İstanbul Barosu seçimlere gidiyor. Avukat Hareketi, bu dönemki seçimlerine kendilerini temsilen eski Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı avukat Başar Yaltı'yı çıkardı. Avukat Yaltı, "Türkiye'de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunu çözülmeden avukatların meslek sorunu çözülemez. Yani meslekçi bir açıdan bakmıyoruz. Hem avukatların mesleki sorunlarını hem yargının bağımsızlığı ve hukuk devletiyle ilgili temel sorunların bir arada harmanlanarak görülecek sorunlar olduğunu ve çözümünün de birbirlerini etkilediğini ve tetiklediğini değerlendiriyoruz" dedi.
"Türkiye'de barolar hukuka yabancılaşmıştır. aynı şekilde avukatlarda barolara yabancılaşmıştır" diyen Yaltı, "Biz eğer İstanbul Barosu yönetimine seçilirsek, Baro’yu avukatla tanıştıracağız, avukatı da baroyla barıştıracağız" ifadesini kullandı.
T24'e konuşan Yaltı, "Adını Avukat Hareketi olarak koyduk, avukatların hukuka karşı, yargıda yapılanlara karşı, ülkenin temel düzenine karşı yapılan bu gün biriktirmesine eylemli bir tepkisini koymak üzere Avukat Haraketi'ni başlattık" diye konuştu.
1986 yılında TSK'dan ayrılarak avukatlık yapmaya başladınız. Sizi TSK'dan ayıran ve avukatlık yapmaya iten nedir?
Subayken, İstanbul Hukuk Fakültesi'ne başladım. Bunun iki nedeni var. Ben TSK'da sakıncalı personeldim. Sakıncalı personel demek; her ay hakkında rapor yazılan, izlenen personel demektir. O zamanın siyasal anlayışıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin o dönemki yönetimi tarafından, o anlayışa uygun görülmeyen, izlenmesi gereken personeldim. Peki neden izleniyoruz? Çünkü, demokratik, solcu görüşler taşıyoruz. Belki de Cumhuriyet gazetesi okuduğum için o dönemde bizi sakıncalı personel listesine almışlardı.
TSK'nın sola kapalı oluşu hatta ve hatta Atatürk'ün devrimci yoluna bile kapalı oluşu çok öncelerden gelen tutumudur. Bakmayın TSK’nın öyle cumhuriyetçi, Atatürkçü gibi göründüğüne. TSK her zaman muhafazakâr olmuştur. Benim bugünkü çizgimde aynı, o dönemki çizgimde hemen hemen aynı. TSK o zaman da Atatürkçü gözükürdü ama geldiği nokta Kenan Evren Atatürkçülüğüdür. TSK'nın özellikle laiklik üzerinden, Atatürkçülüğü şekli olarak savunan bir görüntüsü vardı.
Sakıncalı personel olunca TSK'dan her an atılma olasılığı var. Buna olasılığa karşı kendinizi koruma adına, sadece ben değil birçok kişi, mezun olunca üniversite sınavlarına girdik ve devam mecburiyeti olmayan hukuk fakültesini kazandık. 1974 yılında mezun oldum, Kara Harp Okulu'ndan. Tabi ikinci sebep olarak da okuma merakı ve hukuka olan ilgim hukuk fakültesine girmeme neden oldu.
Sizi İstanbul Baro Başkanlığı'na aday olarak gösteren bir hareketle ortaya çıktınız. Avukat Hareketi, nasıl bir gereklilikten doğdu?
Türkiye'de yaşanan hukuksuzluklara, oldubittilere karşı bir tepki olarak bir araya gelmiş hukukçular tarafından bu hareket başlatıldı. Aramızdaki herkes avukat değil. Başka hukukçular da var aramızda. Biz bir tespitle başladık. Amacımız, Türkiye'deki hukuk sisteminin içinde bulunduğu koşulların kabul edilemez olduğunu göstermek ve buradan yola çıkarak da bunların nasıl düzeltilebileceği konusunda öneriler geliştirmek. Hatta sadece öneriler geliştirmek değil, bunu bir siyasal akıma dönüştürerek, toplumsal baskıyı tetikleyerek, toplumun talebi haline getirip siyasal iktidarın bu düzenlemeleri yapmasını sağlamak.
