İsmailağa cemaati medyaya açılıyor

İsmailağa cemaati medyaya açılıyor

- Hasan Karakaya 

 
Yeni Akit/2012-05-16
 
 

İsmailağa'da 3 saat... Hizmetle geçen 60 yıl

 
Bugün, "gündem"in dışına çıkıp, bir "ziyaret"ten söz etmek istiyorum...
 
Evet, gündem yoğun...
 
MHP ve BDP; "Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasından kalkmayacaklarını" söylüyor... Başbakan Tayyip Erdoğan, AK Parti Grubu'nda yaptığı konuşmada Kılıçdaroğlu'na cevap verip, diyor ki; "Senin kalibren ne?"
 
KCK'ya yönelik operasyonlarda 51 kişi gözaltına alınmış... MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Türkmenistan'da imiş... 
 
CHP'li Haluk Koç, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, "Ismarlama Başkan" olduğunu söylemiş...
 
PKK'nın önde gelen yöneticilerinden Şemdin Sakık, gazetemiz Akit'e bir mektup daha gönderip, "Andıç'ın perde arkası"nı anlatmış ve Yaşar Büyükanıt'ın kendisini askerlerin eline verip, "ırzına geçirtmek ve cop sokturmakla" tehdit ettiğini ama buna rağmen "onun hazırlattığı metnin altına imza atmadığını" söylemiş...
 
Sivas Dâvâsı'nın Yargıtay'da yapılan "temyiz duruşması"nda karar veren hakimler, 19 yıl sonra "itiraf"larda bulunup, "Bir pislik varsa temizlenir" demişler.
 
İSMAİLAĞA'DAN DAVET
 
Evet, gündem yoğun..
 
Bunların hepsi, üzerinde ciddi ciddi durmayı ve ayrıntılı yazılar yazmayı gerektiren konular.
 
Ama, dedim ya;
 
Bugün, bir "ziyaret"ten söz etmek istiyorum... Çünkü bu ziyaret, özellikle benim açımdan "anlamlı" bir ziyaret... Evet, anlamlı bir ziyaret, çünkü bu ziyaret "yanlış anlama"ları ortadan kaldıracak... 
 
Ve yine, öyle sanıyorum ki, "fitne"nin yayılmasına da son verecek.
 
Efendim, bir süredir; gazetemin ve özellikle benim, "İsmailağa Cemaati"ne karşı olduğum ve birileri üzerinden "cemaati yıpratmaya" çalıştığım, bu tavrımın da "cemaatte çok büyük rahatsızlığa yol açtığı" şeklinde bir dedikodu dolaşıyordu ortalıkta.
 
Ne yalan söyleyeyim;
 
Hem bu "dedikodu"lara inanmıyordum, hem de "vicdanen rahat"tım...
 
Derken İcra Kurulu Başkanımız Mustafa Karahasanoğlu ağabey; "İsmailağa Cemaati'nden aradılar" dedi; "Yayın Kurulu üyelerimizi ve yazarlarımızı davet ediyorlar... Hem birlikte yemek yiyelim, hem birbirimizi daha yakından tanıyalım, sohbet edelim istiyorlar... İşlerini ayarla, Pazartesi gidelim."
 
Gittik... Hem de; "Yayın Kurulu üyelerimiz" ve "yazarlarımız"ın da içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle gittik.
 
Ne yalan söyleyeyim;
 
"Eleştiri"lere açıktım ama, "saldırgan" tavırlara da hazırlıklıydım.
 
Anlayacağınız, gardımı almıştım...
 
Ama, o da ne!..
 
Öyle bir "karşılama" ki; sıcak mı sıcak, samimi mi samimi... Kucaklaşmalar, sarılmalar ve iltifatlar onu gösterdi ki; "dedikodu"ların aslı astarı yok!..
 
Birileri, "senaryo" yazıyor.
 
Uzun lâfın kısası;
 
Son derece "sıcak bir ortam"da, son derece "samimi" karşılandık...
 
BİRLİKTE YEMEK YEDİK
 
"Hal-hatır sorma" ve "tanışma" faslından sonra, Mahmut Hocaefendi Hazretleri'nin en eski talebeleri Hasan ve Mustafa Hocaefendi'ler geldiler... 
 
Kısa bir sohbetin ardından "akşam yemeği"ne geçtik...
 
Yemeğe geçtik ama, "yemek" deyip, geçemem... 
 
