İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (İstanpol), ülkelerindeki savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan Suriyeli mültecilerin çocuklarının İstanbullular tarafından nasıl algılandıkları ve bu algıların sebeplerini araştırdı.
"Bir Algı Araştırması: İstanbul Yolculuğunda Suriyeli 'Hayalet' Çocuklar"adı altında yayımlanan rapor, Suriyeli çocuklar ile karşılaşan veya etkileşim içinde bulunan 25 katılımcıyla gerçekleştirildi. Derinlemesine görüşmeler sonucunda hazırlanan raporda İstanbulluların Suriyeli çocuklara karşı görüşlerine ilişkin olarak edinilen bulgular, "Görünmezlik", "Korku" ve "Yadsıma" başlıkları altında toplandı.
"Türkiye'deki mülteci nüfusunun yüzde 46’dan fazlasını çocuklar oluşturuyor"
Türkiye’de yaşayan Suriyeli mültecilerin demografisine bakıldığında, mülteci nüfusunun yüzde 46’dan fazlasının çocukların oluşturduğu bilgisine yer verilen raporda, "Hiç şüphesiz bu çocuklar Suriye’de yaşanan iç savaştan ve bunu takip eden zorunlu göçten en fazla etkilenen gruplardan birisidir. Türkiye’de doğanlarla birlikte sayıları günden güne artan bu çocuklar zorla çalıştırılma, savaş sonrası travmalar, istismar, ve okula gidememe gibi sorunlarla karşı karşıyadır" denildi.
Katılımcıların çocuklardan korktuğu ve tedirgin olduğu ifade edilirken, korkunun en büyük sebebinin ise, çocukların suçluya dönüşme ihtimalinin olduğu belirtildi.
Suriyeli çocukların bu raporda “hayalet” olarak nitelenmesinin bir sebebinin, "Bu çocukların İstanbul’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yetişkinlerde uyandırdığı korkunun farklı sebepleri olmasıdır" denerek açıklandı.
Raporda katılımcıların, "Suriyeliler ile birlikte nasıl yaşanabilir?" sorusuna verdiği yanıtlar şöyle aktarıldı:
"İki nokta öne çıkmaktadır: katılımcılarımızın yarısı kadarına göre Suriyeli çocuklar aileleriyle birlikte ülkelerine dönmelidir, ayrıca gelecekten önce bugün nasıl birlikte yaşanabileceği düşünülmedir. Eğer birlikte yaşamak bir zorunluluksa, kısa dönemde çocukların hayati ihtiyaçlarına uzun dönemde ise eğitimlerine odaklanmalıdır, eğitim, öğretim kadar kültürel uyum odaklı da olmalıdır. Fakat, eğitimin hangi dilde yapılması gerektiği tartışma konusudur. Yetişkinler için de kültürel uyum/asimilasyon ve ekonomik istihdam gereklilikleri ön plandadır. Türkçe öğrenimi hem çocukların hem de yetişkinlerin toplumu kabulü için bir ön koşuldur. Ayrıca, Suriyeliler ile Türkiye vatandaşları arasındaki farklılıkların aşılamayacağını ve ayrı mekanlarda yaşama isteği de dile getirilmiştir."
Öte yandan katılımcıların, yetişkinlerden çok çocuklara daha ılımlı bakıldığı aktarılırken, katılımcıların uyum sürecinin çocuklar ile başlanacağına inandıkları sonucuna varıldı, şu değerlendirilmeye yer verildi:
"Olumsuz algıların kırılmasına çocuklardan başlanabilir. Çocukların temel ihtiyaçlarının giderilmesi ve eğitim öğretim sürecine dahil edilmeleri önemlidir, fakat bu eğitimin çok kültürlülüğe dikkat çekmesi gerekmektedir. Çocuklar ile başlanacak süreç, yetişkinler ile yaygınlaştırılmalı ve yetişkinler ebeveyn olarak hem çocukların eğitim sürecine dahil edilmeli, hem de onlar için istihdam olanakları arttırılmalıdır."
1 Mayıs 2018’de, 8–10 yaşlarında olduğu tahmin edilen Suriyeli bir çocuğun metrobüs altında kalarak hayatını kaybettiği, metrobüste mendil satan başka bir Suriyeli çocuğun da yorgunluğa dayanamayıp bir yolcunun dizinde uyuyakaldığının hatırlatıldığı raporda, çocukların Türkiye medyasında mağduriyet üzerindne temsil edildikleri ifade edildi.
TIKLAYIN - Metrobüste mendil satarken yolcunun dizinde uyuyakaldı
Aşkınnur Eşigül'ün koordinatörlüğünü yaptığı, araştırma ekibinde de, Tuğçe Erçetin, Alper Şükrü Gencer, Betül Kübra Arslan ve Salih Tosun'un bulunduğu raporun sunumu bugün (13 Ekim 2018) Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirildi. Rapordan dikkati çeken bölümleri şöyle:
"Her ne kadar devlet ve sivil toplum kuruluşları tarafından eğitime erişimleri için adımlar atılsa da kamp dışındaki Suriyeli çocukların eğitime devam oranlarının yüzde 26 civarında kaldığı tespit edilmiştir. Eğitimlerine devam edememelerinin en büyük nedenlerinden biri ise ailelerine yardım etmek amacıyla çalışmak zorunda oluşlarıdır."
