Ömer Taşdemir*
Resmî olarak üstlenilmiş olmasa da, İstanbul Havalimanı saldırısını IŞİD'in düzenlediği biliniyor. Bu eylem tabii ki örgütün Türkiye’ye ilk saldırısı değil. Ama gelinen nokta IŞİD'in saldırı düzeyini artırma eğilimi içinde olduğunu açıkça kanıtılıyor. Artık yeni bir döneme girdik gibi gözüküyor.
Türk dış politikasına dışardan ve de özellikle Batı’dan bakanlar IŞİD'in Türkiye'yi hedeflemesi konusunda ciddi bir kafa karışıklığı içinde. Batı'da Türkiye’nin Suriye’deki radikal İslamcı cepheye destek olduğunu herkes biliyor. Türkiye’de İslamcı eğilimler sergileyen bir hükümet olduğu da aşikâr. Son iki gündür Washington’da katıldığım radyo ve televizyon programlarında bana sorulan sorular hep bu şaşkınlığı ifade ediyor: Suriye’de İslamcı gruplara destek olan bir Ankara’ya rağmen neden IŞİD Türkiye’ye saldırıyor?
Bu soruya cevap ararken terörizmin bir taktik olduğunu, ama bu taktiğin başarılı olması için arkasında stratejik hedefler olması gerektiğini unutmayalım. Bu nedenle örgütün son İstanbul saldırısını değerlendirirken IŞİD’in stratejik hedeflerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Türkiye’yi hedefleyen IŞİD saldırıları Batı’daki IŞİD saldırılarından farklı stratejik amaçlara sahip. Her ne kadar Brüksel ve İstanbul havalimanlarına benzer taktiklerle saldırı düzenlenmiş olsa da, Türkiye ve Belçika veya Türkiye ve Fransa arasında IŞİD'in stratejik hesapları açısından önemli farklar var.
Türkiye’nin NATO üyesi Müslüman bir ülke olması IŞİD açısından tabii ki çok önemli bir sembol. Tıpkı hilafetin bu topraklarda son bulmuş olması gibi. Ama daha da önemli olan Türkiye’nin Suriye konusunda bir “cephe” ülkesi olmasından kaynaklanıyor. Türkiye hem dış politikası hem de askerî gücüyle Suriye ve Irak’taki dengeleri etkileme gücüne sahip bir ülke. Buna bir de Türkiye’nin IŞİD’e dışardan katılım açısından açısından bir “cihadist geçiş koridoru” oluşunu da eklemek gerekiyor. Başka bir faktör de IŞİD için hayati öneme sahip Kürt meselesi, yani işin PKK-PYD cephesi. Örgüt Suriye’de YPG ile bir ölüm-kalım savaşına girmiş durumda. Özellikle bu son noktada Türkiye’ye düzenlenen IŞİD saldırılarının son dönemde nitelik ve hedef değiştirdiğini gözden kaçırmayalım.
2015 yılında düzenlenen en kanlı IŞİD saldırıları Kürt hareketinin sembollerini hedef almıştı. Suruç ve Ankara barış mitingi saldırılarında toplam 130 kişi hayatını kaybetti. Ama 2016 yılında artık IŞİD’in terörist eylemleri sadece Kürt grupları değil genel anlamda Türkiye’yi hedefliyor. Sultanahmet ve de şimdi İstanbul Atatürk limanıyla artık Türkiye’nin kendisi ve de özellikle Türk ekonomisi ve Türk dış politikası hedefleniyor.
Bunun kanımca iki temel nedeni var. Birincisi IŞİD karşıtı uluslararası cepheye artan Türk desteği. Evet, Türkiye uzun süre Suriye’de El Nusra gibi radikal İslamcı gruplara destek oldu. Ankara’nın amacı bir taşla iki kuş vurarak El Nusra gibi radikal İslamcı örgütleri Suriye’deki iki temel düşmanı olan hem YPG hem de Esad rejimine karşı desteklemekti. Fakat 2015 yazı itibariyle Ankara biraz olsun Suriye politikasını değiştirmeye başladı. İncirlik nihayet Amerikan uçaklarına açıldı. Son bir yıldır AKP hükümeti Amerika ile çok daha sıkı bir anti-terörizm ve istihbarat işbirliğine girmiş durumda. İncirlik’ten kalkan Amerikan savaş uçaklarının temel hedefi Suriye ve Irak’taki IŞİD kampları.
