Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, Türkiye'nin dört ülke ile savaşa girebileceğini söyledi. Bulaç, "Suriye olayı eğer iyi sonuçlanmayacak olursa bir anda Suriye, Irak, İran ve Lübnan'la savaşa girmiş olacağız. Bizim tarihimizde ilk defa böyle bir şey olacak. Asla kimsenin arzu ettiği bir şey değildir" dedi.
Gökçen Göksal'ın Milli Gazete'de "4 ülke ile savaşa girebiliriz" başlığıyla yayımlanan (30 Nisan 2012) söyleşisi şöyle:
- Bölgemiz giderek ısınıyor. Taşlar yerinden oynuyor. Adına 'Arap Baharı' denilen süreçle birlikte büyük bir değişim yaşanıyor. Yaşanan değişimleri ve bu değişimlerle birlikte gelinen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzun zamandan beri batı, özellikle küresel ekonomik bir güç olarak ABD, Ortadoğu'da bir değişim arzu ediyor. Bunların gelecekle ilgili planlarında esaslı bir değişim projesi var. Fakat bunu nasıl yapacaklarına ilişkin hem görüş ayrılıkları hem de belli bir görüşte onlalar içinde de bir tereddüt söz konusu. Genellikle iki görüş ortaya atılıyordu. Bunlardan biri; Ortadoğu Avrupa'ya benzemiyor. Ortadoğu'nun geçmişinde sanayi devrimi yaşanmadı, sınıflar yoktu.
Dolayısıyla demokrasi de iç dinamiklerle gelmez, dolayısıyla bu bölge "entegre edilmemiş bir boşluğu" ifade eder. Boşluğu sisteme entegre etmek için yaratıcı kaos fikrini ortaya attılar. Yani Ortadoğu ülkelerinde bir kaos oluşturarak taşları yerinden oynatmak. Ortadoğu'yu dağıtmak, hallaç pamuğu gibi atmak. Hiçbir şeyin yerli yerinde kalmaması isteniyor. Sonra bu dağılmış, parçalanmış yapılar küresel bir 'nazım güç' tarafından yeniden yapılandırılacak. İşte bunun için de işgal doktrini temel alındı. Yani askeri işgallerle yapıların dağıtılması. 2003 yılında Irak'la başlayan ve daha öncesindeki Afganistan işgali bunun bir parçası.
- Peki bu işgaller nasıl bir sonuç verdi?
İşgaller, yapanlar açısından iyi bir sonuç vermedi. Nedeni ABD bir fil gibi zücaciye dükkânına dalıyor her yeri darmadağın ediyor, bir türlü işi toparlayamıyor. Çünkü burada birbirinden tamamen farklı din, mezhep ve etnik guruplar var. Bölgesel farklılıklar söz konusu. Bunları bir arada tutan çatı ve çerçeveyi parçaladığınız zaman, bu parçalar etnik, dini, mezhep gurupları birbiriyle çatışmaya başlıyor. Hakikaten bir kaos meydana geliyor ki, bu kaosa buna karar verenler de bir düzen veremiyorlar. Dolayısıyla bunu terk edip, bunun yerine acaba "yumuşak-sakin güç" kullanarak, yani iç dinamikleri harekete geçirmek suretiyle bir değişim sağlamak mümkün mü? Bush zamanında 'yaratıcı kaos' dedikleri doktrin geçerliydi.
-Obama'nın Başkanlığa getirilişini bu bakış açısının iflasıyla bir bağlantınsın olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet. Obama ile birlikte bu sefer yumuşak güç, sakin güç doktrini gündeme alındı. Ve burada da tabi bölgeyi domine edebilecek durumda olan 3 ana aktör var: Türkiye, İran ve Mısır. İran hedef tahtasında, batıya karşı cepheden tavır alıyor. Batıyla özellikle ABD ile savaş halinde. Dolayısıyla İran'ın doğrudan partner aktör, değiştirici bir güç olarak kullanılması düşünülmedi. Hatta Batı'ya göre İran'da yapılması gereken şey, bir rejim değişikliği yapmak, batı yanlısı gurupları iktidara getirmek. İslam devrimini akamete uğratmak ana gaye buydu.
