İstanbul'un fethini yeniden okumak ya da ezberleri bozmak

İstanbul'un fethini yeniden okumak ya da ezberleri bozmak

Cengiz Özdemir - Konuk yazarwww.kulturistanbul.blogspot.comFatih, 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul surlarından içeri beyaz atıyla girdiği zaman, son Bizans İmparatoru 11. Konstantin Paleiologos elinde kılıçla son nefesini veriyordu. Kuşkusuz bu olay insanlık tarihini değiştirmiştir. Bazı tarihçilere göre Roma İmparatorluğu Bizans'ın düşmesiyle yok olmamış, şekil değiştirmiştir. Bir dönem Roma'da Papanın danışmanlığını yapan Grek kökenli filozof Georgios Trapezuntios 1466 yılında Fatih'e yazdığı mektubunda şöyle diyor: "Roma İmparatorluğunun başkenti Konstantiniyye'dir... Dolayısıyla siz Romalıların meşru imparatorusunuz... ve kim ki Romalıların İmparatorudur ve öyle kalır, o zaman da tüm dünyanın İmparatorudur." Burada Osmanlı'nın Roma İmparatorluğunun varisi olduğu kastedilir ki bunda haklılık payı vardır.

Bilinen resmi tarih Müslüman Türklerin kahramanlıkları, Hristiyan Bizans'ın "kahpe"likleri üzerine kuruludur. Ancak Fetih sadece Bizans'a yönelik bir hareket değil aynı zamanda Türk'ün Türk'e karşı bir iç savaşı olmuştur. Bu konuyu iki örnekle açıklamaya çalışalım. İstanbul'un fethi esnasında Müslüman Türklere karşı, şehri Bizans kuvvetleriyle omuz omuza savunan ve Müslüman Türkleri katleden Osmanlı Şehzadesi Orhan'dan ve Osmanlı ordularıyla birlikte Hristiyanlara karşı savaşan Hristiyan birliklerinden bahsedelim.Resmi Tarih Anlayışını Ti'ye Alan Kahpe Bizans Filminin AfişiFetret dönemi padişahlarından Emir Süleyman (Süleyman Çelebi) 1402-1411 yılları arasında hüküm sürüp hutbe okutan ve para darp eden bir şahsiyettir. Kardeşi Mehmet Çelebi (1. Mehmet) ile girdiği iktidar mücadelesini kaybedince soy Mehmet Çelebi üzerinden devam etmiş, Süleyman Çelebi'nin soyu adeta tarihten kazınmıştır. İşte bu soydan olan Süleyman Çelebi'nin torunu şehzade Orhan, zaman zaman çağdaşı II. Murat ve oğlu II. Mehmet'e başkaldırmış ancak başarılı olamamıştır. Bu çaresizlik içinde Bizans'a sığınmış ve Bizans tarafından adeta rehin alınmıştır. Cem Sultan vakasının erken bir tezahürü olan Şehzade Orhan vakasındaki fark, şehzade Orhan'ın şehrin kuşatılması sırasında bizzat Osmanlılara karşı savaşmasıdır. Yanında kendine bağlı 600 kişilik bir Müslüman birlikle şehrin Yedikule surlarının bulunduğu bölgenin savunmasını üstlenmiştir. Kuşkusuz şehir düşerse sonunun idam olacağını biliyordu. Çünkü Bizans sık sık Fatih'i ve babası II. Murat'ı Orhan üzerinden tehdit ediyordu. Nitekim korktuğu başına geldi ve fetihten hemen sonra yakalanarak idam edildi. Fatih'in meşhur "nizam-ı alem için kardeş katli vaciptir" kanunnamesi yaşadığı dönemin özeti gibidir.

Diğer bir husus ise Fatih'in ordularında savaşan hıristiyan askerlerdir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin İstanbul’un Fethi maddesinde konuya ilişkin birkaç satırları görmek mümkün. “Osmanlı ordusunda bilhassa toprak altında tünel kazan (lağımcı) grup arasında 300 kadar Sırp madencinin bulunduğu, ayrıca Alman, Bohemyalı, Macar ustaların görev yaptığı belirtilir. Silah ve teçhizat yönüyle çok kuvvetli olan orduda asıl gücü Anadolu ve Rumeli tımarlı askerler teşkil etmekteydi.(Prof. Dr. Ferudun Emecen)”  Bu Sırp lağımcılar Navo Brado gümüş madenlerinden getirilen ortodokslardır. Ayrıca şehrin düşmesinde en önemli rollerden birinin  Macar topçu ustası Urban'ın oynadığına kuşku yok. Urban, kuşatma sırasında hıristiyandır ve "şehit" olmuştur. Kuşkusuz bu birlikler Varna Savaşından sonra Osmanlı'ya Tımar sistemiyle bağlanmış ancak dinlerini değiştirmemiş Hristiyan sancak beylerinin bir bağlılık göstergesiydi. Ankara Savaşında Yıldırım Beyazıt'ın ordusundaki Hristiyan birliklerini gören Timur, Osmanlı ordusunu "kafir" ilan etmekten geri kalmamıştır. Sultan Abdülaziz tarafından İngiltere Kraliçesi Viktoria'ya hediye edilen ve bugün İngiltere'de bulunan Urban topu. Bu top iki parçaya bölünmesiyle taşıma kolaylığı sağlıyordu ve döneminde bu büyük bir avantajdıTüm bunlardan anlaşılıyor ki Fetih bugün algılandığı gibi ana ideolojik ekseni sadece din olan bir hareket değildir. Din ile olan ilişki son derece pragmatik görünüyor. Bu konu ile ilgili Halil İnalcık'ın 1952 yılında Belleten dergisinde yayınladığı makaleler çok önemli bir yol açmıştır. Ayrıca Emine Çaykara ile yaptığı nehir röportajı "Tarihçiliğin Kutbu" kitabını okuyabilirsiniz.