Bizde sorunlar sadece mevzuattan kaynaklanmıyor. Örneğin 1982 Anayasası'nın değiştirilemeyen maddesi olan 2. maddesinde ne diyor; Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliğe bağlı laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Eğer orada geçen kavramlar evrensel niteliklerle değerlendirilse, muhafazakâr sağdan, demokratik sola kadar herkesin rahatlıkla içinde yer alabileceği bir zemindir, Anayasanın tanımı. Ama burada örneğin laiklik nasıl anlaşılıyor. Mevcut siyasal iktidarın anlayışı bambaşka… Demokrasinin kabul edilen bir tanımı var dünyada. Fakat Türkiye'ye geldiğinizde demokrasi konusunda, hukuk devleti konusunda çok ciddi sıkıntılar olduğunu görüyoruz.
Bir hukuk devletinde kuvvetler ayrılığı yoksa, o devlet hukuk devleti değildir, yargı bağımsızlığı yoksa hukuk devleti değildir. Devletin en başta kanun devleti olması gerekir. Kanunlara uyulmuyorsa o devlet hukuk devleti değildir. 24 Haziran'la birlikte Türkiye bir rejim değişikliği yaşadı. Bu, 1923 Cumhuriyet değerlerinden kopuşu gösteriyor. Yeni bir cumhuriyet inşa ediliyor. İşte biz Avukat Hareketi olarak bundan rahatsız oluyoruz. Duyarlı yurttaşlar, hukukçular olarak, çünkü hukukçular olarak bu işin daha çok farkındayız. Farkında olan duyarlı yurttaşlar olarak biz bunu kabul etmiyoruz. Adını da Avukat Hareketi olarak koyduk. Avukatların; hukuka karşı, yargıda yapılanlara karşı, ülkenin temel düzenine karşı yapılan bu günkü düzenlemelere eylemli bir tepkisini ortaya koymak üzere Avukat Hareketi'ni başlattık.
Ne zaman başladı Avukat Hareketi?
Aslında bizim başlangıcımız “HADİ” ile oldu. HADİ, Hukuk, Adalet, Demokrasi İnisiyatifi'nin baş harflerinden oluşuyor. Bu bir yurttaş inisiyatifi olarak başladı ama çoğunluğumuz hukukçulardan oluştuğu için dedik ki; baro seçimleri yaklaşıyor. İstanbul Barosu'nun önemi çok büyük. İstanbul Barosu'nun yönetilmesi, bu talepleri karşılayacak şekilde yönetilmesi yeni bir kadroyu gerektiriyor. Mevcut İstanbul Barosu yönetimi oldukça pasif. Türkiye bir alt-üst oluş yaşarken İstanbul Barosu'nun adını duyuyor musunuz? Duymazsınız hiç. Hatta bir kabulleniş var. Türkiye'deki bütün barolar açısından ve hatta Türkiye Barolar Birliği açısından da geçerli. Şu anda Türkiye Barolar Birliği, çiçekle, böcekle uğraşan bir kurum haline geldi. Türkiye'de hukukla, adaletsizlikle uğraşması gereken TBB, başkanının keyfine göre davranan bir kurum olmaktan öteye geçemiyor. Biz bu durumların olmaması gerektiğini, düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Avukat Hareketi, İstanbul'dan sonra hangi barolar için seçime girecek?