-İran'ın son yıllarda İslam dünyasında artan bir popüleritesi var. Bunun sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
İran, ABD ve İsrail'e karşı tavır aldıkça büyüyor. Bölgede patronaj durumuna geçiyor. Çünkü bütün Ortadoğu ve İslam dünyasının ana problemi yani bütün sorunların merkezi Filistin sorunudur. Sizin Filistin sorununda nerede durduğunuz sizin bölge politikanızı ve geleceğinizi tayin eden en önemli faktördür. Eğer İsrail'den yanaysanız sizin bölgede alacağınız tutum ABD ve körfez ülkeleri, yani Batı yanında olur.
Ama Filistinlilerin yanında yer almaksa o zaman bütün Arap sokakları, Arap halkları, Müslüman halklarının gönlünü fethetmiş olursunuz. Ve siz büyürsünüz. İran da bu politikayı takip ediyor. Ve tabi bu politikaya eş zamanlı olarak da başka önemli adımlar atıyor. Nükleer enerji, nükleer silah elde etmeye çalışıyor, kendi silah teknolojisini geliştiriyor. Yer yer ABD ile rekabet edebilecek seviyede. Ekonomisi Türkiye'nin ekonomisinden çok geride değil. Türkiye dünyanın 17. büyük ekonomisi, İran da 18. büyük ekonomi.
Cari açığı bizden daha iyi ve bunun dışında tabi İran aynı zamanda İslami bir rejimin 21. yüzyılda mümkün oluğunu iddia ediyor ve bunu da 30 senedir savunuyor, ayakta tutmaya çalışıyor. Bu ise batıyı çileden çıkarıyor. Çünkü batı dünyası İslam dininin marjinalleşmesini, özelleşmesini, laiklik üzerinden özel hayata çekilmesini, izafileşmesini öngörüyor. İran ise İslam'ı kamusal alana taşıyor. İran batılı değerlere önem vermiyor. Değişim projesini kendi üretiyor. Kendi geleneğine, kendi kültürüne İslami biçimler üretmeye çalışıyor. Bu İran'ın partner olmayacağı anlamına geliyor batı açısından. Mısır burada çok önemli ve batı açısından daha bir öne çıkıyor.
- Türkiye, İran ve Mısır dediniz!. Peki, bu çerçevede Türkiye nerede duruyor?
Türkiye'nin yeri zaten belli; batı ülkelerinin yanında. NATO ülkesidir ve NATO ile beraber hareket etmektedir. AB üyelik sürecini takip ediyor, ABD ile model ortaklığı var. Bu üç parametre; NATO üyesi olması, AB üyelik sürecini takip etmesi ve ABD ile model ortaklığı olması Türkiye'yi batının yanında konumlandırıyor. Kendi başına hareket eden bir ülke değildir tabi. Türkiye Özal'dan bu yana batı dünyasını şuna ikna ediyor: Siz burada çok kaba yöntemler kullanıyorsunuz, kaos yaratıyorsunuz, düşman kazanıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz. Biz sizin dostunuzuz ve müttefikiniziz. Bizi kendi yöntemlerimizle baş başa bırakın, çünkü biz bu bölgenin dilini daha iyi biliyoruz. 400 sene bu bölgede hükümran olduk, bölge insanlarıyla bizim akrabalık bağlarımız var. Biz sizinle beraber ve sizin çıkarınıza bu bölgeyi dizayn edebiliriz.
Batı buna göz yumdu, Türkiye kendi yöntemlerini kullanmaya başlayınca büyük başarılar kazandı. Bölge ülkelerine gitti, sınırlar anlamsızlaşmaya başladı, vizeler kalktı. Bunun arkasında ise Türkiye, Ortadoğu'yu batıya yaklaştırmak, ılımlaştırmak, bu radikal sert unsurları yumuşatmak istedi. Fakat ilişkiler ve gelişmeler kontrolden çıkınca bu yöntem batıyı tedirgin etti. "Biz Türkiye'yi kendi başına bıraktık" diye düşünüp bunu geri çekmeye başladılar. Ve son 1,5 sene özellikle Türkiye tekrar batıyla birlikte açık ve net bir şekilde hareket etmeye başladı.
