İşte Cumhuriyet döneminin ‘en iyi’ 12 şiiri

İşte Cumhuriyet döneminin ‘en iyi’ 12 şiiri

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi "Cumhuriyet döneminin en iyi 12 şiirini siz seçin" başlığıyla düzenlediği yarışmada, Cumhuriyet döneminin en iyi 12 şiirini seçti. Oylama okurlara internet üzerinden yaptırıldı. 

İşte 16 bin oyun kullanıldığı yarışmada Cumhuriyet döneminin ‘en iyi’ şiiri seçilen şiirler:

 

1.Sezai Karakoç / Mona Roza

 

Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek... Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin, ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki ben Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı gece ve güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona Roza siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza siyah güller, ak güller

 

2.Attila İlhan / Ben Sana Mecburum

 

Ben sana mecburum bilemezsin

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Ben sana mecburum bilemezsin

İçimi seninle ısıtıyorum.

 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

Bu şehir o eski İstanbul mudur

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

Sokak lambaları birden yanıyor

Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ben sana mecburum sen yoksun.

 

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

 

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor

Eski zamanlardan bir cuma çalıyor

Durup köşe başında deliksiz dinlesem

Sana kullanılmamış bir gök getirsem

Haftalar ellerimde ufalanıyor

Ne yapsam  ne tutsam nereye gitsem

Ben sana mecburum sen yoksun.

 

Belki haziran  da mavi benekli çocuksun

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin

Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor

Ayıpsız   fakat ellerimizi kirletmeden

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sus deyip adınla başlıyorum

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

Hayır başka türlü olmayacak

Ben sana mecburum bilemezsin.

 

 

3.Ahmed Arif / Hasretinde Prangalar Eskittim

 

 Seni, anlatabilmek seni.    İyi çocuklara, kahramanlara.    Seni anlatabilmek seni,    Namussuza, halden bilmeze,    Kahpe yalana.    Ard- arda kaç zemheri,    Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.    Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...               Bir ben uyumadım,    Kaç leylim bahar,    Hasretinden prangalar eskittim.    Saçlarına kan gülleri takayım,    Bir o yana     Bir bu yana...    Seni bağırabilsem seni,    Dipsiz kuyulara,    Akan yıldıza,    Bir kibrit çöpüne varana,    Okyanusun en ıssız dalgasına    Düşmüş bir kibrit çöpüne.    Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,    Yitirmiş öpücükleri,    Payı yok, apansız inen akşamlardan,    Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,    Seni anlatabilsem seni...    Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır    Üşüyorum, kapama gözlerini...

 

4.Necip Fazıl Kısakürek / Kaldırımlar

 

I   Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.   Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.   İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.   Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.   Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!   Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.   Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.   Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...   II   Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında.   İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.   Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur... Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...   III   Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.   Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.   Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.   Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; Bana rahat bir döşek serince yerin altı, Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...  

 

5.İsmet Özel / Amentü

 

