'İslam ile laikliğin yan yana gelmesi mümkün değil, amaca araçla gidilir'

'İslam ile laikliğin yan yana gelmesi mümkün değil, amaca araçla gidilir'

Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP çevrelerinde görüşleri dikkatle dinlenen ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman, “İslam'da olan, laiklik ve sekülerlik değil, din ve düşünce hürriyetidir. İçinde bulunduğumuz şartlar, adım adım İslâm'a giderken bir aracın kullanılmasını zaruri kılarsa, o aracı kullanırız” dedi.

Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’ta “Demokrasi çoğulculuk laiklik ve İslam” başlığıyla yayımlanan (25 Mayıs 2014) yazısı şöyle:

 

Demokrasi çoğulculuk laiklik ve İslam

 

Bizim memleketimizde daha çok lâik kelimesi kullanılırken, sonraları siyasi edebiyatımıza seküler kelimesi de girmiş oldu ve insanlar da gördüğüm kadarıyla üç gruba ayrıldılar. Bunlardan bir grup, İslâm'ın laik olmadığını fakat seküler olduğunu iddia eder ve laiklik ile sekülerliği birbirinden ayırır. Bir başka grup İslâm'ın laikliği bünyesinde barındırdığını söyler. Üçüncü bir grup ise 'İslâm ne seküler bir modeli öngörür, ne de laikliği bünyesinde barındırır' diyorlar.

Ne anladığımı söylemem gerekirse seküler kavramı daha genel dünyeviliğe, beşerî alana yani Allah'ın dininin müdahale etmediği, yok sayıldığı bir alan yapısına tekabül eder. Laiklik ise bunun içerisindeki siyasi boyutu temsil etmektedir. Öyleyse, ister laisizm, ister sekülerizm olsun, özünde öyle bir alan öngörüyor ki, din oraya kesinlikle karışmayacaktır. Buradan hareketle İslâm'a geldiğimizde, İslâm'da dinin karışmadığı özel ve genel hiçbir alan yoktur. Vardır diyen ya bilmiyor ya yanlış biliyor ya da bildiği halde saptırıyor demektir. 'Biliyor, ama bu bilgi farklı bir yoruma dayanıyor' diyenlere cevabım şudur: 'İslam'da yorumun kuralları vardır, usulsüz vüsul olmaz.'

İslâm'daki müdahale/karışma anlayışını, ilâhî-dînî sınırlama, hüküm koyma, talimat verme, irşad etme şeklinde idrak etmemiz gerekiyor. Yoksa bu müdahale insanların iradelerini, kişiliklerini de ele alıp, ona hakim olup zorla yönlendirme manasında da değildir, ruhban sınıfının müdahalesine benzer bir müdahale de değildir.

İslâm'a göre de insanda irade hürriyeti vardır. Mükellefiyet, cennet, cehennem ve imtihan hep bu irade hürriyetine bağlıdır. Fakat, yasama, irşad etme, kaideleri geçerli hale getirme açısından dinin müdahil olmadığı hiçbir alan yoktur. Kur'an'ın ilk ayeti Allah'ın adıyla başlamaktadır. Her işe onun adıyla başlarız. Besmele'den başlayıp Nas suresine kadar Kur'an'ı baştan sona okuduğumuz zaman bu söylediklerimin doğru olduğunu görebiliriz. Netice itibariyle İslâm ile sekülerizm ve laisizmin uzlaşan, paralellik arzeden yönleri yoktur. Bunların yan yana gelmesi mümkün değildir. İslam'da olan, laiklik ve sekülerlik değil, din ve düşünce hürriyetidir.

İçinde bulunduğumuz şartlar, adım adım İslâm'a giderken bir aracın kullanılmasını zaruri kılarsa, o aracı kullanırız. Bu kavram olur, kurum olur, parti olur... Yalnız burada, mutlaka göz önünde bulundurmamız gereken husus şudur: Bu aracı kullandığımızda, daha mükemmele ulaştırıyor mu, yoksa onun yerine geçip yolunu ebediyyen kapatıyor mu? Şayet kullanılan araç, ikinci adıma yol açıyorsa, bence o aracın kime ait olduğu önemli değildir. Yani Grek, Roma, Amerika, Kara Avrupası, Aydınlanma öncesi ve sonrası, kilise, havra gibi herhangi bir yere ait olabilir. O araç kullanıldığı zaman, amaca ulaşma açısından karşılaşılan netice önemlidir.

Eğer o araç, bizi amacımıza doğru götürüyorsa, kapıların arka arkaya açılmasını sağlıyorsa, mecburiyete binaen onu kullanabiliriz. Zaruret o aracı meşru kılar.

Öncelikle demokrasiye, partiye ve çoğulculuğa menşeinden bakmalıyız. Bunlar nereden gelmiş? Hangi kültür ve medeniyet ortamının mahsulleri? Bunların beşeri ve beşer üstü vasıfları nelerdir, ilahi menşee mensubiyeti var mıdır? Yoksa beşer aklı ve nefsinin eseri midirler? Ve bu ne derece terbiye görmüş aklın ve nefsin eseridir? Selim akıldan mı yoksa kirlenmiş, şartlanmış akıldan mı sadır olmaktadır? Yani evvela menşeinin tespit edilmesi gerekmektedir. Buradan, bünyemize yabancı olup olmadığını anlayabiliriz.

İnsan-Allah ilişkisi ve insanların düzenlemelerinin din ile bağlantısı açısından meseleye baktığımızda çoğulculuk kavramının bizim bünyemize uymadığını söyleyebilirim. Çoğulculuğun temelinde hak ile batılın, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün göreceliği ve eşitliği vardır. Bu ise İslâm'ın özüne aykırıdır. Modern Batı A ile B davranışını, onun çıkar ve ölçütlerine zararlı değilse, ayrıca din ve ahlak açısından değerlendirmez. Birine iyi, diğerine ise kötü demez. Yani burada iki husus vardır. Birincisi özgürlük vermek, ikincisi ise değerlendirmek. Çoğulculuk sistemi farklılara hürriyet verir, hak verir, ama tercihleri din ve ahlak bakımından değerlendirme dışı tutar. İslâm ise insanlara din ve vicdan özgürlüğü verir. Fakat bu özgürlük küfür, günah ve ayıp istikametinde kullanıldığında bunu olumsuz bir değerlendirmeye tabi kılar. İman, dindarlık ve ahlak istikametinde kullanılan irade ve hürriyetin eseri (iman, fazilet...) her zaman için üstün olur. Diğeri ise adi olur, bayağı olur; terk edilmesi gereken bir şey olur. İslâm bunu zorla terk ettirmez; ama terk edilmesini ister, bu yönde teşvik eder. İnsanların akıbetinin iyi olmasını istediği için iman istikametine yöneltmeye çalışır.

Çoğulculukla din ve vicdan hürriyetini, (farklı inançtan insanların bir toplum teşkil etmelerini, temel haklardan yararlanarak bir arada yaşamalarını) birbirine karıştırmamak gerekir.