Bu durumda Türkiye safını değiştirmış ve IŞİD’e karşı cepheye önemli bir stratejik ve askerî destek vermis oluyor. Zaten tam da bu nedenle Obama ve Erdoğan arasında son bir yıldır göreceli bir yakınlaşma dönemi başladı. Peki Türkiye neden politika değiştirdi ve İncirlik üssünü ABD’ye açtı?
İşte bu noktada Kürt meselesinde tekrar geri dönmek gerekiyor. Zira, 2015 Türkiye’de barış sürecinin sona erdiği ve savaşın tekrar başladığı yıl. Gezi krizi sonrasında 2013 yılından bu yana Obama yönetimi ve AKP arasında ilişkiler zaten kötü giderken, şimdi bir de Kürt meselesinde savaşa geri donüş Washington ile arayı iyice bozacaktı. Zira, Obama yönetimi ortada IŞİD gibi ciddi bir bölgesel tehdit varken Ankara’nın PKK’ya savaş açmasına anlam veremiyordu. İşte İncirlik bu konjonktürde açıldı. Bu stratejik hediye ABD’ye bir anlamda “sus payı” olarak verildi. Ama tabii ki bu yeni denge IŞİD’in aleyhine gelişiyordu. Türkiye, ABD ile ilişkileri daha da bozmamak ve PKK’ya karşı savaşı istediği gibi devam ettirmek uğruna bir bakıma IŞİD’i satıyordu. IŞİD’in geçtiğimiz yıldan itibaren Türkiye’ye artan şekilde saldırıyor olmasının birinci nedeni bu.
İkinci bir faktör ise örgütün Suriye ve Irak’ta toprak ve prestij kaybediyor olması. Irak’ta Felluce, Suriye’deyse Rakka’ya doğru artan baskı IŞİD’i ciddi anlamda zorluyor ve köşeye sıkıştırıyor. Türkiye’nin sınır güvenliğini artırması da örgüte katılımı azaltıyor. IŞİD Suriye ve Irak’ta toprak ve prestij kaybettikçe güçlü ve yenilmez imajı sarsılıyor. Dışardan katılımı azaltan başka bir faktör de bu imaj kayması. Peki Suriye ve Irak’ta zayıflayan örgüt hâlen güçlü olduğunu sempatizanlarına kanıtlamak için ne yapıyor?
Kısa cevap klasik anlamda terörizm. Cephede kan kaybeden IŞİD artık çareyi Batı’ya ve Türkiye’ye karşı terörizmde arıyor. IŞİD açısından bu yeni durum El Kaide ile beraber hareket etmek anlamına geliyor. İki örgüt arasındaki taktiksel ve stratejik hedef farklılıkları artık gittikçe azalmış durumda. Son geldiğimiz Paris, Brüksel ve İstanbul saldırılarından sonra El Kaide ve IŞİD arasındaki stratejik ortaklık bariz bir şekilde ortada. Bütün bu terörist saldırılar örgütün hâlâ güçlü olduğunu kanıtlamak ve dışardan katılımları devam ettirmek açısından çok önemli. Bu noktada IŞİD'in gittikçe artan sayıda militan devşirdiği Türkiye'ye karşı eylemleri bir güç gösterisi olarak çok önemli. Zira kimse zayıflayan ve kaybeden bir İŞİD’e katılmak için can atmayacaktır. Bütün bu nedenlerle IŞİD’in neden Türkiye’ye saldırdığını genel anlamda örgütün içine girdiği bu zor dönem ve Washington-Ankara arasında artmakta olan işbirliği çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor.
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.