İstanbul Barosu özgül ağırlığı olan, Türkiye'nin en önemli barosu. İstanbul Barosu bir kutup yıldızı gibidir. Diğer barolar oraya bakar. Hatta Barolar Birliği oraya bakar. İstanbul Barosu'nda eğer bir pasiflik varsa diğerleri zaten sesini çıkartmaz. Çıkartsa bile etkisi olmaz. İstanbul Barosu bir tavır takındığında bütün barolar onun etrafında birleşir. Türkiye'de hukukun, adaletin arayışında, özellikle yurttaşlar açısından bakıldığında, hukuk güvenliğinin sağlanmasında İstanbul Barosunun varlığı bir güvence oluşturur. Bugün o yok. Bugün İstanbul Barosu, mevcut siyasal iktidarın dümen suyuna girmiştir, ama neden bilmiyorum. Biz bunu İstanbul Barosu'na yakıştıramıyoruz. Cesaretle, hukuk içerisinde kalarak, demokratik kurallara uyarak mücadele verilebileceğini düşünüyoruz. Bunun diğer barolar için bir kelebek etkisinin olabileceğini değerlendiriyoruz.
Adaylığınızı açıklarken tek dönem vurgusu yaptınız. İstanbul Barosu'nda gördüğünüz hangi eksiklikler sizi adaylığa götürdü?
Bu sadece İstanbul Barosu'nda değil ya da diğer barolarda değil, Türkiye'nin genel bir sorunudur. Koltuklara oturan kalkmıyor. Bir köy derneğinde bile bu böyledir. Sendikalara, vakıflara, siyasi partilere, barolara bakın. Yönetecek başka bir lider bulunamıyor mu? Barolar başkan olarak bir başka avukat bulamıyor mu kendine? Biz çıkış bildirgemizde de söyledik. Biz bir kadro hareketiyiz. Kadro hareketi şu demektir: Lidere bağlı olmadan ama lider seçtikleri kişi kadar yetkin olan insanlardan oluşan bir ekiple işlerin yürütülmesidir. Aynı yetkinlikteki kişilerden biri gider diğeri gelir demektir, işler buna göre yürür kadro hareketinde.
Barolarda da aynı hastalık var. Bir kez seçilen bir daha bırakmaz başkanlığı. Sıkıntı burada. Onun için biz örnek olalım dedik. Şayet seçilirsem çok olağanüstü bir durum olmazsa sadece bir dönem bu görevi yerine getireceğim. Hemen arkasından bir başka arkadaşımız bu görevi yapabilir. Bir siyasi partide de aynı yaklaşım geçerli olmalıdır. 'efendim o giderse batar' gibi bir düşünce olamaz. Hayır efendim batmaz. Zaten o kişiye bağlı bir şey yapılmışsa da batarsa batsın orası.
Seçilemediğiniz takdirde bir sonraki seçimlerde olacak mısınız?
Avukat Hareketi devam edecek. Ben de tabi hareketin içerisinde olacağım, ama gelecek dönemin başkanlık adayı kim olacak bilemem. Bir başka arkadaşımız pek ala olabilir. Biz sadece İstanbul Barosu için çalışan bir hareket değiliz, Türkiye'yi hedefliyoruz. İstanbul barosu düzelirse Türkiye’nin düzeleceğini savunuyoruz. Türkiye'nin hukuk düzeninin iyileşmesini, çağdaşlaşmasını istiyoruz. Türk toplumunda hukuk kültürünün yerleşmesi için çalışmalar yapıyoruz.
Seçildiğiniz takdirde İstanbul Barosu'nda ne gibi değişiklikler öngörüyorsunuz?
Hedefimiz çok çalışmak, özgün projelerimiz var. Biz Türkiye'de avukatlık mesleğini doğrudan etkileyen bazı siyasal sorunların olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin hukuk devleti sorununu meslek sorunlarından ayrı düşünmüyoruz. Bazıları sorunlara bakışımızın siyasi nitelikte olduğunu düşünebilir ama biz bunu şöyle değerlendiriyoruz: Hukuk devleti sorunu çözülmeden, Türkiye'de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorunu çözülmeden avukatların meslek sorunu çözülemez. Yani meslekçi bir açıdan bakmıyoruz. Hem avukatların mesleki sorunlarının hem yargının bağımsızlığı ve hukuk devletiyle ilgili temel sorunlarının bir arada harmanlanarak çözülmesi gereken sorunlar olduğunu ve çözümünün de birbirlerini etkilediğini ve tetiklediğini değerlendiriyoruz.
