*Sezin Öney
Sadece dört yıl önce, 2013 yılında, 30 Mart 2014 yerel seçimleri döneminde, “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” cümlesini, önce dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan, sonra muhalefet liderlerinden duymuştuk. O yıl, o seçimlerin üzerine en çok konuşulan cümlesiydi bu. O seçimler, Yüksek Seçim Kurulu’nun yerel bazda, Güroymak’ta yerel seçimlerin, tek bir bir mühürsüz oy pusulası nedeniyle yenilenmesine karar verdiği zamandı da... Güroymak’ın adı o zamanlar da, “Norşin” olarak da değiştirilmişti. Veya “ismi iade edilmişti” mi diyelim? Ne tuhaf değil mi! Bir zaman dönmedolabında hiçbir yere gitmeden devamlı dönüp duruyoruz sanki; zamanı dolanlar iniyor ve diğerleri biniyor, dolap dönüyor. İniyoruz, çıkıyoruz ama bir yere gelemiyoruz. Bir bugün, bir dün, bir geçen yüzyıllar, bir gelecek olanlar... 2017, 2014; 1071-1453-1800’lerde bir yerler; 1919-1923, 2019-2023-2053-2071... Geriye gidelim; bu “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” algısı nereden çıktı; zaman içinde ne şekilde tezahür etti? 1994’te başladı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi çıkışı... O gün bugündür de, Türkiye siyasetine damgasını vuruyor. 1994’te doğanlar bugün 23 yaşında. Beninki de dahil olmak üzere, birkaç neslin hayatında, Erdoğan hep “baş aktör politikacı” oldu. 1994’teki “büyük elma” İstanbul idi. O zaman Erdoğan 40 yaşındaydı. Seçim kampanyası ve ertesinde, “İstanbul’un komutanı” diye anons ediliyordu. Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un fethinin, büyük metaforik önem kazanması ve Erdoğan ile özdeşlemesinin, “Evlad-ı Fatihan” algısının doğuşu böyle başladı. İstanbul, çok sonraları da, Erdoğan’ın siyasi hayatındaki dönüm noktalarında hep sembolik bir rol oynadı. 2013’te Gezi eylemleri yaşanırken, 7 Haziran’da Fas-Tunus-Cezayir gezisi ardından Türkiye döndüğünde, Atatürk Havalimanı’nda kendisini karşılayan kalabalığa hitaben “İstanbul’un ‘asıl sahibinin’ kim olduğunu ilan eden” bir konuşma yapmıştı... Şöyle diyordu 7 Haziran 2013 sabaha karşı dönemin başbakanı Erdoğan; "Sevgili İstanbullular, çok değerli yol arkadaşlarım, ekranları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarım, hepinizi hasretle ve muhabbetle selamlıyorum. Bu güzel İstanbul gecesinde muhteşem bir coşkuyu, sarsılmaz bir kararlılığı, bu heyecanı yaşattıkları için katılımcılara teşekkür ediyorum. Bu gece sadece sizleri değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin her köyünde, her şehrinde nefes alıp veren canları, can kardeşlerimi selamlıyorum. Diz çökmüş, rabbimin huzurunda dua eden annelerimizi, ninelerimi, bacılarımı selamlıyorum. Alın terini ekmeğine katık etmiş çiftçi, köylü, tüm işçi, tüm emekçi kardeşlerimi selamlıyorum. Türkiye kadar büyük, Türkiye kadar vakur, Türkiye kadar ağırbaşlı genç kardeşlerimi selamlıyorum. Şu anda İstanbul'dan, İstanbul'un kardeşi Saraybosna'yı, Bakü'yü, Beyrut'u, Kahire'yi, Üsküp'ü, Bağdat'ı, Şam'ı, Gazze'yi, Ramallah'ı, Mekke ve Medine'yi selamlıyorum. Elbette İstanbul'u tekrar tekrar selamlıyorum, her semti ile her mahallesi ile her sokağı ile İstanbul'u yürekten selamlıyorum...” O dönemler, bugün çok bahsedilen yüzde 50-50 bölünmenin de üzerine ilk konuşulmaya başlanan zamanlardı. Erdoğan, Kuzey Afrika gezisine giderken 3 Haziran’da gene havaalanında, “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var. Ve biz onlara diyoruz ki aman sabırlı olun. Sakın bu oyunlara gelmeyin” demişti. Gene o gezisi esnasında, “Bu gelişmeler aslında bir Gezi Parkı ya da ağaç meselesi değil. Bunlar sandıkta netice alamayanların farklı yöntemlerle netice alma gayretleridir...[D]önene kadar herhalde bu iş çözüme kavuşmuş olacaktır” diye de konuşmuştu. Ama, Gezi eylemleri tersine o Kuzey Afrika’dayken daha da büyüdü... İstanbul’a döndüğündeki konuşmasında da, “yüzde 50” meselesini gündeme yeniden getirdi Erdoğan: “Birileri diyor ki, 'Başbakan yüzde 50’nin başbakanı olduğunu söylüyor'. Elinize, dilinize dursun. Biz bugüne kadar 76 milyonun hizmetkârı olduğumuzu söyledik. Türkiye’nin en batısından en doğusuna kadar ayırt etmeden hizmet götürdük." O gece, “Yol ver geçelim, Taksim’i ezelim” pankartları taşınıyor ve sloganları atılıyordu. Bugün artık çok sık rastlanan bu tarz söylemler, o zaman çok sert bulunmuştu. Aslında, bugüne değin o gece de takılıp kalmış gibiyiz. Farklı varyasyonlarla o gecenin temalarının yine yeni yeniden yankılandığına şahit oluyoruz. Sonraki yıllarda, İstanbul bir metafor olarak, “yüzde 50’nin yüzde 100’lük egemenliğinin” sembolü olarak daha da fazla sahiplenildi; “Fethin”, “Evlad-ı Fatihan’ın Kalesi” algısı tekrar tekrar gündeme geldi. 