Zira, öyle bir "yemek ikramı" yaptılar ki; "beş yıldızlı" hatta "yedi yıldızlı" oteller bile halt etmiş yanında!..
 
"Çorba"sından "et"ine, "salata"sından "tatlı"sına kadar, her şey "dört dörtlük"tü... 
 
Her şey, "çok iyi bir usta" elinden çıkmış gibiydi...
 
Hele bir; "bulgur pilâvı üzerine tandır" yapmışlar ki, ancak bu kadar leziz olur...
 
Dayanamayıp, sordum;
 
"Yemekleri nereden getirttiniz?"
 
"Getirtmedik" dediler; "Kendi mutfağımızda, kendi aşçılarımız hazırladı."
 
Tek kelimeyle, ellerine sağlık...
 
BİR DE KUR'AN ZİYAFETİ
 
"Yemek duası"ndan sonra, "akşam namazı" için camiye indik... 
 
Evet, İsmail Ağa Camii'ne...
 
Namazı beklerken; gerek Rızvan Bey'le, gerek Necip Nalbantoğlu Bey'le konuşup; "Hızır Ali Hoca ve Bayram Ali Hoca cinayetleri"nin nasıl işlendiğini, "arkasında kimlerin ve hangi saiklerin olduğunu" öğrenmeye çalıştık... 
 
İlginç şeyler anlattılar ki, inşaallah yeri geldiğinde yazarız...
 
Onlarla sohbet ederken gördük ki, camia içinde çok sevenimiz varmış... 
 
Namaza gelenlerle uzun boylu sohbet edemesek de, karşılıklı hal-hatır sorduk...
 
Namazın ardından, genç bir delikanlı "Kur'an-ı Kerim" okudu... 
 
Ama, ne okuma!.. Öyle bir ses, öyle bir nefes ki, hayran olmamak mümkün değil...
 
"Kim" diye sordum;
 
"Bir yetim" dediler...
 
"Yetim" olan güzel sesli bu delikanlı mı, yoksa bizler miyiz?.. 
 
Evet, "baba"sını kaybetmiş ama, Cenab-ı Allah, ona öyle bir "ses" vermiş ki, dünyalara değer...
 
Sizin anlayacağınız;
 
"Yemek ziyafeti" ile midelerimiz, "Kur'an ziyafeti" ile gönüllerimiz doydu.
 
Bu atmosferi yaşamak ne güzel...
 
1952'DEN... 2012'YE
 
Namazın ardından bir salona geçtik... 
 
Hani, "Bal dök yala" denilir ya, o kadar "temiz", o kadar iç açıcı ve huzur verici bir salon.
 
"İşte" dedim; "Tam da Müslümana yaraşır bir temizlik, Müsülmana yaraşır bir tertip ve düzen..."
 
Herkes kendisini kısaca tanıttıktan sonra, bir "sinevizyon gösterisi" izledik...
 
İsmail Ağa Camii'nin tarihçesi anlatıldı... Camilerin "ahır" ve "depo" olarak kullanıldığı yıllarda, İsmail Ağa Camii'nin nasıl kurtarıldığı ve bugünlere nasıl gelindiği, görüntüler eşliğinde anlatıldı.
 
Efendim, bilmeyenler için anlatayım...
 
Çarşamba, Manyasızade Caddesi'nde bulunan İsmail Ağa Camii, 1723 tarihinde Rumeli Kadılarından Alaiyeli İbrahim Efendi'nin oğlu Şeyhülislam İsmail Efendi tarafından kendi adına ve kendi evinin yerine yaptırılmıştır.
 
1952 yılında vakıfların gözetimi altında halkın yardımlarıyla, aslına sadık kalınarak tamir edilip ibadete açılmıştır.
 
1952 yılı, "cemaat" açısından hem önemli, hem de anlamlı... 
 
Zira, 1952 yılı, Mahmut Hocaefendi Hazretleri'nin askerden döndüğü ve onarılan İsmail Ağa Camii'nde imamlığa başladığı yıldır.
 
Yıl 1952'den,
 
Yıl 2012'ye...
 
Dile kolay, Hocaefendi "tam 60 yıldır" hizmette... Kâh "namaz" kıldırarak, kâh "vaaz" vererek, kâh "sohbet" ederek ve kâh "Kur'an ehli insanlar" eliyle "kurs"lar açıp, dünyanın dört bir tarafına "hizmet"ler götürerek...
 