İnsan  eşref-i mahlûkattır derdi babam  bu sözün sözler içinde bir yeri vardı  ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman  bu söz asıl anlamını kavradı  geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından  geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı  kararmış rakamların yarıklarından sızarak  bu söz yüreğime kadar alçaldı  damar kesildi, kandır akacak  ama kan kesilince damardan sıcak  sımsıcak kelimeler boşandı  aşk için karnıma ve göğsüme  ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden  aşk ve ölüm bana yeniden  su ve ateş ve toprak  yeniden yorumlandı.  Dilce susup  bedence konuşulan bir çağda  biliyorum kolay anlaşılmayacak  kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın  yanık yağda boğulan yapıların arasında  delirmek hakkını elde bulundurmak  rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için  bana deha değil  belgeler gerekli  kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza  gençken  peşpeşe kaç gece yıllarca  acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım  bilmezdim neden bazı saatler  alaturka vakitlere ayarlı  neden karpuz sergilerinde lüküs yanar  yazgı desem  kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma  Tokat  aklıma bile gelmezdi  babam onbeşli olmasa.  Meyan kökü kazarmış babam kırlarda  ben o yaşta koltuğumda kitaplar  işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı  cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları  kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.  Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm  her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana  gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar  resimli bir kitaptan çalardım hayatımı  oysa hergün  merkep kiralayıp da kazılan kökleri  Forbes firmasına satan babamdı.  Budur  işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku  işte şehirleri bayındır gösteren yalan  işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan  kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla  güç bela kurduğum cümle işte bu;  ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan  tenimin olanca ağırlığı yok oldu.  Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak  bile bir bir çınlayan  ihtilal haberidir  ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu  nisan ayları gelince vücudu hafifletir  şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah  bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur  marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim  gider şehre ve şaraba yaltaklanarak  biraz ağlayabilmek için  fotoğraflar çektirir  babam  seferberlikte mekkâredir.  İnsanın  gölgesiyle tanımlandığı bir çağda  marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak  belki ruhların gölgesi  düşer de marşlara  mümkün olur babamı  varlık sancısıyla çağırmak:  Ezan sesi duyulmuyor  Haç dikilmiş minbere  Kâfir Yunan bayrak asmış  Camilere, her yere  Öyle ise gel kardeşim  Hep verelim elele  Patlatalım bombaları  Çanlar sussun her yerde  Çanlar sustu ve fakat  binlerce yılın yabancısı bir ses  değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur  polistir babam  Cumhuriyetin bir kuludur  bense  anlamış değilim böyle maceralardan  ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur  yalnız  coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan  nüfus cüzdanımda tuhaf  ekmek damgası durur  benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu  etin ıslak tadına doğru  yavaş yavaş uyanmak  çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp  hırsız cenazelerine bine bine  temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme  korkak dualarından cibinlikler kurarak  dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz  nakışsız yaşamakları  silâhlanmak sanarak  çıkardım  boğaza tıkanan lokmanın hartasını  çıkınımda güneşler halka dağıtmak için  halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak  ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış  hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa  fly Pan-Am  drink Coca-Cola  Tutun ve yüzleştirin hayatları  biri kör batakların çırpınışında kutsal  biri serkeş ama oldukça da haklı.  Ölümler  ölümlere ulanmakta ustadır  hayatsa bir başka hayata karşı.  Orada  aşk ve çocuk  birbirine katışmaz  nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı  kendi tehlikesi peşinden gider insan  putların dahi damarından  aktığı güne kadar  sürdürür yorucu kovalamacayı.  Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?  Nerde, hangi yöremizde zihnin  tunç surlardan berkitilmiş ülkesi  ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan  parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?  Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim  takvim yapraklarının arasını dolduran  nedir o katı şey  ki gücü  gönlün dağdağasını durultacak?  Hayat  dört şeyle kaimdir, derdi babam  su ve ateş ve toprak.  Ve rüzgâr.  ona kendimi sonradan ben ekledim  pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu  ham yüreğin pütürlerini geçtim  gövdemi alemlere zerkederek  varoldum kayrasıyla Varedenin  eşref-i mahlûkat  nedir bildim. 

 

6.Turgut Uyar / Göğe Bakma Durağı

 

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım İnecek var deriz otobüs durur ineriz Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda Beni bırak göğe bakalım Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım

 

7.Abdurrahim Karakoç / Mihriban

 

Sarı saçlarına deli gönlümü  Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.  Ayrılıktan zor belleme ölümü  Görmeyince sezilmiyor Mihriban.  Yâr deyince, kalem elden düşüyor  Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor  Lâmbamda titreyen alev üşüyor  Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.  Önce naz, sonra söz ve sonra hile...  Sevilen, seveni düşürür dile  Seneler, asırlar değişse bile  Eski töre bozulmuyor Mihriban.  Tabiplerde ilâç yoktur yarama  Aşk deyince ötesini arama  Her nesnenin bir bitimi var ama  Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.  Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne  Kar koysan köz olur aşkın külüne...  Şaştım kara bahtın tahammülüne  Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.  Tarife sığmıyor aşkın anlamı  Ancak çeken bilir bu derdi, gamı  Bir kördüğüm baştan sona tamamı...  Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban. 

 

8.Mehmet Akif Ersoy / Çanakkale Şehitlerine

 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?  En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.  -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-  Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.  Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!  Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'  Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,  Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!  Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,  Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.  Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,  Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!  Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:  Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.  Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...  Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!  Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,  Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,  Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;  Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.  Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...  Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.  Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,  Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.  Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;  Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;  Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;  Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.  Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,  Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.  Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;  O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...  Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,  Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.  Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,  Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.  Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,  Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.  Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...  Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!  Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;  Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?  Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?  Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.  Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,  Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;  Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;  'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.  Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:  İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.  Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...  O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,  Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,  Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!  Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!  Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.  Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...  Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.  Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?  'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.  Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...  Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.  'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;  Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;  Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,  Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;  Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan,  Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;  Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,  Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,  Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;  Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;  Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...  Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.  Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,  Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,  Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...  Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,  O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;  Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;  Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,  Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...  Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,  Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

 

9.Sürgün Ülke

 