2014, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği ve aslında da, “Başkanlık referandumu” yolunun da böylelikle açıldığı seneydi. 3 Ağustos 2014’te, seçim kampanyası esnasındaki bir konuşmasından örnekleyeceğimiz gibi Erdoğan, “başkanlık yolunda”, “İstanbul” sembolüne özellikle vurgu yapıyordu: "İnşallah, sizlerin takdiriyle cumhurbaşkanı seçilirsek, aynı aşkla, aynı sevdayla, aynı tutkuyla hizmetkarınız olmaya devam edeceğiz... Önce 2023 diyeceğiz. İnşallah ilk ona gireceğiz. Ardından İstanbul'un fethinin 600. yıl dönümü olan 2053 hedeflerine ulaşacağız. İnşallah. Ardından torunlarımız için 2071 hedeflerinin taşlarını döşeyeceğiz. İstanbul'dan başlayan kutlu yolculuğu artık başka bir safhaya taşıyacağız. Bu yola İstanbul'dan sizlerle birlikte çıktık. Bu yola İstanbul'dan sizlerin hayır dualarıyla çıktık... Türkiye'nin bugün ulaştığı seviyeye partimizin, teşkilatımızın olduğu kadar emin olun İstanbul'un başarısıdır. Bu kutlu şehir rehber olmasaydı, ilham vermeseydi, bize dualarını göndermeseydi, biliyorum ki bu kadar eser vücuda gelmezdi… Allah takdir ederse, doğduğum bu şehirde bugünlere kadar teneffüs ettiğim bu şehirde vefat etmek, hiç olmazsa bu şehre defnedilmek benim en büyük arzum, en büyük vasiyetimdir. İnşallah son nefesime kadar milletimle, yol arkadaşlarımla, en çok da İstanbul'da olmayı sürdüreceğim. Biz, nereye geldiğinden daha ziyade nereden geldiğini önemseyen bir kültürün mensuplarıyız. Sizin karşınızda... en başta Kasımpaşalı Recep Tayyip Erdoğan var. İstanbul'da besmele çektik, Fatiha okuduk, yola revan olduk, defalarca kitabın son sayfasını kapattık, yeniden ilk sayfasını açtık, yeniden besmele çekip, Fatiha okuduk. Bugün de bir hatime günü. Bugün de İstanbul'da bir sayfayı kapatıyor, yeni bir sayfayı açıyoruz." ‘’Aşkım, sevdam, tutkum, kavgam İstanbul!" 2014 yılındaki diğer bir seçimlerin arifesinde de, Erdoğan, “İstanbul’u alanın Türkiye’yi alacağını” söylemişti yazının başında bahsettiğimiz gibi. Bugün milletvekili olan bir kişi ise şöyle yazmıştı, “30 Mart’a Giderken” başlıklı analiz/raporunda: “Gezi krizinde öne çıkan İstanbul, 30 Mart Yerel Seçimleri’nin en önemli karşılaşma alanı olacak. İstanbul, 1994 yılında Büyükşehir Belediye Baş- kanlığı’nı kazanan Recep Tayyip Erdoğan’ın kalesi olarak görülüyor. Ama bundan da öte, Türkiye’nin en önemli kenti olma unvanını tarih boyunca hiç kaptırmamış olan bu kent, ülke ekonomisine yaptığı devâsâ katkı, siyasi, kültürel ve sosyal çekim merkezi oluşu ile birlikte, haklı olarak siyasi partilerin en çok kazanmayı arzu ettikleri kent durumunda. Siyasi olarak da, Gezi krizi ile ortaya çıktığı düşünülen “İstanbul”u düşürme” imkânının, AK Parti ve Erdoğan’ın düşüşünün başlangıcı olacağı öngörülüyor. İstanbul’u yönetenin ülkeyi de yöneteceği veya İstanbul’u kaybedenin ülkeyi de kaybedeceğine dair bir varsayım siyaseti esir almış durumda. Oysa ülke tarihinde bunu çok kesin çizgilerle teyit edecek bir temayül gözükmüyor. Ancak, buna rağmen AK Parti ve Erdoğan da İstanbul’a büyük önem atfediyor. Daha sonraki gelişmeler ne olursa olsun, İstanbul’un kaybedilmesinin partide ciddi bir moral kaybına yol açacağı, ancak bundan da öte, son 12 yıllık sü- reçte partinin alacağı ilk ve en ağır siyasi yenilgi olacağı öngörülebilir. İstanbul’un bir diğer önemi, AK Parti’nin temsil ettiği Batı ve Doğu arasında köprü olma ve Osmanlı uygarlığının modern yorumu ile yeniden inşası amaçlarının da olmazsa olmaz gerçekleşme alanı. Üçüncü köprü, üçüncü havaalanı ve Kanal İstanbul gibi mega projeler, kentsel dönüşüm atağı ve 2023 hedefleri, parti için bu kentin AK Parti’nin uhdesinde kalmasını gerektiriyor. Parti esas olarak gelişimci, ilerlemeci ve değişimci dinamiğini bu kentten alıyor. Tüm bunlar biraraya geldiğinde, AK Parti için bu mega kent, pek çok açıdan partinin geleceği ile özdeşleşmiş vaziyette.” Ve, 2017’deki Başkanlık Referandumunda, İstanbul, yaklaşık yüzde 51-52’lik bir oranla “Hayır” dedi. 23 yıl sonra, İstanbul’daki ilk “farklı” karar bu. Bakalım, “İstanbul’u almak” gerçekten ne ifade ediyor ve gelecek kimin olacak?
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.