"Cemaat"in; gerek Türkiye'de, gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde; "su kuyusu açma, kurban eti dağıtma, depremzedelere ev inşa etme ve gıda yardımı yapma" gibi hizmetlerini öğrenince, hem hayret ettim, hem de sitemde bulundum;
 
"Doğrusunu söylemek gerekirse; Fatih Çarşamba veya İsmailağa Cemaati ya da Mahmut Hocaefendi denildiğinde kamuoyundaki, toplumdaki algı şuydu: Bunlar kadınları çarşafa sokmaktan, erkeklere de cübbe-sarık giydirmekten başka şey yapmazlar... Ama görüyorum ki; siz, Emr-i bil Maruf'tan öğrenci okutmaya, gıda dağıtmaktan su kuyusu açmaya kadar bir sürü hizmette bulunuyorsunuz... Ama bunları biz bile bilmiyorsak, kamuoyu nereden bilecek?.."
 
"Haklısınız" dediler;
 
"Bu eksikliğimizin biz de farkındayız... Ama, bundan sonra kendimizi anlatmaya ve bizimle ilgili algıyı değiştirmeye çalışacağız... İlk adımı da Akit'le attık... İnşaallah, bundan sonra da gerek bizim tarafın gazeteleri ve televizyonlarıyla, gerek önde gelenleriyle diyaloğa geçip, görüşlerinden faydalanacağız."
 
DAHA NİCE HİZMETLERE
 
Anladığım o ki;
 
İsmailağa Cemaati, artık "dışa açılmaya" ve kendisini anlatmaya karar vermiş... Yani "açılım rüzgârı" onları da etkilemiş...
 
Ne yalan söyleyeyim;
 
"Sarıklı-cübbeli" bir cemaat mensubunu "internet"te dolaşırken ve dev ekranda bize bilgi verirken görmek, ilk başta garip geldi ama sonra takdir ettim... Öyle ya, bir Müslüman; hem "ibadet"lerini yapmalı, hem "düşmanın silahı" ile silahlanmalı, yani "teknoloji"yi iyi kullanmalı değil mi?..
 
Saat 19.00'da gidip, 22.00 civarında ayrıldığımız mekânda, itiraf etmem gerekir ki; "cemaat" mensuplarını daha çok sevmeye, onları daha çok takdir etmeye başladım.
 
"Amatör bir ruh"la çalışıyorlar ama "profesyonel işler" yapıyorlar ki, takdir etmemek mümkün değil...
 
Sözün özü;
 
Biz onları sevdik,
 
Onlar da bizi sevdi.
 
Nice "hizmet"lere...
 
 
 
 
 
"Eğitim şart" mı acaba?
 
Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan "şampiyonluk maçı"nda müessif olaylar yaşandı ve herkes tarafından tepki ile karşılandı ya; bir televizyonda, sunucu soruyordu konuğuna: "Sizce de bu olaylar eğitimsizlikten kaynaklanmıyor mu?.. Eğitim seviyesi yükseldikçe, bu tür olaylar da azalır herhalde!.."
 
Konuk, "Yanılıyorsunuz" dedi..
 
"Bu işin, eğitimle ilgisi yok.. Bu iş fanatizmle ilgili" dedi ve şu örneği verdi: "Bir gün, bir profesör arkadaşımla maça gittim. Karşılaşmayı seyrederken, kendinden geçmişti. Küfür yağdırmalar, elindeki şeyleri fırlatmalar derken; 'Bu hâl ne?' dedim.
 
Ne dese beğenirsiniz;
 
'Ben, buraya deşarj olmaya geliyorum... Bunları da yapmazsam, nasıl deşarj olur, nasıl rahatlarım!?!'"
 
Anlayacağınız, bu işin "eğitim"le ilgisi yok.. Koskoca profesör bunları yapıyorsa; okul yüzü görmemiş insanlar ne yapsın? Hem "eğitim" dediğin "cehalet"i alır, "eşeklik" ise baki kalır!..
 
Şahsen ben de "eğitim şart"ın her derde deva olacağına inanmıyorum... "Dünyaca ünlü piyanist" diye kakalanan Fazıl Say gibi bir adam; ortalığı yatıştırmaya çalışan Kültür Bakanı'na "Kes zırvalamayı" diyorsa, demek ki, "eğitim" görmekle "adam" olunmuyor... Eğer eğitim görmekle adam olunsaydı, en başta Fazıl Say olurdu!..