"Kilis’te yapılan bir araştırma Suriyeli çocukların ağırlıklı olarak plastik ve kâğıt toplayıcılığı işlerinde çalıştığını gösterirken, Hatay ve Urfa’da yapılan başka bir araştırma ise çocukların günlük 12 saatten haftada 6–7 gün gibi ağır şartlarda çalıştığını ortaya koymuştur. Ek olarak, İstanbul’da metrobüs gibi çok sık kullanılan toplu taşıma araçlarında mendil satan veya dilenen Suriyeli çocuklar, hem bu çocukların görünürlüğünü arttırmakta hem de halihazırda toplumsal açıdan hassas bir noktada olan Suriyeliler meselesini zaman zaman daha da olumsuz bir zemine taşımaktadır."
"Görüşmecilerimize Suriyeli mülteci çocuklar ile ilgili hisleri sorulduğunda, beklendiği üzere– en sık alınan yanıt çocuklara yönelik acıma ve üzülme hisleri olmuştur. Görüşmecilerimizin acıma hissi çocukların yaşadığı koşullar, yırtık ve eksik kıyafetleri, okul yerine sokakta olmaları, ve çocukluklarını yaşayamamaları ile ilişkilendirilmektedir. Bir katılımcımızın yaptığı açıklama bu durumun bir özeti niteliğindedir: “Yani, yardıma muhtaç... Çocukları düşündüğüm zaman yardıma muhtaç geliyor:
Eğitimsiz geliyor. Eğitim hakkı elinden alınmış geliyor. Çocuk olamamış geliyor. Büyümek zorunda kalmış... Benim çocuğuma baktığımda, dışarıdaki çocuğa baktığımda dağlar kadar fark var (aralarında). Büyümek zorunda bırakılmış gibi... Ya da şu an belki onlar da neler yaptıklarının farkında değil. Şey yani... Uzun vadede büyük hasarlara sebep olacak şeyler yaşıyor olabilir(ler). O yüzden o çocuklara bakarken acıyarak bakıyorum. Üzülerek bakıyorum.”
Bazı katılımcıların büyürken içinde bulundukları toplumda toplumun diğer fertleri tarafından itilmiş ve dışlanmış çocukların kin ile dolacaklarını ve bu kinin de onları ileride suça yönlendireceğini dile getirdiği belirtildi. Raporda, bu görüşten yola çıkarak şöyle dendi:
"Bu görüşü paylaşan katılımcılarımızın Suriyeli çocuklara (ve yetişkinlere) karşı Türkiye’de bir önyargı olduğunu ve kimilerinin ise nefretle yaklaştığını belirttiklerinin de altını çizmek gerekir. Bu ifadeler Türkiye’de Suriyeli mültecilerin yaşadığı zorluklara değinmekle beraber, mültecilerin geleceğini belirsiz bir hale getirmektedir. Burada bir kez daha belirtmek gerekir ki, katılımcıların bazıları Suriyeli çocukların salt Suriyeli olmalarından kaynaklı bir suç eğiliminden bahsetmemiş; aksine bu korku senaryosunun önlenebilir olduğunun altını çizmişlerdir."
Katılımcıların çoğunluğunun Suriyeli mültecilere ilişkin olarak olumsuz görüş belirtildiği de söylenerek bu konuda öne sürülen argümanlardan en belirgin olanının "ekonomik temelli" olduğnun altı çizildi. Buna örnek olarak bir katılımcının şu görüşleri aktarıldı:
“Yani gerçek hayatta hiç muhtaçmış gibi davranmıyorlar. Onların yüzünden çalışma gücü şey oldu. Çok ucuza çalışıyorlar. İstihdam (gibi) bir sürü sıkıntı yaşıyoruz. Biz de mükemmel bir ülke değiliz. Onların sayesinde daha da kötüleşiyoruz. Böyle şeyleri duyunca onlara karşı nefret istemsiz oluşuyor. Çocuk kısmına… Evet, çocuk olarak bakıyorum; ama büyük 16 İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü - İstanPol kısmına aynı gözle bakmıyorum. Defolsun gitsin ülkemizden diyebilecek konumdayım.” (Kadın, 26)
Raporun sonuç ve öneri bölümünde şu konular dikkati çekiyor:
* Katılımcılarımızın gözünde Suriyeli çocukların birer “hayalet” olduğu sonucuna ulaştık. * Genelde toplu taşıma araçlarında karşılaşılan “dilenciler” olarak hatırlanan bu çocukların içinde bulunduğu kötü koşullar ve maruz kaldıkları şiddet, katılımcılarımızın gözünde sıradanlaşmış ve kişisel farkındalıkları ciddi ölçüde körelmiştir.
* Suriyeli çocukları bir korku ögesi olarak sınıflandırmaktadır.
* Katılımcılarımızın ifade ettiği –farklı kaynaklardan beslenen– olumsuz algılara rağmen, küçük yaşlarda İstanbul’a gelen ve “hayalet çocuk” olarak en başta var olma mücadelesi veren ya da İstanbul’da doğmuş ve burayı kendileri için “ev” olarak görmüş çocukların birlikte bir gelecek için umut ışığı olabileceklerini gördük. Bunun için çocukların öncelikle “hayalet” olmaktan çıkıp geleceğe dair umutları olan ve umutları toplumca kabul gören bireyler olması gerektiğini düşünüyoruz.
* Katılımcıların yanıtlarında eğitimin ön plana çıkması, eğitimde yeni uygulamaların ele alınmasını ve bu uygulamaların temas kavramı baz alınarak geliştirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
* Çalışmaların çok kültürlülüğü destekleyecek bir şekilde düzenlenmesi önem taşımaktadır.