Cengiz ÖzdemirAhmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı Fethi Naci'nin deyimiyle "Türkçede yazılmış en güzel aşk romanı" dır. Ancak yine Fethi Naci'ye göre romanın güzelliğini arka planda sürekli tasvir edilen ve Tanpınar'ın da büyük bir aşkla bağlandığı İstanbul şehrinden gelir. Roman boyunca Boğaziçi başta olmak üzere, Tarihi Yarımada ve Beyoğlu gibi semtler adeta bir roman karakteri gibi karşımızdadır. Roman 1938 yılının kış aylarında başlar. Romanın baş kahramanı Mümtaz aşkını yitirmiş bir mecnun olarak, acısını unutmak için sahaflara kapağı atmış kitapları karıştırırken "Karakin efendinin balıkçılık kitabı"yla karşılaşır. (Huzur. Ahmet Hamdi Tanpınar. Dergah Yayınları 18. Baskı. S. 47) Tanpınar'ın kitabında geçen ve anladığımız kadarıyla 1940'lar Türkiye'si için bile efsanevi bir çalışma olan bu kitap, İstanbul halkının ve kültürünün balıkla olan ilişkisini görmemiz açısından çok önemli bir eserdir. 1335-1915 yılında Duyun-u Umumiye Matbaası tarafından basılan bu kitap için Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisinin 4. cildinde şunları yazıyor: "'Balık ve Balıkçılık' milli kütüphanemizde benzerine ender rastlanan muazzam eserlerdendir ve kendi mevzuunda ise tek eserdir.Bugün İstanbul suları balıkçılığı hakkında birşey biliyor isek, hepsini İstanbul Balıkhanesine heykeli dikilecek koca adam Karakin Bey Deveciyan'a boçluyuzdur." Aras Yayınları tarafından 2006 yılında yeniden basılan 500 sayfanın üzerindeki bu kitap dört bölümden oluşuyor. Genel bir sınıflandırma ile Osmanlı Devleti sınırları dâhilindeki deniz ve tatlı su balıklarının hepsi detayıyla ele alınmış, ikinci olarak av alet ve avlanma araçları tanıtılmış, en sonunda ise balık ve balıkçılık ile ilgili kanuni düzenlemelere, tablolara ve elli sayfalık Türkçe-Fransızca ve Fransızca-Türkçe bir sözlüğe yer verilmiştir. (Karekin Deveciyan'ın 1915 Tarihli Kitabı)
Kitabın bence en eğlenceli kısmı Boğaziçi'nde balıkçıların tabiriyle Voli yerlerini (balık yatakları) gösteren , hangi balığın nereden ve nasıl avlanacağını tarif eden şema ve haritalardır. Bir de kuşkusuz sonuncusu geçtiğimiz yıllarda Beykoz'da bulunan ve bildiğim kadarıyla artık kaldırılan Dalyan'larla ilgili bölümlerdir. Bir zamanlar Boğaziçi'nin ayrılmaz bir parçası olan Dalyanlar bugün tamamen yok olmuş durumda. Tıpkı kitapta gravürlerle çizilmiş birçok balık türünün yok olması gibi. (Bebekte bir dalyan. 1843 tarihli bu fotoğraf herhalde İstanbul'da çekilmiş en eski fotoğraflardan)
Nesli tükenmek üzere olan balıklardan en önemlisi Lüfer'dir. Palamut boğazın kralı ise lüfer de kraliçesidir. İskenderiye, Beyrut, İzmir ve Selanik'te de Lüfer çıkar ama hiçbirisinin tadı Boğaz'da çıkan Lüfer'in yanına yaklaşamaz. Bu nedenle Lüfer Levant coğrafyasının balığıdır diyebiliriz. Ancak özdeşleştiği kent İstanbul'dur. Tanpınar'ın romanına dönersek Lüfer ile Boğaziçi'ni şöyle özdeşleştiriyor. "Eylül sonlarına doğru lüfer avı Boğaz'ı tatmak için yeni bir vesile verdi. Lüfer, Boğaz'ın belki en cazip eğlencesidir. Beylerbeyi'nden ve