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak  Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine  Bir anda yükselen bir bülbül sesi  -Erken erken karlar ortasında  Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-  Bana geri getirir eski günleri  ...Paslanmış demir bir kapı açılır  Küf tutmuş kilitler gıcırdarken  Ta karanlıklar içinde birden  Bir türkü gibi yükselirsin sen  Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken  Söyleyemediğim ateşten kelimeleri  Şuuraltım patlamış bir bomba gibi  Saçar ortalığa zamanın  Ağaran saçın toz toprağını  Bana ne Paris'ten  Newyork'tan Londra'dan  Moskova'dan Pekin'den  Senin yanında  Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı  Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu  Geceme gündüzüme  Gözlerin  Lale Devrinden bir pencere  Ellerin  Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den  Kucağıma dökülen  Altın leylak  III  Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla  Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma  Kimi ırmaklardan yansıma  Kimi kayalardan kırpılma  Kimi öteki dünyadan bir çarpılma  İçi ölümle dolu  Dönen bir huni  Doğarken güneş  Kesilmiş ölü yüzlerden  Bir mozayik minyatürlerden  Dokunur tenimize  Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay  Ve birden senin sesin gelir dört yandan  Menekşe kokulu sütunlardan  Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan  Gözlerine ait belgeler sunulur  Ey aşkın kutlu kitabı  Uçarı hayallere yataklık eden  Peri bacalarının yasağı  Gönlümün celladı acı mezmur  Bana bıraktığın yazıt bu mudur  Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi  Senden bir gök  Senden yıldızlar ördüler  Ateş böcekleri  O gece dört yanıma  Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı  Sen bir anne gibi tuttun ufukları  Ve çocuklar gülle anne arasında  Seninle güller arasında  Tuhaf bir ışık bulup eridiler  Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler  Aramızdaki sırra  Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar  Gençlik monologları  Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından  Bana getiren  Yasamız vardı  Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne  Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben  IV  Senin kalbinden sürgün oldum ilkin  Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği  Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında  Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim  Af dilemeye geldim affa layık olmasam da  Uzatma dünya sürgünümü benim  Güneşi bahardan koparıp  Aşkın bu en onulmazından koparıp  Bir tuz bulutu gibi  Savuran yüreğime  Ah uzatma dünya sürgünümü benim  Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil  Ayaklarımdan belli  Lambalar eğri  Aynalar akrep meleği  Zaman çarpılmış atın son hayali  Ev miras değil mirasın hayaleti  Ey gönlümün doğurduğu  Büyüttüğü emzirdiği  Kuş tüyünden  Ve kuş sütünden  Geceler ve gündüzlerde  İnsanlığa anıt gibi yükselttiği  Sevgili  En sevgili  Ey sevgili  Uzatma dünya sürgünümü benim  Bütün şiirlerde söylediğim sensin  Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin  Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın  Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin  Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için  Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini  Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini  Ey gönüllerin en yumuşağı en derini  Sevgili  En sevgili  Ey sevgili  Uzatma dünya sürgünümü benim  Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta  Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında  Çatı katlarında bodrum katlarında  Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba  Hep Kanlıca'da Emirgan'da  Kandilli'nin kurşuni şafaklarında  Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında  Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında  Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim  Af dilemeye geldim affa layık olmasam da  Ey çağdaş Kudüs (Meryem)  Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)  Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi  Sevgili  En sevgili  Ey sevgili  Uzatma dünya sürgünümü benim  Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında  Köle gibi satıldım pazarlar pazarında  Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında  Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında  Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında  Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda  Verilmemiş hesapların korkusuyla  Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim  Af dilemeye geldim affa layık olmasam da  Sevgili  En sevgili  Ey sevgili  Uzatma dünya sürgünümü benim  Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır  Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır  Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır  Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır  Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır  O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır  Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır  Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır  Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır  Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır  Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır  Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır  Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır  Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır  Sevgili  En sevgili  Ey sevgili

 

10.Yahya Kemal Beyatlı / Sessiz Gemi

 

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,   Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.   Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;   Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.   Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,   Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.   Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!   Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!   Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;   Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.   Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,   Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

 

11.Necip Fazıl Kısakürek / Sakarya Türküsü

 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;  Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.  Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;  Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.  Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;  Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.  Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;  Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!  Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,  Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;  Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.  Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?  Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,  Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.  Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?  Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..  Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!  Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?  İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.  Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,  Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;  Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.  Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;  Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!  Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;  Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?  Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;  Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?  Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?  Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!  Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;  Sakarya, kandillere katran döktü geceler.  Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,  Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!  İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;  Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.  Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;  Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?  Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!  Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!  Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,  Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!  Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;  Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!  Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;  Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!  Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;  Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!  Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;  Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. 

