İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından her yıl nisan ayında düzenlenen, bu yıl ise Koronavirüs salgını nedeniyle ertelenen 39. İstanbul Film Festivali’nin Mayınlı Bölge Tema Sponsoru MUBI, ödüllü filmlerinden oluşan bir seçkiyi sinemaseverlerle buluşturuyor.
MUBI'nin kaçırmış olanlar ve yeniden izlemek isteyenler için bir araya getirdiği 12 filmlik özel seçki, festivalin ulusal ve uluslararası yarışmalarında Altın Lale, Jüri Özel Ödülü ve FIPRESCI ödüllerini kazanmış yapımlardan oluşuyor.
MUBI, ayrıca sinemaseverlere İstanbul Film Festivali özel seçkisini izleyebilmeleri için, mubi.com/istanbul adresi üzerinden 30 gün ücretsiz deneme süresi hediye ediyor
Özel seçkide gösterilecek filmler şöyle:
Pablo Larraín’in Pinochet rejimi üçlemesinin psikolojik bir hiciv niteliğindeki ilk filmi Tony Manero. Başrolünde Alfredo Castro’nun parladığı film, “Saturday Night Fever” filminde John Travolta’nın canlandırdığı Tony Manero karakterini saplantı haline getiren bir adamı izliyor.
Eskil Vogt’un Sundance ödüllü bu ilk uzun metrajlı filminin başkarakteri Ingrid, henüz görme duyusunu kaybetse de rüyalarındakileri gerçekten gördüğünü söyler. “Zihin gözü”, algıyla düşlem arasında bir Araf…
Uruguay’ın başkenti Montevideo’da sanat filmleri gösteren bağımsız bir sinema ve mekânın kapanmasıyla yüzleşmek zorunda kalan programcısı. Sinema ve sinemasever sevgisiyle dolup taşan siyah-beyaz bir mektup…
Joachim Trier’in Altın Lale’li “Reprise” filminde de başrolü oynayan Anders Danielsen Lie, burada da filmi neredeyse tek başına yürütüyor. Oslo’da 30 Ağustos günü boyunca geçen film, insanın içini sızlatan müthiş bir gerçekçilikle bağımlı bir gencin rehabilitasyon kliniğinden günübirlik ayrılışını anlatıyor.
Eski aşklar, sokakta gösteri yapan hip-hop sanatçıları, kaykaycılar, çatılarda konser verenler, grafiti sanatçıları — Kurmaca ve cinéma verité türlerini harmanlama biçimiyle Yeni Kuzey Afrika sinemasının cesur bir örneği niteliğindeki Mikrofon, Mısır’ın en canlı, en heyecan verici şehri İskenderiye’nin müzik ve sanatla çizilmiş bambaşka bir portresini çiziyor.
Pelin Esmer’in senaryosunu Barış Bıçakçı’yla birlikte yazdığı filmin başrollerini Başak Köklükaya, Öykü Karayel ve Yiğit Özşener paylaşıyor. Trende uzun bir gece yolculuğu esnasında etrafındaki manzarayı ve insanları hayranlıkla seyreden Leyla, hemşirelik öğrencisi Canan’la tanışır. Yolun sonunda, Yavuz’un evinde, Canan büyük bir sorumlulukla karşı karşıya kalır.
Liseli bir rugby yıldızının hayatı, bilinçsiz bir şiddet eyleminin sebep olduğu korkunç trajedi yüzünden, geri dönüşü olmayan bir şekilde değişir. İrlanda’da büyük bir sarsıntı yaratan gerçek bir olaydan esinlenen film suç, ceza ve içsel kötülük kavramlarını soğukkanlılıkla analiz ediyor.
Dur durak bilmeyen bir aile komedisi; talih, bahtsızlık ve işlevsiz ailelere dair cüretkâr bir dramedi… Şarkıcı Roy Orbison’a adanmış film, Belçika’nın ufak bir kasabada alkolik ve cahil babası, ağzı bozuk, kavgacı üç amcası ve herkese kol kanat geren annesiyle aynı evde yaşayan on üç yaşındaki Gunther'in acıklı büyüme hikâyesini anlatıyor.
“Papusza” olarak da tanınan Bronisława Wajs (1908–1987) dünyanın en ünlü Roma şairi olarak kabul edilir. Polonya’daki yaşamı gizemler ve eziyetle doludur; şiir yazma yeteneğiyle kazandığı şöhrete rağmen kendi ülkesinde, Roman kültürü ve âdetlerine ihanet etmekle suçlanmıştır. Bu zarif, siyah-beyaz film, şairin hayatını doğumundan ölümüne, çocuk yaşta evliliğinden zorunlu göçüne ve fukaralığına dek izliyor.
Bruno Dumont, bizleri beklenmedik mizah yeteneğiyle şaşırtmadan önce, büyüleyici Juliette Binoche’un, acı çeken bir sanatçının yalın ve seyirciyi içine çeken portresini sunduğu bu filmde olduğu gibi, insanlık trajedilerine dair kasvetli arayışlarıyla beğeni toplamıştı. Bu film, heykeltıraş Cammile Claudel’in akıl hastanesinde geçen günlerini gözlemliyor.
Haruki Murakami’nin aynı adlı romanından uyarlanan bu romantik dramın müzikleri Radiohead’in gitaristi Jonny Greenwood’a ait. İlk aşkın yakıcılığı, ölümün soğuk gölgesini şiirsel bir dil ve gözalıcı bir görsel tasarımla anlatan film, 1960’larda Tokyo’da geçiyor.
Altı yaşındaki Frida, annesinin ölümü üzerine amcasının ailesinin yanına gönderilir. Yaşayacağı yeni evi, doğduğu yer olan Barselona'dan uzakta kırsal bir bölgededir. Frida, annesinin ölümüne ve yeni hayatına alışmakta oldukça zorlanır. Katalan yönetmen Carla Simon’ın ilk filmi olan “‘93 Yazı” bu kırılgan değişim sürecini otobiyografik öğelerin yanı sıra son derece incelikli ve tarafsız bir bakış açısıyla adı gibi sıcak bir hikâyeyle anlatıyor.
İKSV tarafından düzenlenen, Türkiye’nin en büyük uluslararası sinema etkinliği, İstanbul Film Festivali’nde Türkiye ve dünya sinemasının başarılı örnekleri gösteriliyor. Festival bünyesinde sinemacılarla söyleşiler, atölyeler ve sinema profesyonellerine yönelik 'Köprüde Buluşmalar' platformu da yer alıyor.
Yarışmalı bölümlerin yanı sıra özel ve tematik bölümler, retrospektifler ve belgesellerin yer aldığı festivalde, her yıl yaklaşık 180 film gösteriliyor. 38 yılda İstanbullulara 110 ülkeden 5 bin 759 film sunarak toplam 4 milyon 241 bin izleyiciye ulaşan İstanbul Film Festivali, 1984 yılından bu yana nisan ayında yapılıyor.