Bu da Türkiye'nin, bütün politikalarının alt üst olması, ters yüz olmasına yol açtı. Tekrar eski konumumuza döndük. Yani bütün komşularımızla ihtilaf halindeyiz, çatışma potansiyelimiz son derece yüksek, Allah muhafaza Suriye olayı eğer iyi sonuçlanmayacak olursa bir anda Suriye, Irak, İran ve Lübnan'la savaşa girmiş olacağız. Bizim tarihimizde ilk defa böyle bir şey olacak. Asla kimsenin arzu ettiği bir şey değildir.
- Aynı anda 4 cephede savaşabiliriz diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Yani Suriye'ye girdiğimiz zaman doğrudan Şii unsurları da karşımıza mı almış olacağız?
Hayır, sadece Şii değil Sünni unsurlar da etken. Suriye'de net bir mezhep savaşı yok. Beşşar Esed sadece Nusayri unsurlara dayanmıyor, Sünni iç dünyasından da Sünni ulemadan da onun yanında yer alan guruplar var. Halep çarşısı, Şam bürokrasisi ve bütün liderler Nusayri değil. İçlerinde önemli Sünni unsurlar var. Bunlar halen Beşar Esed'in yanında. Dikkat ederseniz Halep'te ve Şam'da henüz bir hareket yok. Çünkü çarşı ve Şam Nusayriler, askeriyenin muhaberat teşkilatlarında...
- Sayın Bulaç, Suriye konusunda biraz daha özele inecek olursak, Türkiye'nin Suriye genelinde takip ettiği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz? NATO'ya yapılan çağrı, ortak harekat isteği gibi...
Bence Ankara'nın Suriye politikası Türkiye'nin kendi insiyatifiyle, özgür iradesiyle yürütülmüyor. Batının baskısı altında. Burada önemli rol oynayan faktör Türkiye'nin NATO ülkesi olması ve batı yanında yer almasıdır. Batı Suriye olayının Mısır ve Tunus'taki gibi bir iç toplumsal dinamikle ve sivil muhalefetle sona erdirilemeyeceğini anladı. Dışardan bir müdahale gerekiyor, bu müdahaleyi de kendisi yapmak istemiyor. Yani ABD, Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi kendisi girip Suriye'yi işgal etmek istemiyor. Libya'daki modeli de uygulamak istemiyor. Burada Türkiye'yi bir enstrüman olarak kullanmak istiyor.
- Suriye konusunda bir başka güç odağı olarak ise Rusya ve Çin görülüyor. Bu iki ülkenin de ikna edilmesi gibi bir şart dikkat çekiyor. Rusya ve Çin'in takındığı tutumu nasıl okumak gerekir?
Henüz Rusya ve Çin, Suriye rejiminin tam olarak arkasından çekilmiş değil. Yani Beşar Esed'e "reform yap, çatışmayı durdur", diyerek şiddete karşı olduklarını beyan ediyorlar. İkinci önemli faktör İran, Irak, Suriye ve Lübnan'ın bir blok teşkil etmesidir. Bunlar artık kendi içlerinde bir ittifak. Siyasi ve askeri bir ittifak kuruyorlar. Bunlar Türkiye'nin veya batının Suriye'ye girmesine asla müsaade etmeyecekler. Türkiye'yi vuracaklar. Bunu söylüyorlar zaten. Mesela devrim muhafızları başkomutanı, Lübnan Stratejik Araştırmalar Merkezi bunu söylüyor. Türkiye bir anda bu 4 İslam ülkesiyle savaşa girmiş olacak.
- Mısır ve Suriye'de yaşananları kıyasladığımızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? İhvan'ın takındığı tutum mesela...