 

12.Erdem Beyazıt / Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair

 

"Telgrafin tellerini kursunlamali.." Boyle degildi bu turku bilirim Bir de icime -Her istasyonda duran sonra tekrar yuruyen- Bir posta katari gibi simsiyah dumanlar dokerek Bazen gelmesi beklenen bazen ansizin cikagelen Haberler bilirim, mektuplar bilirim   Gamdan daglar kurmaliyim Kayalari kelimeler olan Kirk ikindi saymaliyim Kirk gun huzun bosaltan omuzlarima, saclarima Saclarinin akisini anar anmaz omuzlarindan Bastan ayaga islanmaliyim Gam daglarina cikip, naralar atmaliyim   Icimde kaynayan bir mahser var Bu mahser bir de annelerin kalbinde kaynar Cunku onlar, yun orerken pencere onlerinde Ya da camasir sererken bahcelerde Birden aliverirler kara haberini Okul donusu bir trafik kazasinda Can veren ogullarinin   Bir de gencecik asiklarin yureklerini bilirim Bir dolmusta; yorgun soforler icin bestelenmis Bir sarkidan bir kelime dusuverince iclerine Karanlik sokaklarina dalarak sehirlerin Beton apartmanlarin sagir duvarlarini yumruklayan Ya da melal denizi parklarin issiz yerlerinde Ornegin hint okyanusu gibi derin Isyanin kapkara sularina dalan   Nice aksamlar bilirim ki Karanligini Bir millet hastanesinde Dokuz kisilik kadinlar kogusu koridorunda Basini kalorifer borularina gommus Beyaz gisilerinden uykular dokulen tabiblerden Haber sormaya korkan genc kizlarin yureginden almistir   Bir de baharlar bilirim Apartman oldalarinda buyuyen cocuklarin bilmedigi                                            bilemeyecegi Anadolu bozkirlarinda Istanbuldan cikip, Diyarbekire dogru Tekerleri Yamali asfaltlari bir agustos susuzluguyla icen Cesur otobus pencerelerinden Bilincsiz bas kaymasiyla gorulen Evrensen kadinlarin iki buklum capa yaptiklari                                       tarla kenarlarinda Ciplak ayaklari yumusak topraklara batmis                                       irgat cocuklarinin Bir ellerinde bayat bir ekmegi kemirirken Diger ellerinde sarkan yemyesil bir soganla gelen   Yazlar bilirim, memleketime ozgu Yigit koy delikanlilarinin Incir cekirdegi meselelerle birbirlerini kursunladiklari Birinin olu dudaklarindan sizan kan daha kurumadan Ustune cehennem guneslerde mor sinekler                                     konup kalkan Digeri kan-ter icinde yayla yollarinda Mavzerinin demirini alnina dayamis Yuregi susuzluktan bunalan Icinden makushane cesmeleri akan Ansizin parlayan keklikleri jandarma baskini sanip Apansiz silahina davranan Nice delikanlilarin figuranlik yaptigi Yazlar bilirim memleketime ozgu   Guzler bilirim, ulkeme dair Karsiliksiz kalmis bir sevda gibi gelir Kalakalmis bir kiyida melul ve tenha Kalbim gibi Kaybolmus daracik ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle cocuklari Bir sicak somun icin Yalin kat bir don icin Dokulurler bulvarlara yapraklar gibi   Kadinlar bilirim ulkeme ait Yurekleri akdeniz gibi genis Solugu afrika gibi sicak Gogusleri cukurova gibi mumbit Dag gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasil beklerse Oyle beklerler erkeklerini Yaslandin mi cinar gibidir onlar sardinmi umut gibi   Isyan siirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi gecer adamin yureginden Harfler harp duzeni almistir misralarda Kimi bir vurguncuyu gece ruyasinda yakalamistir Kimi bir soygun sofrasinda isikli salonlarda Hirsizin girtlagina tikanmistir   Musluman yurekler bilirim daha Kizdimi cehennem kesilir sevdimi cennet Eller bilirim hasin, hoyrat, mert Alinlar gormusumki vatanimin cografyasidir Her kirisigi, sorulacak bir hesabi Her cizgisi, tarihten bir yapragi anlatir   Butun bunlarin ustune Hepsinin ustune sevda sozleri soylemeliyim Vatanim milletim tum insanlar kardeslerim   Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adin gelmeli Adin kurtulustur ama soylememeliyim Cankusum umudum canim sevgilim.