Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'nde meydana gelen ve 32 kişinin hayatını kaybettiği katliamın sorumlusu olarak gösterilmesinin ardından bir kez daha Türkiye'nin gündemine yerleşti. Suriye'deki iç savaşın başında, diğer "muhalifler"le aynı kefede değerlendirilen, sonrasında ise Türkiye tarafından desteklendiği ya da en azından faaliyetlerine göz yumulduğu yönündeki iddialar sıklıkla dile getirilen IŞİD'le ilgili son değerlendirmeler, örgütün "fonksiyonel bir devlet olma" yoluna girdiği yönünde...
IŞİD'in artık terör örgütü olarak değerlendirilemeyeceğine dikkat çeken uzmanlar, "kendi vahşiliğinin IŞİD'in sonunu getireceği" yönündeki Batılı inanışı ise naif buluyor. Birçok devletin vahşet üzerine kurulu olduğunu belirten uzmanlar, IŞİD'e yönelik hava saldırılarıyla pek de bir yol alınamadığına dikkat çekerken, "Sünnilere alternatif otorite sunan politik bir uzlaşma planı olmadan yapılacak askeri operasyonlar"la sonuç alınamayacağını belirtiyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, 32 kişinin hayatını kaybettiği Suruç katliamının ardından yaptığı açıklamada, elde edilen ilk bulguların IŞİD'i işaret ettiğini belirtti. Nihai soruşturma tamamlanana kadar hüküm vermenin zor olduğuna dikkat çeken ancak sorumluların cezalandırılması için ellerinden geleni yapacaklarını açıklayan Başbakan, "DEAŞ'ı terör örgütü olarak ilk ilan eden ülke Türkiye'dir. Bunu duymak istemiyorlar, buna kulaklarını kapatıyorlar ama bir kez daha söylüyorum" ifadeleriyle, AKP'nin IŞİD'e destek olduğu yönündeki eleştirileri reddeti.
Türkiye'nin IŞİD'i terör örgütü ilan eden ilk ülke olduğunu söyleyen Davutoğlu, geçen yıl yaptığı bir açıklamada ise, "IŞİD'in radikal ve terörize bir örgüt gibi görülebileceğini ancak buna Sünni Arapların dışlanmasının sebep olduğunu" belirtmişti. O dönemde Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu'nun bu sözleri, oldukça tepki çekmişti.
Daha önceki açıklamalarında IŞİD için "terör örgütü" tanımı yapmaktan kaçınan ve Türkiye'nin Suriye'deki "muhaliflere" gönderdiği "yardımlar" konusunda şeffaf davranmayan Davutoğlu'nun "AKP-IŞİD işbirliğini ima edenleri kesin bir dille yalanlayan tutumu"nun aksine, AKP'nin ilk iki dışişleri bakanları Yaşar Yakış ve Abdullah Gül'den ise katliamla ilgili farklı yorumlar geldi.
Abdullah Gül, Türkiye'nin Suriye politikasını revize etmesi gerektiğine dair daha önceden yaptığı bir yoruma referans vererek, “Daha önce dikkat çektiğimiz konular bunlar" açıklamasını yaparken; AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ise, Suriye politikasının tekrardan masaya yatırılması gerektiğini belirterek, "Arap Baharı Suriye'ye sirayet ettiği, olaylar başladığı zaman bizim ulusal çıkarlarımıza yönelik bir tehlike yoktu, gereğinden daha fazla bulaştık" dedi.
Uluslarası camianın Suriye'ye yönelik politikalarında değişikliğe gittiğini ancak Türkiye'nin bu değişikliklere adapte olamadığını söyleyen Yakış, "Uluslararası camia muhalefete destek sağlamaya başladı. Bu destek yanlış ellere gitti. Türkiye, hangi kesime destek sağlayacağı konusunda yalnız kaldı. Batı, bazı kesimlere olan silah desteğini kesti, Türkiye bu duruma ayak uyduramadı ve muhalefet bu duruma geldi. DEAŞ denen IŞİD'in ortaya çıkması, tüm bunların sonucudur" ifadelerini kullandı.
