İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, muhaliflere yönelik davalar için “OHAL ve KHK ile Türkiye yeni bir rejime doğru yöneldi. Bu rejim asla demokrasi değildir ve demokrasiden hızlıca uzaklaşıyoruz. Bir taraftan FETÖ ile mücadele adı altında haklı bir mücadele götürülürken, onunla birlikte muhaliflerin de sindirilmesine yönelik yeni bir harekat başlatıldı” dedi.
Sözcü'den Özlem Gürses'in Mehmet Durakoğlu ile yaptığı söyleşi şöyle:
"Türk yargısı felç oldu"
Ekimde baro başkanlığınızda bir yıl bitecek, adaletle dair genel değerlendirme ile başlayalım…
Türk yargısının tam anlamıyla felç geçirmekte olduğunu söylemek abartı değil. Bugün, Türk yargısını oluşturan hakim ve savcıların üçte biri meslekten ihraç edilmiş durumda, dörtte biri de hapiste. Dünyada böyle bir yargı, yargının başına gelmiş böyle bir felaket yok, olamaz.
Bu bir sonuç mu, yoksa gereğinden fazla bir operasyon mu?
Bugün ortaya çıkan aslında beklenen bir tabloydu. Bugünlere göz göre göre geldik. Bu işin miladı 2010 referandumudur. 2010 referandumu olmasaydı –çok iddialı bir sözcük olduğunu bilerek söylüyorum- 15 Temmuz 2016 da olamazdı, o referandumda yargı kuşatıldı. O referandumdan “Evet” çıktığı için Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla karşılaştık. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yıpratıldı. Ortadoğu politikaları böylelikle değişebildi.
Adalet sisteminin temelini oluşturan insan kaynağının yarısından fazlasının buhar olup uçmasından bahsediyoruz.
Evet, 5 bine yakın hakim ve savcıdan bahsediyoruz.
Peki SÖZCÜ soruşturması… 119 gündür iddianame yazılamadı?
35 yıllık hukukçuyum. Bana kimse 2 şüphelinin olduğu bir soruşturmada 119 gün boyunca iddianame yazılamamasını anlatamaz. Bu kadar net söylüyorum. Sadece iki şüphelinin olduğu bir dosyadan bahsediyorum, toplu bir davadan bahsetmiyorum. Delil toplamanın güçleştiği bir ortamdan söz etmiyorum bile. FETÖ döneminde olup bitenlerin şimdi kopyalarını görmeye başladık bir anlamda. “Burun sürtme cezası” diye bir ceza çıktı ortaya. Artık, kanuna göre “tedbir” olarak nitelendirilen tutuklama işlemini doğrudan infaza dönüştürmeye başladılar. Yargının kuşatılması bu. Yargının bağımsızlığından, tarafsızlığından uzaklaştığımız zaman geldiğimiz nokta bu. Biz ona, ‘Hukuk güvenliği' diyoruz ve Türkiye'de bugün hukuk güvenliği yok. Bugün Türkiye'de yargı, siyasal iktidarın kendi stratejilerinin uygulama alanına dönüştürüldü.
Peki bir tahliye bekliyor musunuz, önümüzdeki süreçte önce Cumhuriyet davası devam edecek, sıra SÖZCÜ'ye gelecek…
Kesinlikle tahliye olacaklar. Hele SÖZCÜ ile ilgili yapılacak, yani söylenecek hiçbir şey söz konusu değil. Davanın açılamıyor olması, gerçekten delil bulunamıyor olmasından kaynaklandı. O ilk tutuklama kararı bile trajikomiktir! Söylediğim gibi bu bir burun sürtme cezasıdır.
Sıra CHP'ye gelmiş gözüküyor.
Siyasi partilere, özellikle de CHP'ye yönelik olarak yapılanların ben aslında kendi içlerinde bulunan FETÖ'cülere yönelik bir algı operasyonu olduğunu düşünüyorum.
Tarih bunları yazacak ve asıl itibarlı olanlar içeridekiler olacak. Biz avukatlar olarak yargıda yaşanan bu süreçlerin hep hancıları olduk, çok yolcular geldi geçti. Bizler, 12 Martları, 12 Eylülleri görerek geldik bu noktalara. Ancak inanın bana hiç bu kadar kötü olmamıştı.
Nasıl bu kadar kötü olabildi?
Özlem Hanım, bizim bir sıkıntımız var, biz maalesef toplum olarak adalet duyarlılığı olan bir toplum değiliz. Bertolt Brecht, “Ekmek gibi, su gibi gerekli adalet” diyor. Bizim ülkemizde yurttaşlar aş istiyor, iş istiyor, ekmek istiyor, su istiyor ama adalet talep etmiyor. Oysa yargı bağımsızlığı, insanca ve onurlu yaşamak demek.