Suriye'deki rejimin kolay kolay değişeceğini zannetmiyorum. Çünkü dış faktör belirleyici bir rol oynuyor. Mısır'da dış faktör zayıf, iç faktörler daha baskındı. Mısır'da İhvan-ı Müslim çok basiretli davrandı. Ön cephede görünmediler. Tahrir'deki gösterileri kendileri organize ettiler, lojistik destekleri onlar sağladı. Ön cephede liberallerin solcuların, gençlerin gözükmesini istediler. Bu çok önemli bir şeydi. Mısır'daki protestolarda İhvan gözükmedi ancak Tahrir'i örgütleyen İhvan'dı. Oradaki liberallerin, solcuların Mısır'daki toplumu, milyonlarca insanı örgütleyebilme yetenekleri, tecrübeleri, imkânları da yok. Bu, ancak İhvanın yapabileceği bir şeydi.
- Görünen o ki, aslında bölgemizdeki bütün gelişmeler İran'ın nükleer silah çalışmaları merkezinde yürüyormuş gibi duruyor. En azından batının böyle bir yol haritası var. İran'ın nükleer silaha sahip olması neden bu kadar tedirginlik uyandırıyor? ABD'de var, Avrupa ülkelerinde ve İsrail'de var. Pakistan ve Hindistan'da da var...
Dikkate almamız gereken önemli bir ayrıntı var: İran, Batı sistemine, batının yayılmasına meydan okuyor. Ve batı sisteminin merkezinde de İsrail bulunuyor. İsrail gücünü batıdan alıyor. İsrail'i bölgede tek tabanca durumuna, kabadayı, haydut konumuna çıkartan en önemli faktör nükleer silaha sahip olmasıdır. Bir görüşe göre 200, bir görüşe göre de 400 civarında atom bombası var elinde. Bu son derece yüksek bir rakam. İsrail bu yönüyle de bölgedeki en büyük tehdittir. İran nükleer silaha sahip olmak suretiyle İsrail'in bölgedeki tekelini kırıyor. Diyor ki, "senin elinde bu silahtan varsa benim elimde de var. Bunu kullanırsan bende kullanacağım.
O halde sen kullanma ben de kullanmayayım". Bu soğuk savaş döneminin adına "dehşet dengesi" denen doktriniydi. Yani, iki blok; batı ile doğu arası doktrinin de esası buydu: "Her ikimizde de bu var, kullanırsan bende kullanırım ki ikimizin de kullanması demek yeryüzünde taş üzerinde taşın kalmaması demektir. O halde sen de kullanma ben de kullanmayayım". İran'ın nükleer silaha sahip olması İsrail'i zayıflatır. Peki, İran'ı bundan vazgeçirmenin yolu nedir? Bir, işgal edersin çok net bir şekilde. İki, vurursun belli noktalardan. Fakat bunları durup dururken yapmak da kolay değil.
- İsrail'in İran'a karşı son zamanlarda dikkat çekici saldırgan tutumu var. İran'ı vurmakla tehdit ediyor. Bunda İsrail'de var olan Hükümetin bir payı var mı ?
İsrail'de çok da aklı başında olmayan, beyniyle hareket etmeyen bir yönetici gurup var. İsrail'de aklı başında yöneticiler var ama onlar şu anda iktidarda değil. Şu anki iktidar hakikaten çılgınların elinde. Hitler gibi gözü kara bir iktidar. Zaten Doğu Avrupa'dan gelen Yahudi gruplar genellikle çılgın politikalar üretirler. Bunlar, zaman geçtikçe her şeyin aleyhlerinde olduklarını düşünüyorlar. Çünkü İran bu programı tamamlayabilir. Ve tren de kaçabilir. O zaman diyorlar ki; "İran'ı bir an önce vurmak lazım".
- İsrail, İran'ı Amerika'ya rağmen vurabilir mi? Vurursa Türkiye'nin durumu ne olur?
İsrail, İran'ı tek başına vurabilir ancak bunun altından tek başına kalkamaz. ABD, Afganistan ve Irak'taki gibi İran'ı işgal edebilir. Fakat, Afganistan ve Irak'ta karşılaştığı sorunlardan çok daha büyük sorunlarla karşılaşabilir. Bu durumda acaba NATO konsepti içinde bunu yapmak mümkün olabilir mi? Malatya'daki NATO radar sistemi bu kapsamda düşünülmüştür. Şöyle bir senaryo düşünün: İsrail, İran'ı vurdu. Füze yerini buldu. Vurduğu anda otomatikman İran da İsrail'i vuracak.