Eski Dışişleri Bakanı ve Büyükelçi Yakış, "Beşar Esad realitesini kabul eden ülkelerin sayısı arttı. Esad artık sorunun değil, çözümün bir parçası olarak görülüyor. Artık, 'Esad'ı devirelim de gerisi Allah kerim' şeklinde bir politikamız olmaması lazım" diyerek Suriye yönetimine yönelik uluslarası algının değiştiğine dikkat çekerken, New York Times gazetesinde bugün yayımlanan, "IŞİD, terörü araç olarak kullanan faal bir devlete dönüşüyor" başlıklı makalede ise başka bir ihtimale dikkat çekildi.
New York Times'ın Bağdat Bürosu Şefi Tim Arango imzasıyla yayımlanan makalede, Batı dünyasında "vahşiliğinin IŞİD'in sonunu getireceği" yönünde bir inanış olduğu ancak durumun pek de böyle olmayabileceği ihtimali değerlendirildi. "Kendisine itaati artırmak ve düşmanlarını korkutmak için terörü kullanan IŞİD'in topraklara el koyduğunu, tarihi eserleri yok ettiğini, azınlıkları katlettiğini, kadınları seks kölesi olmaya zorladığını ve çocukları katillere dönüştürdüğünü" belirten Arango, buna rağmen örgütün hakim olduğu bölgelerde yaşayan halkın bir kısmının durumundan memnun olduğunu söyledi.
"IŞİD olarak bilinen İslam Devleti, ilk başta sadece bir terör örgütü olarak çalışıyordu. Ancak sonrasında topraklarını genişletti. Örgüt, elindeki topraklar ve hükmetmeye yönelik kapasitesi arttıkça, aşırı şiddeti, yani terörü araç olarak kullanan bir devlete dönüştü" diyen Arango, kendi kimlik kartına ve kanunlarına sahip IŞİD'in vahşiliğinin tepki çektiğine ancak tarihte birçok devletin benzer bir vahşet üzerinden kurulduğuna dikkat çekti.
Arango'nun yazısında görüşlerine yer verdiği, 2000-2004 yılları arasında, CIA’in başkanvekilliğini yürüten John E. McLaughlin, Lübnan Hizbullahı’nın da bir zamanlar Batı tarafından uluslarası bir tehdit olarak görüldüğünü hatırlatarak, grubun şu anda legal bir politik özne haline geldiğine dikkat çekti.
Washington’daki Brooking Enstitüsü’ndeki ABD’nin İslami Dünyayla İlişkileri Projesi’nin direktörü William McCants da, Mclaughlin’le benzer düşüncelere sahip. “Biz Batılılar, kaç devletin vahşilik üzerine yükseldiğini unutuyoruz” diyen MacCants, IŞİD’in devletleşmesinin tarihsel analojilere uygun olduğunu belirtti.
“İslam Devleti kazanırsa ne yapmalıyız?” başlıklı makalesinde, ABD’nin başını çektiği ve neredeyse bir yıldır süren askeri kampanyaya rağmen örgütün Irak ve Suriye’deki geniş topraklarda hakimiyetini sürdürüyor olmasına dikkat çeken Harvard Üniversitesi John F. Kennedy Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, uluslararası ilişkiler hocası olan Stephen M. Walt ise, olası bir IŞİD zaferini, "Örgütün sahip olduğu alanlarda kontrolü kaybetmemesi ve dışarıdan gelen çözülme ve yok etme planlarına karşı durulması" olarak tanımladı.
IŞİD'in devletleşmesi yönündeki beklentilere rağmen şu anda bunu hayal etmenin imkansız olduğunu belirten CIA'in eski başkanvekili Mclaughlin, örgütün uluslarası camiada kabul görmesinin şartlarını ise şöyle açıkladı:
"Örgüt dönüşse, alışkanlıklarını değiştirse, Palmira’da yaptığının aksine tarihi eserlere zarar vermeyi bıraksa ya da tarihteki diğer devrimci hareketler gibi vahşiliğini kontrol altına alsa, o zaman devlet olarak bir gerçeklik haline gelebilir. İslam Devleti’nin çalışan havaalanlarına ya da geçerli pasaporta sahip olduğuna inanmak zor ama imkansız değil."