'İsrailli sorgucular ayaklarıma tükürdüler'

'İsrailli sorgucular ayaklarıma tükürdüler'

T24 - Gazze'ye insani yardım malzemesi götürmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisinde bulunana yolculardan gazeteci Ayşe Sarıoğlu sorgusu sırasında yaşadıkları için, "Her yerde defalarca, daha önce İsrail’e gelip gelmediğim soruldu. “Hayır” dedikçe askerler, “arkadaşım seni görmüş ama” diye dalga geçiyorlardı. Bana dil çıkarıyorlardı, ayaklarıma tükürüyorlardı. İnanamadım. O kadar insanlık dışı, o kadar çocukça, o kadar saçma geldi ki. Dil çıkartmak, tükürmek, tuhaf sesler çıkartmak, sataşmak. Ve sürekli her yere kolunuzdan tutularak götürülmek. Nereye kaçacaktım ki?" dedi.

Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar'ın "İsrailli sorgucular ayaklarıma tükürdüler" başlığıyla (5 Haziran 2010) yayımlanan yazısı şöyle:

 

Uluslararası sularda, İsrail ordusunun müdahalesine uğrayan ve yolcularından dokuzu bu esnada İsrail askerlerince öldürülen Mavi Marmara yardım gemisinde yaşananlar konusunda gazeteci Ayşe Sarıoğlu ile yaptığımız söyleşiye dün kaldığımız yerden devam ediyoruz:

» Aşdod Limanı’na vardığınızda gemiden nasıl indirdiler sizi?

Gemiden ilk inenlerden biri bendim. En önde oturuyordum çünkü. Askerler bir koridor oluşturmuşlardı. Aralarından geçtik. Her aşamada fotoğrafımızı çektiler. Birçok açıdan resim çekildi. İnince, iki genç kız iki yanımdan tuttu. İkisi de askerdi, çünkü sordum; “18 yaşındayım askerliğimi yapıyorum” dedi. O kızlar her yerimi aradılar. Ağzıma baktılar, ağzımda sakız vardı. İç çamaşırlarımın içine dışına, elle, metal detektörlerle her yerime baktılar. Sonra bana “Tişörtünü çıkar” dedi. Tabii, oraya İsrail basını da gelmişti. Fotoğrafımı çekiyorlardı. İçimde bir atlet vardı. Mecburen tişörtü de çıkardım. Sonra pantolonumu indirtmek üzere kabine götürdüler.

 

» Sonra ne oldu?

Pantolonumu indirdim. Detektörle aradı bedenimi. Çoraplarımı çıkardım. Ayak parmaklarımın arasına baktılar. Tabanlarıma baktılar. Ondan sonra ifademizi almaya geçtiler.

 

» Bütün bunlar Aşdod Limanı’nda mı oluyor?

Hangar gibi bir yer kurmuşlardı oraya. Sahra çadırları vardı. Tesis gibi bir yer kurmuşlardı bizim için.

 

» Sorgu nasıl geçti? Ne sordular?

Sorgumda çok iyi Türkçe bilen, sizin, benim gibi konuşan birisi vardı. İbranicesi o kadar iyi değildi, tutuk konuştuğu anlaşılıyordu. Hatta ben ona “Herhalde İstanbul Yahudisisin” dedim. Cevap vermedi. Ama eminim öyleydi. O, tercümanlık yaptı. Sorgumu sivil giyimli bir kadın ile polis üniformalı bir erkek yürüttü. Kadın iyiydi, erkek çok kabaydı. Son derece alaycı, terbiyesizdi. Dilini çıkartıyordu. Bana “idiot” dedi. “Nasılsınız” diye sordular. “Bütün gün hiçbir şey yemedim. Sinirlerim çok bozuk” dedim. Adam güldü, “Vah, yemek yiyememiş” diye dalga geçti benimle.

 

» Sinirin büsbütün bozulmuş olmalı... Baskın sırasında ve cezaevine götürülürken hiç ağladın mı?