Kabataş'tan başlayarak Telli Baba'ya ve Kavaklar'a kadar iki kıyı boyunca uzanan, akıntı ağızlarında kümelenen bu aydınlık eğlence, bilhassa mehtapsız gecelerde yer yer küçük şehrayinler yapar. Öteki avların bir nevii iş içinde pişme, uzak seferler istemesine mukabil, o bulunduğunuz yerde, hemen her kesle beraber yapılan oyundur" (Sayfa 196)Artık bu oyundan mahrumuz... (Deveciyan Kitabındaki Lüfer Gravürü) Deveciyan Ailesinin Olağanüstü Hikayesi Gelelim Deveciyan ailesinin olağanüstü hikayesine. Reşat Ekrem Koçu'nun "heykelini dikmek lazım" dediği Karekin Deveciyan, 1867 Harput’ta doğdu. Harput’taki Fransız okulunda sonra, İstanbul’daki Lusavoriçyan Katolik okulunda öğrenim gördü. 1891’de Düyun-u Umumiye-i Osmaniye İdaresi’nde memur olup; Bursa, Bandırma, Selanik, Sivas ve Beyrut’ta görev yaptı. 1910’da İstanbul Balıkhanesi Merkez Müdürlüğü’ne, 1917’de Balık İşleri Başmüfettişliği’ne, 1922’de Balıkçılık Başkontrolörlüğü’ne atandı. 1926 tarihinde kitabın Pêche et Pêcheries en Turquie (Türkiye’de Balık ve Balıkçılık) adı altında geliştirilmiş yeni baskısı Fransızca olarak yayınlandı. 31 Mart 1927’de, 36 yıl çalıştığı Düyun-u Umumiye’den emekli oldu. İstanbul’da Ortaköy sahilindeki evinde ölünceye kadar huzur içinde emeklilik hayatı yaşayan ve yüz yaşına yaklaşan Karekin Deveciyan, 8 Ocak 1964’te öldü ve Şişli’deki Ermeni Katolik Mezarlığı’na defnedildi. Karekin Deveciyan'ın kitabının da basıldığı 1915 yılının 23 Nisan günü sürgüne yollanmasının bir Türk albayı tarafından engellendiğini torunun Patrick Deveciyanla yapılan röportajdan öğreniyoruz. http://dunya.milliyet.com.tr/-turkiye-neden-talat-pasa-yi-savunuyor-/dunya/dunyadetay/21.01.2012/1491743/default.htm (Karekin Deveciyan)
Karekin Deveciyan'ın oğlu Roland Deveciyan 1901 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra kazandığı bir bursla 1919'da Paris'e gidiyor. Ancak giderken pasaportuna bir damga vuruluyor. "Bir daha asla Türkiye'ye giremez" diye. Roland Deveciyan Fransız vatandaşı olmayı da reddediyor ve bir "haymatlos" olarak dünyadan göçüyor. Ancak geriye mucidi olduğu düdüklü tencere'yi ve Patrick Deveciyan isimli oğlunu bırakıyor. Patrick Deveciyan tarafından "tam bir Osmanlı" olarak tanımlanan Karekin ve Roland Deveciyanlarla ilgili şu röportajı okuyabilirsiniz: http://bianet.org/bianet/bianet/78157-deveciyan-gecmisini-ve-1915i-anlatiyor1944 doğumlu Patrick Deveciyan bugün Fransa'daki Ermeni Diasporasının en mühim simasıdır. Ermeni Soykırım yasalarının mimarı kabul edilen Deveciyan en son 30 yıl önce teyzesinin cenazesi için Türkiye'ye gelmiş. Bir dönem Sarkozy'nin partisi UMP'de çok önemli görevler üstlenen ve Başbakan olacağı dahi söylenen Patrick Deveciyan 2008'den sonra kabineye girememiş, ancak halen aktif siyasete devam ediyor. (Son Ermeni Yasından Sonra Sarkozy, Boyer ve Deveciyan Aleyhine Yapılan Bir Afiş Heykeli dikilmelidir denilen bir dede ve Türkiye'nin nefretini kazanmış bir torun. Türkiye'deki Ermeni meselesini tahlil etmek için bu ailenin hikayesine bir bakmak yeterlidir sanıyorum...