Sağlık Bakanlığı'nın Ergene Havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ ile Kocaeli ilinde sık görülen kanser hastalıklarına çevrede bulunan kanserojen kimyasal maddelerin neden olup olmadığını anlamak için yaptığı araştırmanın raporuna göre 52 bölgenin suyu 'içilemez'.
Cumhuriyet'ten Bülent Şık'ın haberi şöyle:
Önceki yazılarda çeşitli gıdalarda ve sularda tespit edilen kimyasal maddelere dair bulgulara yer vermiştim. İlk yazıda araştırmada analiz edilen gıdalar ve sularda bulunan pestisit kalıntıları, arsenik ve bazı kimyasal kirleticilere yer vermiştim. Dün yayınlanan yazıda ise Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illeri ile Kocaeli ili ve Antalya ilinde çeşitli yerleşim noktalarından alınan su örneklerinde tespit edilen arsenik ve alüminyum kalıntılarını ele almıştım. Bu yazıda öncelikle sularda önem arz eden bir başka kirletici olan kurşun açısından durumun ne olduğuna değineceğim.
Son olarak neler yapılabileceğini dile getirmeye çalışacağım. Yukarıdaki grafik Antalya ilinden alınan su örnekleri ile Kocaeli ve Ergene Havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinden alınan su örneklerindeki kurşun miktarlarını kıyaslamalı olarak gösteriyor.
Grafiği üç ayrı grafiğin üst üste binmiş hali olarak görmeli. Mavi renkli kısım Antalya; turuncu Kocaeli ve kırmızı renkli kısım Ergene Havzası illerini gösteriyor. Grafiğin en altındaki 10 rakamı ile başlayan çizgi 1 litre suda 10 mikrogram olarak belirlenen aşılmaması gereken kurşun sınırını, yani maksimum kalıntı sınırını gösteriyor. Grafikte en solda yer alan mavi renkli kısım Antalya ilinden alınan 569 su örneğinden kurşun tespiti yapılan 12’sini (%2) gösteriyor. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınırı aşmıyor. Grafikte turuncu renkli kısım Kocaeli iline ait. Kocaeli’nden alınan 106 su örneğinin 17’sinde (%16) kurşun kalıntısı tespit edildi. Grafikte kırmızı renkle gösterilen kısım ise Ergene havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerini gösteriyor. Sadece görsel olarak bile farkın ne kadar büyük olduğunu görmek olanaklı. Ergene’deki 3 ilden alınan 764 su örneğinin 156’sında (%20 ,4) kurşun tespit edildi ve bu değer Antalya’dan hem 10 kat fazla ve hem de tespit edilen miktarlar genelde daha yüksek. Antalya ilinden alınan örneklerin hiçbiri kurşun için belirlenen sınır değeri aşmadı. Kocaeli ilinden alınan örneklerin 2’si; Ergene Havzası illerinden alınan örneklerin 4’ü sınır değeri aşmıştır. Bu suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyor.
Dün çıkan yazıda Antalya, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Kocaeli ilinde çeşitli yerleşim bölgelerinden alınan sularda mevzuatta belirlenen sınır değerlerin üstünde arsenik ve alüminyum tespit edildiğini yazmıştım. Bugünkü yazıda ise kurşun açısından durumun ne olduğunu göstermeye çalıştım. Araştırma çalışmasından elde edilen bilgilere göre maksimum kalıntı sınırını aşan miktarda arsenik, alüminyum ve kurşun içeren 52 yerleşim bölgesinin suları içilemez niteliktedir. Bu yerleşim yerlerinin neresi olduğu aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Bu bölgelerdeki suların içme suyu olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyor.
Bakanlık bu yazı dizisine verdiği yanıtta projenin bitmediğini, elde edilen verileri değerlendirme çalışmalarının hala devam ettiğini belirtiyor. Yapılan açıklama inandırıcı değil. Çalışmanın yapıldığı zamandan bu yana üç buçuk yıl geçtiğine göre en azından arsenik, kurşun ve alüminyum miktarlarının sağlığa zarar verecek kadar çok çıktığı bölgelerde hangi önlemlerin alındığını açığa çıkarabilmek için aşağıdaki soruları sorabiliriz.
1) Yandaki tabloda belirtilen bölgelerdeki sular içme suyu olarak kullanılmakta mıdır?
2) Bu bölgelerde yaşayan insanlar içme suyu ihtiyaçlarını nasıl karşılamaktadır? Bu suların içilmemesini sağlamak için gereken önlemler alınmış mıdır? Bu sular gıda maddeleri üretiminde kullanılmakta mıdır?
3) Sularda bulunan arsenik, kurşun ve alüminyumun kaynağı belirlenmiş midir?
Bu kirleticilerin sulardaki miktarını azaltmak için hangi çalışmalar yapılmıştır. Bu yazıda Baryum, Bakır, Molibden, Krom ve Nikel başta olmak üzere ele alınmayan başka kirleticiler de var. Bu kirleticilerin de Ergene Havzası ve Kocaeli’nden alınan su örneklerindeki miktarlarının Antalya’ya kıyasla daha yüksek olduğunu ve daha fazla su örneğinde tespit edildiğini belirtmeliyim. Elde edilen bilgiler hangi mahalde ne düzeyde bir kirlenme olduğuna ve o mahalde bulunan endüstriyel tesislerin çevreye yaydığı kirleticilerle bir ilişki kurmaya imkân sağlıyor.