Sadece Cevdet Bey’in (gazeteci Cevdet Kılıçlar) alnından vurulduğunu görünce ağladım.

 

» Cevdet Bey’in öldürüldüğünü tam ne zaman gördün?

Gemide, askerler beni almadan önce görmüştüm.

 

» Sorguda ne sordular?

“Askerî olarak kapalı bir bölgeye izinsiz olarak giriş yaptığınızı biliyor musunuz” diye sordular. “Hayır, yapmadım, uluslararası sulardaydım” dedim. “10 mildeydiniz yakalandığınızda” dedi. “Hayır, değildim” dedim. Yetmiş-seksen mil civarında bir yerde olduğumuzu biliyordum. Ondan sonra “Gazze’nin girişe kapalı olduğunu bilmiyor muydunuz” dedi. “Evet, biliyorum” deyince, “O zaman niye geldiniz” diye sordu. Dedim ki, “Gelmeyi ben seçmedim. Gazeteciyim, işim gereği geldim.” O zaman da “İsrail’e niye izinsiz geldiniz” dedi. “İsrail’e ben gelmedim, İsrail’e kaçırıldım. Zorla getirildim. Bana sorsanız gelmezdim.” Benim onlarla ideoloji tartışmaya niyetim olmadığını, bir düşüncem olmadığını, sadece işimi yaptığımı anlattım. “Gazeteci olmanız fark etmez, bir kuralı çiğnediniz” dedi.

 

» Bir şey imzalattılar mı sana?

Tutanak tutuldu. Bir şeyler yazıldı. İmzalamam istendi.

 

» Türkçe mi?

Hayır, İbranice. İmzalamadım. Hiçbir şey anlamıyorum. “Anlamadığım bir metnin altına imza atamam” dedim. Onun üzerine bana bir İngilizce, bir Türkçe iki kâğıt gösterdiler. “İşte burada bu yazıyor” dediler. “Peki, bunun bu olduğunu nereden bileceğim?” “Bizim tercümanımız var” dedi. Ben de “Hayır, o zaman kendi büyükelçiliğimden tercüman istiyorum” dedim, “size güvenmiyorum.” Onlar da, imzalasam da imzalamasam da bir şeyin değişmeyeceğini, her durumda sınırdışı edileceğimi söylediler.

 

» Türkçesinde ne yazıyordu metnin?

“Kuralları ihlal ederek geldiniz. Bilmem kaçıncı yasa maddesine göre sınırdışı edileceksiniz.”

 

» Sen imzalamayınca ne oldu?

“Fark etmez” deyip doktor muayenesine götürdüler. Tansiyonuma baktı, “iyisin” dedi. Sorular sordu, alerjilerimi söyledim. Sonra biyometrik fotoğraflarım çekildi. Parmak izlerim alındı. Her yerde defalarca, daha önce İsrail’e gelip gelmediğim soruldu. “Hayır” dedikçe askerler, “arkadaşım seni görmüş ama” diye dalga geçiyorlardı. Bana dil çıkarıyorlardı, ayaklarıma tükürüyorlardı. İnanamadım. O kadar insanlık dışı, o kadar çocukça, o kadar saçma geldi ki. Dil çıkartmak, tükürmek, tuhaf sesler çıkartmak, sataşmak. Ve sürekli her yere kolunuzdan tutularak götürülmek. Nereye kaçacaktım ki?

 

» Cezaevine gönderileceğini ne zaman söylediler sana?

Sorgumdan sonra. “Birkaç gün hapiste kalınca bu kâğıdı imzalarsın” dediler. “Herhalde abartıyorlar” diye düşündüm. İnanamadım. Tipik polis jargonu diye geçiştirdim kafamda. Ardından tekrar bir aramadan geçtim. Aramaların bittiğini düşünüyordum. Hatta cebimde fotoğraflarımın olduğu USB ile resim kartım vardı. “Allah” diyordum, “kurtardım bunları.” Nasıl oldu da yakalayamadılar... Son bir arama daha varmış meğer. Çok daha detaylı... Pantolonumu indirip bütün ceplerime baktılar. Saçlarımın aralarına, diş etlerime, dilimin altına baktılar. Onları orada yakalattım. Hatta o genç kızlar, üstlerinden azar işitti, ilk aramada bulamadıkları için. Ben de onların bu haline üzüldüm. Sonra cezaevi araçlarına bindirildik. Dışarıdan lüks bir otobüs gibi görünüyor. İçersi bambaşka. Altışar kişi karşılıklı oturuyorsun. Tamamen kafesli, demir parmaklıklı bir araba...

