Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın MHP lideri Devlet Bahçeli'yle görüşmesinin ardından erken seçim kararını açıklamasına ilişkin olarak, "İktidarın işleri hızla kötüye gidiyordu ve bunu durduramayacaklarını bildikleri için zaman geçirmeden baskın seçime gitmeye mecbur kaldılar" dedi. Gürsel, "İşlerin kötüye gittiğini biz iddia etmiyoruz, ittifakın ortakları söylüyor" ifadesini kullandı.
Gürsel'in "İç ve dış krizlerden önce baskın seçim" başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2018) yazısı şöyle:
İktidarın işleri hızla kötüye gidiyordu ve bunu durduramayacaklarını bildikleri için zaman geçirmeden baskın seçime gitmeye mecbur kaldılar. 24 Haziran’da seçim, Erdoğan-Bahçeli ittifakının menfaatı açısından mantıklı bir karardır. Bu olmasa ve seçimler takvime uygun olarak 3 Kasım 2019’da yapılsaydı, başta ekonominin olumsuz gidişatına ve sağ muhalefette İYİ Parti - SP ekseninde güçlenen ittifak dinamiklerine karşı alınacak her türden tedbirin maliyeti zaman geçtikçe katlanarak büyüyecekti... Bir kriz ortamında gidilecek yolun sonunda iktidar, bu ağır maliyetin baskısı altında kendiliğinden çökebilir ya da bu nedenle çökertilebilirdi. Şimdi ise iki ay sonra baskın seçim yaparak iktidarlarını menfi gidişatın tahripkâr sonuçlarından nispeten az maliyetle korumayı deneyecekler. Dikkat buyurunuz, vaziyeti baskın seçimle iyiye çevirebileceklerinden bahsetmiyorum. Bu iktidar kalırsa gidişatın yönü ve sonuçları değişmeyecek. Ayrıca, işlerin kötüye gittiğini biz iddia etmiyoruz, ittifakın ortakları söylüyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçen salı partisinin Meclis grubunda, ortağı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aralarındaki iş bölümü gereği yaptığı konuşmada, erken seçim çağrısını gerekçelendirmek için seçtiği sözcüklerin anlamı yeterince açıklayıcıydı: “Türkiye’nin sistem tartışmalarıyla boğulmak istendiği bugünkü şartlar altında,3 Kasım 2019’a kadar istikrar ve denge halinde ulaşması her geçen gün zorlaşmaktadır.” Meali şu: Sistem krizi, ülkenin istikrar ve dengesini tehdit ediyor. Bahçeli, iktidarın OHAL’siz yapamadığı Türkiye’de yaşanan rejim bunalımının gittikçe ağırlaştığını bizzat anlatıyor. Hem de nasıl: “Seçim sürecine giden yolda toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamikleri etkileyen çok sayıda menfi faktör yeşermektedir.” Bahçeli, çok boyutlu ve karmaşık bir krizin uç vererek derinleşme yolunda olduğunu ifade etmek istiyor. Ne yapsın, daha fazlasını söylemeye dili varmıyor. Bu arada, Bahçeli’nin geçen salı günü 26 Ağustos’ta seçim istemesiyle, Erdoğan’ın önceki gün kendisiyle usulen yaptığı yarım saatlik görüşmeden sonra baskın seçim tarihini 24 Haziran olarak açıklaması, ortaklar arasındaki rol paylaşımı gereği sahnelenmiş bir siyasi tiyatro idi. Lakin bu tiyatroda “tuluat” da vardı. Misal, Bahçeli bir an önce seçim yapılmaz ise Erdoğan’la arasındaki ittifakın çatlayabileceğini ima etti: “Türkiye’nin bekası açısından Cumhur İttifakı’yla hasıl olan milli mutabakatıntitizlikle korunması, hedeflerine varması elzemdir.” MHP Genel Başkanı’nın erken seçim istemek için özel nedenleri olduğunu teslim etmek gerekli. Parti tabanından İYİ Parti’ye kaymaları önlemek ve bu maksatla 2002’den beri iktidar açlığı çeken MHP kadrolarını iktidarın nimetleriyle bir an önce doyurmaya başlamak için seçime ihtiyaç duyuyor. Diğer taraftan, konuşmasında bahsettiği “Türkiye’nin bölgesel ve uluslararasıilişkileriyle bunların sosyal, siyasal ve askeri yansımalarının ve de uluslararasıaktörler tarafından yönlendirilen denetimsiz göç trafiği”, seçimin öne alınması için neden bir gerekçe oluştursun ki? Öyle ya, baskın seçim olmazsa iktidar bu tehditlere karşı koyamayacak mı? Ordu, istihbarat, Emniyet, yargı, medya, her şey iktidarın tam kontrolünde. İktidarın daha fazla güçlenmesi imkânsız çünkü zaten Türkiye’de güç namına ne varsa iktidarın elinde. O zaman akla şu geliyor: Yukarıda Bahçeli’nin değindiği sorunlu alanlarda risklerin gerçekleşmesi bekleniyor olmalı... Mesela Suriye’de bazı istenmeyen çatışmalar ve İdlib’den bir göç dalgası... İşte, seçimler bu tehditler kuvveden fiile geçmeden, bir an önce yapılsın ve Erdoğan- Bahçeli ittifakı bu nedenlerden ötürü oy kaybetmesin isteniyor. Aynı hususlar önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, seçim tarihini ilan ettiği konuşmada da dile getirildi: “Suriye ve Irak merkezli olarak tarihi önemdeki olayların belirsizlikleri aşmayızorunlu hale getirmesi...” “Türkiye’nin önündeki gündemin yoğunluğu, erken seçim kararının açıklanması ile ortaya çıkacak belirsizliğin bir an önce ortadan kaldırılmasını zorunlu kılması...” “Suriye’deki gelişmeler...” Bu seçime bir baskın halinde gidilmesinin dış kaynaklı nedeni olduğu aşikâr: Suriye meselesi sandığa ittifakın aleyhinde yansımasın... Ayrıca, soralım: Hangi belirsizlik? 16 Nisan 2017’deki şaibeli referandumda çok az farkla onaylanan bu yeni yönetim biçimi, bütün güç ve yetkiyi tek adamın elinde toplayıp, demokrasilerdeki denge ve denetimi olanaksız hale getirdiği ve keyfi yönetimin önüne set çeken kurumsal mekanizmaları etkisizleştirdiği için belirsizlik ve öngörülemezliğin bizatihi kaynağı değil mi?