Araştırma çalışmasında sadece gıdalar ve sular yok. Bunlara ek olarak hava kalitesi ölçümleri, atık su ölçümleri, Ergene Çayı boyunca alınan ölçümler, toprak, Marmara Denizi’ndeki Enez, Saroz ve İzmit Körfezi’ndeki balıklar ve deniz suyunda yapılan analiz çalışmaları da var. Araştırma projesi geniş bir coğrafi bölgede yaşayan en az 5 milyon insanı doğrudan ilgilendiriyor. Marmara körfezindeki belli bölgelerdeki dip çamurları, körfezdeki kabuklu deniz canlıları ile balıklarda yapılan çalışmalar da dâhil edildiğinde projenin çıktıları İstanbul ilinde yaşayanları da yakından ilgilendirmektedir. Buna ek olarak Türkiye’nin en önemli meyve ve sebze ürünleri üretim bölgesi olan Antalya ili de hesaba katıldığında araştırma projesinin sonuçları ülke genelini yakından ilgilendiren bir noktaya taşınmaktadır. Bakanlık araştırma çalışmasına dair elde mevcut veri dosyasının tamamını açıklamalı. Sadece özet bir değerlendirme raporundan söz etmiyorum. Tıpkı bu yazı dizisinin ikinci yazısında değindiğim Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) raporu örneğinde olduğu gibi kapsamlı bir değerlendirme raporunun açıklanmasından söz ediyorum. Bu konularda duyarlılık taşıyan siyasetçiler, akademisyenler, halk ve çevre sağlığını önemseyen kişi ve sivil toplum kuruluşları Sağlık Bakanlığı’ndan bu “olağanüstü kapsamlı” araştırma projesinin sonuçlarının açıklanmasını talep etmelidir. Verilerin ilgili kişi ve kurumlarca gözden geçirilebilmesi ve kamusal bir tartışma (olabildiği kadarıyla!) başlatılabilmesi için bu kesin bir gerekliliktir. İçinde olduğumuz ve hukuku, parlamentoyu, kamu bürokrasisini, akademik kurumları, medyayı felç eden koşulların kamusal tartışmaları mümkün kılacak eylem ve çabalardan kaçınmamıza yol açmaması gerektiğine inanıyorum. Her şeyin tarumar edildiği bu dönemde bizi birbirimizden sorumlu kılacak kamusal bir dilde ısrar etmenin daha da önemli olduğunu düşünüyorum. Mücadele etmek için umuda ihtiyacımızın olmadığı zamanlar da var. Her şeyden önce, bunu yapmak kimyasal olarak kirletilmiş o bölgelerde yaşadıkları için çaresiz hastalıklara yakalanan insanlara karşı da bir borçtur. Araştırmada sadece su çalışmasından elde edilen bilgiler bile Ergene Havzası ve Kocaeli ilindeki yerleşim bölgelerinde halk sağlığını koruma amaçlı acil bir eylem planı hazırlanarak hızla yürürlüğe konulması gerektiğine dair tartışmalara güçlü bir kanıt sunuyor.
Kimyasal maddelerle havası, suyu, toprağı ve gıda maddeleri kirlenmiş bölgelerde yaşamanın en çok mağdur ettiği kesim çocuklar. Kimyasal maddelerle kirletilmiş bölgelerde yaşayan çocuklarda beden gelişiminde, bilişsel yeteneklerde gerileme olduğu, astım, alerjiler ve obezite gibi çeşitli hastalıklara yakalanma sıklığının arttığı çeşitli yayınlarda dile getiriliyor. Yazı dizisinde değindiğimiz pestisitler ve ağır metaller gibi pek çok zehirli madde hormonal sistem bozucu ve en büyük zararı da çocuklara veriyor. Dolayısıyla kimyasal kirlenme meselelerini çözümsüz bırakmak gelecek nesillerden vazgeçmek anlamına geliyor.
Su kalitesinin korunması için yapılması gereken kontrol ve izleme çalışmalarındaki eksiklikleri bir an önce gidermek gerekiyor. Bu çerçevede öncelikli olarak su varlıklarını sadece insan için değil doğadaki bütün canlılar için güvence altına alan ve suyu bir meta olarak değil bir varlık olarak tanıyan bir “Su Yasası” çıkarılmalı. Türkiye’de kentsel atıklar, tarım ve sanayi faaliyetleri sonucu açığa çıkan ve sulara bulaşması muhtemel 259 kimyasal kirletici madde var. Bu kirleticilerin 174’ü (%66) için herhangi bir kontrol ve izleme faaliyeti yapılmıyor. Dolayısıyla bu kimyasal maddelerin kalıntılarının sularda bulunup bulunmadığını bilmiyoruz. Çıkarılacak yasa ile su kalitesinin korunması konusunda faaliyet gösteren bütün kamu kurumlarını tek bir çatı altında toplamak; kirlilik önleme, kontrol ve izleme çalışmalarındaki dağınıklıkları ve eksiklikleri gidermek mümkün olabilecektir. En acil işlerden biri budur.