Bir soru da kadın ve çocuklara dair… Gerçekten bizim sokakta gördüğümüz kadar vahim bir durum var mı?
Var, maalesef. Çok vahim bir tablo var. O yüzden adli yardım çerçevesi içerisinde 4000 avukatı özel olarak eğittik. İstanbul'da 8 ayrı yerde adli yardım baroları açtık. Şiddete uğrayan kadınlarla ilgili çok ciddi talepler alıyoruz. Çocuklar için de aynı şey söz konusu. Dolayısıyla onlara bir şekilde de olsa avukat ordusunu ulaştırmaya çalışıyoruz ki yargı alanında bir noktaya varalım.
Bir de yaşam tarzına yönelik saldırı ve müdahaleler var… Şortlu kızlara tekme, bira içen iki kadına gözaltı gibi olaylar…
Bu olaylar, siyasal iktidarın toplumu dönüştürme çerçevesinde geldiği bir aşamayı ifade ediyor aslında. Pembe otobüslerin çıkması ya da plajların ayrılması gibi… Eğer mücadele etmezsek, bunları doğal karşılamaya devam edersek, süreç algı operasyonlarının başarıya ulaştığı bir düzeni ifade ediyor. O da İslamcı bir toplum yapısıdır.
Yargının siyasallaşması dediğimiz olay eskiden beri var… Ama bugün mesela cumhurbaşkanı ve başbakan yargıya yönelik kamusal alanda talep ve talimatlarını açıkça ifade edebiliyorlar…
Bizim anayasamızda da, Türk Ceza Kanunu'nda da bu talimatların verilemeyeceğine dair ayrı ayrı hükümler var. Ama bütün bunlara rağmen bu talimatlar verilmeye devam ediyor ve uygulanıyor. Şu anda kendi kendine ayağa kalkmaya çalışan bir yargı var. Ancak ne yazık ki yargının ayağa kaldırılmasına yönelik gösterilen çabalar hem yetersiz, hem de yanlış yolda giden çabalar.
Ne gibi çabalar bunlar?
Yeni gelen kadroları, 15 Temmuz'da yaşadığımız darbe girişiminden bir biçimiyle de olsa ders almış olarak getirmeleri gerekirken böyle bir durum yok. Demokrasiden ve hukuk devletinden ayrıldığınızda, FETÖ ile mücadele edebilmeniz, bir hukuki mücadeleyi yapabilmeniz mümkün değil. OHAL ve KHK ile Türkiye yeni bir rejime doğru yöneldi. Bu rejim asla demokrasi değildir ve demokrasiden hızlıca uzaklaşıyoruz. Bir taraftan FETÖ ile mücadele adı altında haklı bir mücadele götürülürken, onunla birlikte muhaliflerin de sindirilmesine yönelik yeni bir harekat başlatıldı. Özellikle FETÖ'cü damgası yapıştırılarak, muhalefet sindirilmeye çalışılıyor.
Laiklik konusunda hangi noktadayız?
Özlem Hanım, kendi şeyhini mehdi zanneden sadece FETÖ değil, bunu bilmemiz gerekiyor. Yargıda örgütlenme, kadrolaşma olmaz, Tapu Kadastro Müdürlüğü değil burası. Bunu yapmaya çalıştığınız andan itibaren aslında en büyük kötülüğü kendinize yaparsınız. Onun için de iki kavram burada çok önemli. Biri laiklik, diğeri de liyakattır. Bu iki açıdan da siyasal iktidarın yeni bir değerlendirme yapması gerekiyor. Cemaate dayalı olarak siyaset yapmak, kendi örgütlenmelerini cemaat üzerinden gerçekleştirmeye çalışmak kadar tehlikeli bir şeyin olmadığını onlara 15 Temmuz öğretmeli. Liyakattan ayrılıp sadakate ya da tarikata yöneldiğiniz andan itibaren sizin gelebileceğiniz nokta ancak burasıdır.
Bir Türk bakan hakkında ABD'de bir dava açılmış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Utançla değerlendiriyorum. Sizin yargıyı çalıştırmamanız, o işin varsa uluslararası boyutunun çalışmasına neden olabiliyor, o zaman utanç duyuyorsunuz ya da duymalısınız. Ben duyuyorum.
İstanbul Barosu olarak 25 Eylül'de yapılması planlanan Kuzey Irak referandumuna ilişkin endişelerinizi anlatan bir açıklama yaptınız…
Bir ülkede herkesin, ama özellikle de o ülkenin avukatlarının Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne ilişkin özel bir duyarlılık göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. O nedenle biz özellikle hükümetin tarih karşısında sorumlu olacağını, bu sorumluluğunu bir biçimde de olsa ortadan kaldırabilmek amacıyla tepki vermesi gerektiğini söylemeye çalıştık.