Etyen Mahçupyan (Zaman, 18 Temmuz 2012)
Kısa sürede ve otoriter zihniyetin kuşatması altında gerçekleşen 'sert' devrimler eleştirel yaklaşımları tırpanlar ve doğrudan ihanet olarak damgalarlar. Ancak daha kalıcı olan etkileri bizzat o devrimlerin takipçilerini nesiller sürecek bir özeleştiri yoksunluğuna mahkum etmeleridir.
Hele devran dönmüş ve bir 'karşı devrimin' kapısı aralanmışsa, daha önceki devrime yönelik özeleştirel bakış daha da güdükleşir. Türkiye'de laik kesimin genelde böyle bir sıkıntısı var. Kemalizm'in kendilerine sosyal, kültürel ve ekonomik alanda açmış olduğu imtiyaz alanını görmek istemiyorlar. Oysa Kemalizm'i siyaseten desteklememiş olanlar bile bu imtiyazdan yararlandılar ve bunu kendi 'aydınlanmış gelişmişliklerinin' doğal hakkı olarak gördüler. Bu 'doğallaştırılmış imtiyaz' duygusu laik kesimin muhalefeti olan solu bile rejim eleştirisi sınırında tuttu ve halen bugün bile özeleştiri yapabilmekte zorlanmasıyla sonuçlandı.
Oysa ataerkil zihniyete yakın toplumlarda yaşanan devrimlerin farklı bir macerası var. Örneğin İran'da Humeyni yaşarken her taraf onun posterleriyle doluydu ama öldükten sonra bir anda hızla azaldılar ve yerlerini Rafsancani afişleri aldı. Ataerkil zihniyet meşruiyet alanını hiyerarşik ancak çoğul olarak tasavvur etmesinden ötürü, her dönem güçlü baskı rejimleri üretebilen ama liderlik konumunda yumuşak geçişliliği de daha mümkün kılan bir anlayışa tekabül ediyor. Böylece devletin iç alanında lider kültünü dengeleyen bir pazarlıkçı siyaset ürerken, bunun toplumsal yansıması da kaçınılmaz oluyor. Sonuç eleştiri söyleminin bir yere kadar normalleştiği, karmaşık bir iktidar yapısıdır. Toplumsal düzleme gelindiğinde, bu yapı toplum içi bir 'konuşmayı' ve giderek özeleştirel yüzleşmeleri de davet etmekte. İran'ın sanat alanındaki 'şaşırtıcı' parlaklıktaki ürünlerinin ardında söz konusu entelektüel cevvaliyetin de muhtemelen büyük payı var.
Kemalizm'in dar penceresinden bakıldığında bugün Türkiye bir 'karşı devrim' yaşıyor. Ama zamana yayılmış, demokratik mekanizmadan beslenen bir devrim bu... Diğer bir deyişle 'meşru' bir devrim... Sadece iktidarın aldığı yüksek oy nedeniyle değil, zamana yayılmış olma özelliğiyle de meşru. Çünkü bu sayede iktidar kendisini etkilenmeye açık tutuyor ve kendi seçmen kitlesinin değişim sürecini, yönünü ve hızını da dikkate alan bir dönüşüm mekanizması tasarlamak durumunda kalıyor. Ne var ki aynı özellik, iktidarın eski rejimin kalıntılarını da kendi içinde entegre etme ve onlarla çeşitli pazarlıklar bağlamında işbirliği yapma dürtüsünü veya kolaycılığını da teşvik ediyor. Bu durumun bir süreden beri bizzat söz konusu seçmen kitlesince ve İslami camia içinde eleştirildiğini gözlemliyoruz. Devrimin sürekli bir meşruiyet desteğine muhtaç olması, AKP iktidarı altında yaşanmakta olan dönüşümün doğrudan toplumsal düzlemde eleştirilmesine olanak sağlıyor ve İslami kesim kendisini bu anlamda engellemiyor.
Dolayısıyla ironik bir biçimde bugün İslami kesimin AKP iktidarına olan yaklaşımında yer alan eleştirellik dozu, bunca yıldan sonra laik kesimin Kemalizm karşısında sergileyebildiğinin hiç de altında gözükmüyor. 'Yandaş medya' adı altında toparlanmak istenen birkaç gazeteyi referans alanlar bu gerçeği göremeyebilir, ama İslami kesimin daha az görünür olan iletişim kanallarındaki ürünlerine bakıldığında gerçek enerjinin çoğulluğu ortaya çıkıyor. 'Yandaş medya'nın hükümeti koruma misyonu edinmesinin en önemli nedeni eski rejimle olan kavganın devam etmesi ve eski rejimin de kendi medya olanaklarıyla bu kavganın parçası olması. Ama bu kavganın dışına çıkıp İslami kesimin iç konuşmasına gelindiğinde pozisyonların çoğullaştığı ve hükümetin tutum ve uygulamalarını hedef alan net itirazların ortaya çıktığı görülüyor.
Ancak bugün Türkiye'de, Kemalist devrim zamanında yaşanmamış ve laik kesimin genelinde halen yaşanamayan bir başka süreç daha tomurcuklanıyor: İslami kesimin içinde iktidarı değil, doğrudan kendi zihniyetini muhatap alan bir sorgulama ve anlamlandırma çabası var. İslami kesimi kamusal alana taşıyan devrim devam eder ve eski rejimle hesaplaşma hâlâ sürerken, bu türden bir özeleştiri arayışı pek de beklenir bir durum değil. Bunun psikolojik nedenlerinden birinin, İslami kesimin sayısal üstünlüğünden gelen bir özgüven olduğu söylenebilir. Ancak unutmamak lazım ki Türkiye'de insanların üçte ikisi kendisini 'laik' kategorisi içinde tanımlıyor. Diğer bir deyişle sayısal üstünlüğün devamı ancak değişimle ve bir tür melezleşmeyle mümkün.
Belki de tam bu neden, yani İslami kesimin değiştirirken aynı zamanda değişmekte olması ve kendi değişimini rejim değişikliğinin merkezine oturtması, bu çoğul camia içinde özeleştiri dürtüsüne de kapı açıyor. Böylece sadece siyasi iktidar el değiştirmiyor, siyasi iktidarın yeni sahiplerinin sosyolojik zemininde de bir devrim oluyor...
Yaşanan devrimin meşruiyeti de sadece alınan oyla ve uzlaşmacı mantıkla oluşmuyor... Tabandaki bu özeleştiri duyarlılığının her gün yeniden ürettiği toplumsal inşaya dayanıyor.