tarafından verilmiş bölgesel ‘ayrıcalıklar’ ya da rollerdeğil, Direniş hattını savunmak için ödenecek bedeller ya da kazanılacak mevziler bekliyor.
BBC Farsça servisinde yayımlanan ‘Novbet-i Şoma’ programına Kum’dan telefonla bağlanan Muhammed adlı bir İranlı, ekonomik sorunlara ve gösterilere dair yaptığı değerlendirmede ‘İran’ın asıl sorununun’ Amerika ile ilişkisinin olmamasından kaynaklandığını söyledi.
Muhammed, ‘‘Amerika ülkelerin rejimlerinin diktatör olup olmamasıyla ilgilenmiyor. Bunun en açık ve somut örneği Suudi Arabistan…’’ dedi.
Eğer bir gün Tahran ‘en büyük sorununun’ ABD ile ilişkisinin olmamasından kaynaklandığını düşünür ve bu sorunu Muhammed’in tavsiyesine uygun şekilde ‘çözerse’, Washington’un İslam Cumhuriyeti’ni bölgeye model olarak sunması hiç sürpriz olmaz.
Ancak 1980’li yıllarda bölgede Suriye’den başka siyasi müttefiki olmayan İran, bugün Irak, Lübnan, Yemen ve Filistin’i içeren ‘Direniş Eksenini’ hem siyasi hem de askeri olarak birbiri için seferber edebiliyor.
Bu yüzden de kendini daha güçlü ve güvende hissediyor; Amerika tarafından model gösterilmeye de ihtiyaç duymuyor."