 

» Otobüste gemiden tanıdıkların mı vardı?

Evet. Toplam kaç otobüstük bilmiyorum. Ama helikopterler eşlik ediyordu bize. Belki iki saat gittik böyle. Zaten artık baygınlık geçiriyorduk uykusuzluktan.

 

» Nereye gittiğinizi biliyor muydunuz?

Berşeva’ya gidiyormuşuz. Ama bunu varıncaya dek bilmiyorduk.

 

» Berşeva’daki cezaevi nasıl bir yerdi?

Çok geniş bir hapishaneydi. Kadın erkek gardiyanlar vardı. Kadınlar üstümü aradı tekrar. Sosyal güvenlik uzmanı vardı, o bana sorular sordu: “Uyuşturucu bağımlılığın var mı? Herhangi bir ilaç kullanıyor musun?” Sonra da, “El-Kaide ya da Hamas gibi terörist bir örgüte üye misin” dedi. “Şaka yapıyorsunuz herhalde” dedim. “Hayır” şıkkını işaretledi. “Ailende Filistinli var mı? İsrail’e daha önce geldin mi? Filistin’e gittin mi? Filistinli yakın arkadaşın var mı?”

 

» Var mı?

Yok. Hepsine “yok” dedim. Sonra “Kendini intihara meyilli hissediyor musun şu anda” dedi. “Bu nasıl bir soru” dedim ben de. “Ailenizin durumu nasıl?” “Şimdiden itibaren perişanlar herhalde...” deyince ben, “yok yok siz ayrılırken nasıldı” dedi. “Şu âna kadar iyilerdi” dedim.

 

» O anda annen, baban, kocan senin durumun hakkında ne biliyorlardı?

Hiçbir şey bilmiyorlardı muhtemelen. Ama o anda, ben onlar için çok endişelenmiyordum; çünkü en azından, “yaralı ya da ölü kadın olmadığı duyulmuştur” sanıyordum. Dünya biliyordur ama ben bilgilendiremiyorum sanıyordum. Meğerse hiçbir şey duymamışlar.

 

» Cezaevinde nasıl bir odada kaldın?

Kadınlar bölümünde dört kişilik bir hücrede. Parmaklıklı küçük bir penceresi olan demir kapısı vardı. Dört ranzada uyuduk.

 

» Uyuyabildin mi?

Hem de nasıl. Zaten gece 3:30’da yattık. Sabah 7:30’da tekrar uyandırıldık. Gardiyan yüzüme ışık tutuyordu. Önce, nerede olduğumu anlayamadım. Kalktım, tekrar yatağa düştüm. Gardiyan, “Kendini nerede sanıyorsun, burası cezaevi, uyanacaksın” dedi. Hemen kalktık. Herkesin kapısı açıldı. Ortak alana indik. Gemideki herkes birbirini orada gördü, konuştu: “Sen burada mısın? O iyi mi? Bundan haber var mı?”

 

» O aşamada “kaç ölü, kaç yaralı var” biliyor musunuz?

Hayır, hâlâ bilmiyoruz ama oradan buradan bir haber geliyor. 19 ölüymüş, 16 ölüymüş diye... Cezaevindeki kadınların hepsi, gemiden başkalarının halini soruyordu birbirine. Aramızda hapishane tecrübesi olan kimse yoktu. “Demek böyle bir yermiş” diye konuşuyorduk. Bundan sonra ne olacak? Hepimiz onu soruyorduk.