Fakat İran füzeyi ateşlediği zaman otomatikman Malatya'daki radar sistemi bunu tespit edecek ve Almanya'ya ya da Romanya'ya bunu bildirecek. Oradan da İran'ı vuracaklar. O zaman İran ne yapacak? Kendi füzelerini Romanya'ya ya da Almanya'ya bildiren Malatya'daki tesisi vuracak. Aksi halde vurulmayı kabul edecek. Bu sefer Türkiye saldırıya maruz kaldığı için İran tarafından, NATO anlaşmasının 5. maddesine göre, bir NATO ülkesi saldırıya uğramış sayılacak ve NATO ülkeleri İran'ı vuracak. Tabiî ki; bu bir senaryo. Ve bu her an olabilir. Bugün de olabilir, daha sonra da olabilir. Son derece tehlikeli. Maalesef bizim hükümetimiz bunu kabul etti.
- İsrail, Mavi Marmara'da 9 insanımızı katletti. Türkiye'den özür dahi dilemedi. Buna rağmen Türkiye'nin ABD ve İsrail eksenli politikalara yedeklenmesinin nasıl bir mantığı var? Örneğin, Malatya'daki üssün İsrail'in güvenliği için kurulduğunu bilmeyen yok.
Bu konu da İran'la doğrudan bağlantılı. İran bölgede büyük bir güç sahibi ve bu güç sahibi olmasının en büyük nedeni başta da söylediğim gibi İsrail'e karşı aldığı tutum. Dolayısıyla Arap dünyası ikiye ayrılmış durumda: "Arap sarayları" ve "Arap sokakları". Arap sarayları İsrail'in yanında, İran'ın nötralize edilmesini, vurulmasını, etkisizleştirilmesini istiyor. Arap sokakları ise İsrail'in durdurulmasını, mültecilerin geri gelmesini, yerleşimcilerin el koydukları bağları, toprakları geri vermesini, Kudüs'ün hiç değilse doğusunun Filistinlilere verilmesini, Mescid-i Aksa'ya zarar gelmemesini istiyorlar. İşte burada İran'ı durdurmanın yolu, ona rakip çıkarmaktır. Kim bu rekabeti üstlenebilir? Mısır veya Türkiye üstlenebilir.
Mısır henüz daha oluşum halinde yani ne olacağı çok net değil. Rejim değişiyor, İhvan-ı Müslimin, Selefilerle beraber başa geçiyor. Nasıl bir tutum takınacakları belli değil. Bu nedenle Türkiye önemli. Türkiye, İsrail'in yanında yer alarak İran'ı durduramaz bölgede. İsrail'e karşı tavır alarak ancak bölgede güç sahibi olabilir ve İran'ı durdurabilir. Ve bu projeyi Obama ve ekibi ile birlikte ABD'de destekleyen bir gurup var: Yahudi lobisi.
- ABD'deki Yahudi lobisi, İsrail'den farklı mı düşünüyor?
Yahudi lobisi daha makul görünen ya da gösterilen bir stratejiye sahip çıkıyor. Lobiler şöyle düşünüyorlar: İsrail'in bugünkü çılgın yöneticileri Yahudileri bütün dünyada ve Ortadoğu'da bir uçuruma, bir felaket doğru götürüyorlar. İsrail'i durdurmak lazım. İsrail'i durdurmanın anlamı sınırlarının belli olması. Çünkü İsrail dünyada milli sınırları belli olmayan tek devlettir. İsrail nerede başlar nerede biter belli değil. Bizim sınırlara Habur'dan girersin Kapıkule'den çıkarsın. Belli, çizilmiş. İsrail'in belli sınırı yok. İşgal devleti. Buna bir son verilmesi lazım. Hem Yahudiliğe karşı, hem ABD'ye ve batıya karşı büyük bir öfke demektir, bunu durdurmak lazım. İran durdurursa onu nötralize eder. Ama Türkiye durdurursa Batı adına durduracak. Dolayısıyla batıyı, NATO'yu, ABD'yi rahatlatacak. Türkiye bu bağlamda Mavi Marmara ile gündeme soktu. Fakat Mavi Marmara'da 9 kardeşimiz şehit oldu.