Baroların bu konuda pasif kalmasının nedenini ben şuna bağlıyorum: Türkiye'de barolar hukuka yabancılaşmıştır. Aynı şekilde avukatlar da barolara yabancılaşmıştır. Biz eğer İstanbul Barosu yönetimine seçilirsek, baroyu hukukla tanıştıracağız, avukatı da baroyla barıştıracağız.
Baroların hukuktan ne kadar uzak kaldığının son örneği 3 Eylül'de yapılan adli yıl açılış törenleridir. Ankara'da yapılan törenlerde eskiden Yargıtay başkanı, TBB başkanı konuşurdu. İllerde, en yetkili kimse o ve o ilin baro başkanı konuşurdu. Bu sene TTB başkanı konuştu mu? Nerede yapıldı tören? Sarayda. Saray dediğimiz yer partili bir cumhurbaşkanının olduğu yerdir. Niye Barolar Birliği Başkanı konuşturulmuyor? Çünkü tepedeki istemiyor. Bizzat gözlerimle tanık oldum. İstanbul'daki törende, vali ve savcı konuştu. Bir de emniyet müdürünü konuşsaydı, yargının çizgisi tam olarak belli olacaktı.
Peki, barolar politik bir tavrın içerisinde yer almalı mıdır?
Barolar bir meslek örgütüdür. Meslek örgütü olmakla öncelikle mesleğin sorunlarıyla ve mesleğin etik değerleriyle ilgili olmak gerekiyor. Avukatlık Kanunu da bunu emrediyor ama Avukatlık Kanunu birçok maddesinde, özellikle 76. maddesinde ayrıca diyor ki; barolar hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunur, korur. Hukukun üstünlüğünü savunmak öyle kolay bir iş değildir. Eğer hukukun üstünlüğünü savunacaksınız, onu kriterlerini, koşullarını, onun dayanaklarını bilmeniz, Ülkede hukukun üstünlüğü var mı yok mu önce onu görmeniz gerekir.
İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğünü koruyup savunacaksanız, orada sizin bir siyasal duruşunuz var demektir. Duruş dediğimiz budur. Bugün, tek adam yönetimine karşı çıkacaksınız demektir. Keyfiliğe, ‘Ben yaptım oldu’ya, halkın hukuk güvenliğinin olmamasına, yargı bağımsızlığının yokluğuna, HSK'nın siyasi şekilde oluşmasına karşı çıkacaksınız. Bunu bir siyasi parti istiyorsa karşı duracaksınız. Bu duruş eğer siyasi bir duruşsa o zaten şarttır. Bunu kimse bence yapmıyor. Bu duruşu göstermiyor.
İstanbul'da baro yönetiminin bir siyasal duruşu yok. Kendilerine sadece biz, laik, Atatürkçü'yüz diyorlar. Peki Atatürkçülüğün gereğini yaptığını gördünüz mü? Laiklik ile ilgili bir savunularını gördünüz mü? İnsan haklarıyla ilgili bir şey gördünüz mü? Habire bildiri yazılıyor. Bildiri kalemşorları oluştu artık. Bildiriyle olmuyor. Üstelik de mevcut siyasal iktidarın yaratığı ihlallere de meşruiyet kazandırıyor.
İstanbul Barosu'nun yönetimi laik, Atatürkçü çizgide olduğunu söylüyor. Biz de zaten bu çizginin temsilcileri olarak geleceğiz ama biz daha ilerisini savunuyoruz. Daha demokratik, daha çağdaş ve toplumcu bir anlayışla hukuka sahip çıkacağız ama bunu sözde değil, mekanizmalarını da üreten bir yapıyla yapılması gerektiğini savunuyoruz. Biz gelirsek o şekilde yöneteceğiz. Bunun için bir şart var. Arakanı dönüp baktığın zaman avukatları seni destekler vaziyette görmen gerekiyor. Yoksa iki senede bir oy kullanıp gidiyorsa avukat, baro yönetimleri güçsüz kalıyor. Bugün baro ciddi bir etkinlik düzenlemeye kalksa delegesini bile toplayamaz hale gelmiş durumdadır. Bu sonuçta avukatın suçu yok. Bunun için öncelikle baro ile avukat arasındaki yabancılaşmanın ortadan kaldırılması gerekiyor. Biz bunu başaracağız. Baroyu avukatlarla birlikte yöneteceğiz. Bu konuda ciddi, uygulanabilir projelerimiz var.