 

» Size hiçbir açıklama yapılmadı mı?

Hiçbir açıklama yapılmadı. Avukat hakkımız olduğunu, telefon hakkımız olduğunu biliyorduk. Bunu talep edince, “şimdi olmaz” diyorlardı. Ne zaman peki? Cevap: Gerektiği zaman... Sonra bazı ülkelerin elçilik görevlileri gelmeye başladı, Türkler ilk başta gelemedi. Yabancı diplomatlar aramıza karışıp gemideki vatandaşlarıyla konuşmaya başladılar.

 

» Türk Büyükelçiliği yetkilileri ne zaman geldi?

İkinci kâtip hanım diğerlerinden çok daha geç geldi. Ertesi gün öğleden sonra... Bize çok fazla bilgi veremedi. “Durum tahmin ettiğinizden daha karışık, anlamaya, çözmeye, size yardımcı olmaya çalışıyoruz” dedi. Büyükelçi’nin Ankara’ya çağrıldığından söz etti. Birleşmiş Milletler toplantısından bahsetti. Diplomat hanım da şaşkındı. Çünkü o kadar çok ceset, çözülmesi gereken sorun, işletilmesi gereken prosedür vardı ki... Elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalıştı ama belirsizlik sürüyordu, o da bilmiyordu ne olacağını. Bize söylediği şuydu; “En kötü ihtimalle 72 saat sonra bırakması lazım sizleri. 72 saatten fazla mahkemeye çıkarmadan tutamaz.”

 

» Aileni aramana izin verildi mi?

Bir dakikayı aşmamak ve İngilizce olmak koşuluyla tek bir telefon etmeme izin verildi. Yanımda gardiyanın olması ve dinlemesi gerekiyordu. Eşimi aradım.

 

» Ne dedin?

“Ben iyiyim, hiçbir şeyim yok, kadınlardan hiçbiri yaralanmadı. Merak etme, en kısa zamanda döneceğiz.” Zaten o sırada telefon kesildi.

 

» O sırada Ankara’nın yaptığı diplomatik girişimlerin farkında mıydın?

Onları başka büyükelçiliklerin yetkililerinden duyduk. Tabii, çok dezenformasyon oldu. O ortamda hapishane efsaneleri oluştu. Son âna kadar ne zaman çıkacağımızı bilmiyorduk. O gece yine hücremizde yattık. Sabahleyin 6:00’da uyandırıldık. Pasaportlarımızı dağıttılar. Otobüslere bindirildik ve Ben Gurion Havaalanı’na götürüldük. Döneceğimizi anladık.

 

» Bu dönüşün hangi girişimler sayesinde mümkün olduğu konusunda bir fikrin var mıydı o sırada?

Hiçbir şey bilmiyorduk. Zaten herkes kendini bırakmıştı, ölüler üzerinde duruyorduk. Kayıp var mı yok mu onu konuşuyorduk. Uçakta bile her binene şaşırıyor, seviniyor, kucaklaşıyorduk.

 

» Uçakta ne kadar beklediniz?

On beş, on altı saat.

 

» Neden beklediğinizi biliyor muydunuz?

İsrail’in elinde tuttuğu kişiler vardı. Grup kararı almıştık, herkes bırakılıncaya dek hareket etmeyecektik. Hükümet bunun pazarlığını yürütüyordu, sonuçlanmasını bekliyorduk.

 

» Tutulanlar Bülent Yıldırım ve diğer İHH yöneticileri miydi?

Onlar da vardı; yabancılar da vardı. “Hep beraber geldiğimiz ekiple dönünceye kadar buradayız” kararı almıştık. Ve THY uçağında olduğumuz için rahattık, Türk toprağında hissediyorduk kendimizi. Hostesler çok ilgilendiler, getirip parfümlerini bile verdiler, banyo yapamadığımız için. Bu arada uçağa her binene alkış kıyamet kopuyordu. Peyderpey herkes geldi.

 

» Peki, sence niye bıraktılar sizi?

