İstanbullu gençler gastronometro çıraklık programıyla ünlü Avrupalı şeflerden eğitim alıyor

İstanbullu gençler gastronometro çıraklık programıyla ünlü Avrupalı şeflerden eğitim alıyor

Yenibosna, Esenler, Bağcılar’da sokakta şiddetle iç içe yaşayan gençler artık “Gastronometro” çıraklık programında Norveçli şeflerle somon, Alman şeflerle pasta pişiriyor. 

Habertürk'ten İrem Koca'nın haberi aynen şöyle:

Gastronometro’nun pasta ve ekmekçilik stüdyosuna girer girmez üstlerinde önlük, başlarında filmlerde gördüğümüz aşçı külahlarıyla stajyer şefler karşılıyor bizi. Biri krema çırparken, diğeri tezgâhtaki frenk üzümlerini topluyor. “Hadi arkadaşlar, hızlıca halledelim” diyen aşçı şefine cevap geliyor: Okay chef!

Hayaller mutfağına

Yaşadıkları çevrenin gerçeklerini, hayalleriyle aşan gençlerden biri 19 yaşındaki Samet Terzi. Yenibosna’da doğup büyümüş. 13 yaşından bu yana ekibin bir parçası. Yemek yapma yeteneğini fark edip onu meslek edinmeye iten annesi olmuş. Samet macerasının başlangıcını şöyle anlatıyor:

“Evde annem yemek programları izliyordu. O izlerken beni de bir merak sardı. İnternetten tariflere bakmaya başladım. Evde kendime yeni tabaklar çıkarmaya çalıştım. Denediklerimden bazıları tutmadı ama bazıları da çok iyi oldu. Annem beğendi. Yeteneğimi görünce bu mesleği yapmam için beni çok teşvik etti. Daha önce çalıştığım yerde hiç görmediğim malzemeleri burada gördüm. Tropik meyvelerle ilk kez burada pasta yaptım.” Samet biraz çekingen, konuşmaktan hoşlanmıyor. Sen en iyi ne yaparsın diye sorunca susuyor ama şefi ve okul arkadaşı Fırat aynı anda atılıyor: “Opera pasta! Oğlum söylesene ‘Opera pastayı en iyi ben yaparım’ diye. Klasiklerde iyidir ama ‘apple crumble’ı da çok güzel yapar.” Anlıyoruz ki Yenibosnalı Samet, geleneksel İngiliz tatlısı “apple crumble”da bir numara. Bu arada eğitmen şeflerin disiplin anlayışı bakımından, televizyonlarda şef adaylarını ağlatmasıyla aşina olduğumuz Gordon Ramsay’den kalır yanı yok. Samet ve ekip arkadaşlarının yaptıkları çıtır soğanlı sütlü çikolatayı bir kenara kaldırıp, sanki az sonra 100 kişiye servis yapacaklarmış gibi bir hız ve disiplinle mutfağı toplamaya başlamalarına şahit olduk.

"Hayatım elimdeki spatula ve çırpma teli"

Programın yıldız öğrencilerinden biri de 19 yaşındaki Fırat Akar. Bağcılar’da doğup büyüyen Fırat’ın babası özel güvenlik görevlisi, annesi de ev hanımı.Fırat 2 yıldır Gastronometro ekibinde 2 yıldır çalışan Fırat da hikâyesini bizimle paylaştı:

“Sevmediğim için okulu bırakmıştım. Babam okumamı çok istiyordu. ‘İstersen açıktan oku fark etmez’ diyordu. Çıraklık okuluna böyle başladım. Bir sene buraya gelmeyi bekledim. Aslında takı tasarım okuyacaktım ama yeni tatlar denemeyi çok seviyordum. Gerek kahvaltı, gerek canım çektiğinde kahvenin yanında bir kurabiye olsun, yapmayı çok seviyordum. Programları çok izlerdim, o tarifleri denerdim hiç tutmazdı çok üzülürdüm. Çocuktum tabii. Burası hayatımda gördüğüm en güzel mutfak. İlk mutfağa girdiğimde getir götür yapıyordum, meyve yıkıyordum. Bu işte herkes için böyledir. Bazı insanlar için iş mutfaktan çıkınca başlar ya, benim için hayat mutfakta başlıyordu. Benim hayatım sağ elimdeki spatula, sol elimdeki çırpma teliydi. Hayalim Christophe Michalak gibi olmak.”

"Hikayeleri aynı bizim gibi"

İlk yemeğini 8 yaşında yapan Fırat, şimdilerde Tüyap Türkiye Liseler Arası Restoran Tatlı Yarışması’nda gümüş madalya kazanmış, gelecek vaat eden bir şef. “Her şeyi çok iyi yaparım ama beyaz çikolatalı sufleyi en iyi yaparım” diyor. Gastronometro’da Çıraklık Okulu’nun yanı sıra bir de Türk şeflerini 2-3 günlüğüne Ramon Morato, Christophe Haton, Michel Roth, Paul da Costa-Greaves, Gunnar Hvarnes gibi isimlerle buluşturan Master Chef programı var. Meslek lisesi öğrencileri de tabii ki bu programın bir parçası. Master Chef’lerle çalıştığına inanamayan Fırat anlatıyor:

“Buraya gelen şefler bu meslekteki ilah gibi insanlar. Onların da hayat hikâyeleri inanılmaz aynı bizim gibi. Bulaşıkhaneden, çıraklıktan gelmeler. İnsanın aklı almıyor. ‘Acaba benimle mi konuşuyor’ diyorsun. Türk şefler bizimle direkt konuşmaz. Bir altına söyler, o da sana söyler. Ama yabancı şef geliyor, direkt senden bir şey istiyor. İnsanın çok hoşuna gidiyor, motive oluyorsun. İnsanlar için küçük olabilir ama bizim için çok büyük şey. 3 Michelin yıldızlı şef gelmiş, ben biraz yüksek sesle konuşmuşum. Hemen, ‘Bu mutfakta orkestra benim. Siz müziksiniz, ben orkestra başıyım. Sessizce çalışacaksınız, koşuşturma olmadan’ dedi.”

Haberin tamamını okumak için tıklayın