Türkiye'nin en büyük savunma örgütü olan İstanbul Barosu Başkanlığı'na aday olarak, basın davalarında hakkında eylem planlarınız nasıl olacak?
Ben aynı zamanda Basın Konseyi Yüksek Kurulu üyesiyim. Dolayısıyla basının bir ölçüde içindeyim, o sorunları da biliyorum. Basının sadece ifade özgürlüğü açısından değil, demokrasinin varlığı ve yerleşmesi bakımından da son derece etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Onun için neden basına 4. kuvvet deniyor? Demokraside kuvvetler ayrılığı ilkesi var. Kuvvetler ayrılığı dendiğinde yasama, yürütme, yargı organları akla gelir. Ama basını olmayan, basını özgür olmayan bir ülkede demokrasi yerleşmemiş demektir. Halk orada yok demektir, çünkü halk adına şikâyetleri ortaya çıkaran özgür basın olabilir ancak. Ama Türkiye'de özgür basın var mı? Yok. Çünkü siyasi iktidar önce bütün planlarını basının kontrolünü ele geçirmek üzerine yaptı. Toplumun zihinsel denetimi için bu gerekliydi. Şu anda Türkiye'de özgür basın diye bir şey yok. Kendi özverisiyle ayakta kalmaya çalışanlar var. Bu çerçevede belki de yolsuzluklarla mücadele için bir merkez kurmak gerekiyor, bunu yapacağız.
Geçen günlerde ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının yargılandığı davada tutuklu yargılanan Selçuk Kozağaçlı'ya kelepçe takılmasını ve barolardan bu konuda bir açıklama gelmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunların hiç birisi kabul edilemez. Sorun şu 'bataklık mı, sivrisinek mi?' meselesi. Biz şu iddiadayız: O kelepçeyi takanın, bir avukata kelepçe takmayı aklından bile geçirmemesi gerekir. Öyle bir siyasi irade yaratılmış olacak. Ama bugün, polisteki, idaredeki, iktidardaki anlayış bu şekilde.
Yargılanan avukatlar suç işlemiyorlar. Ne yazık ki o avukatların söylediklerine bile tahammülü olmayan bir siyasi iktidar var. Savunmaya tahammül edemiyorlar. Ben de ikinci gün bu davaya gittim. Oradaki savunmaları dinlediğimizde savunma yapan avukat arkadaşlarımızın kalitesini görüyorsunuz. Görüşlerini beğenirsin, beğenmezsin orası ayrı. Bu arkadaşların hepsi çok değerli, birbirimizi sevmek zorunda değiliz ama arkadaşız, avukatız. Farklı düşünebiliriz de ama avukata sahip çıkacağız, onun düşüncelerini savunmasına sahip çıkacağız. Avukata kelepçe takılmasını akla dahi getirmemek gerekir, tepki vermemek anormal bir durum. Bu nedenle sadece karakola gidip arkadaşlarımıza yardım etmek bir çözüm değil. Bataklığı kurutmak gerekiyor. Açıklama yaparak tepki vermenin artık bir anlamı kalmadı. Daha etkili tepkiler vermek lazım. Avukatlara bu durumu anlatmak lazım. O kelepçenin bir gün ona da takılabileceğini anlatmak lazım. Bu durumda avukat meslektaşına sahip çıkacak, baro da daha güçlü şekilde bu tür hukuk dışı uygulamaların karşısında duracaktır.
Bu çerçevede biz yola çıkarken şu soruyu sorduk kendimize: “avukatı avukat yapan nedir?” cevabımız şu oldu:
“Dikilmesi değilse eğer karşısına hukuku yok edenlerin, avukatı avukat yapan nedir!”