Aramızda konuştuğumuz şuydu. “Bunlara kalsa bizi daha çok tutarlardı. Ama Türkiye bastırınca bırakmak zorunda kaldılar.” Bir de tabii, cezaevindeyken Obama’nın Netanyahu’yla görüşmediğini duymuştuk. O da etkili oldu sanırım. Bütün dünyanın çok ciddiye aldığını, kınamaların, büyük eylemlerin olduğunu da işittik. Serbest kalmamızı bunlara yorduk.

 

» İstanbul’a gece 2:30’da indikten sonra ne oldu?

Adlî Tıp’a götürüldük, bize bir yemek verildi ve muayene olduk.

 

» Bazı yolcuların İsrail makamlarınca zehirlenmiş olabilecekleri kuşkusu varmış, bu mu araştırıldı?

Sanırım. Adlî Tıp’ta idrar ve kan tahlili, fiziksel ve psikolojik muayene yapıldı.

 

» Bütün bunları yaşadıktan sonra, yine böyle bir gemi Gazze ablukasını kırmak için yola çıksa, o gemiye biner miydin?

Kesinlikle binerdim. Döndükten sonra gazeteleri görünce nasıl mutlu oldum anlatamam. Sadece Mısır’ın Refah Kapısı’nı açmış olması bile, bunun sembolik olduğunu ve ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum ama, sırf bu bile, bu geziye değerdi diye düşündürüyor bana. Dünyanın dikkatini bu soruna çekmek için değerdi.

 

» İsrail devletinden, size yapılanlar konusunda bir talebin var mı?

Can kayıplarının yanında maddi kayıpların lafını etmeye değmez ama o da bir insan hakkı ihlalidir sonuçta. Benim hiçbir eşyam geri gelmedi. Kişisel olarak maddi ve manevi tazminat istiyorum. Ölenler içinse ayrı bir hukuki süreç işletilecektir mutlaka, işletilmeli.

 

» İsrail yetkililerinin yargılanması gerekiyor mu sence?

Bu operasyonda emeği olan herkesin yargılanması gerekiyor. Toplu kıyım yapıldı çünkü. Bu bir katliamdı. İfade edecek başka kelime arıyorum, bulamıyorum. Gemiye bu kararla inmişlerdi, çok açık. Bir arbede sonucu buna karar vermediler. Biz açık sularda gayet rahat motorları kapatıp durabilirdik. Bekleyebilirdik. Ama onlar açık sularda saldırmayı seçtiler.

 

» Ankara’daki hükümet gereken her şeyi yaptı mı sana göre?

Mümkün olduğunca hızlı çıktığımızı düşünüyorum. Sonucu itibariyle, hükümetin etkili olduğu kanaatindeyim.

 

» Sen gazetecisin. Bugün Netanyahu’yla mülakat yapma fırsatı elde etsen, İsrail Başbakanı’na ne sorarsın?

“Bu kadar mı korkuyorsunuz” derdim. “İnsani yardımdan, ablukanın bir kere olsun delinmesinden bu kadar mı korkuyorsunuz?” Bu öfkeyle daha diplomatik bir şey soramazdım. Çünkü sonuçta, onun da gemide sadece yardım gönüllüleri olduğunu, kadın sayısının, yaş ortalamasının çok yüksek olduğunu bildiğini gayet iyi biliyorum. Gemidekiler yüklerinden çok emindi. Bu yükle böyle bir sonuçla karşılaşmayacaklarından emin olmanın cesaretiyle oradaydılar.

 

» Ankara’ya ve dünyaya söylemek istediğin bir şey var mı? Ne yapılmalı?

Şunu söylemek isterim: İsrail, uluslararası sularda, içinde otuz küsur devletin vatandaşının olduğu bir gemiye çıkartma yapıp insanları rastgele öldürebiliyorsa eğer, hiç kimse ülkesinde huzurlu oturmasın bence bundan sonra. Çok ciddi bir cezalandırma gerekiyor. İsrail’in kendisine gelmesi açısından şart bu...