İyi ki doğdun Sevim Burak, çokça yaşayasın...

İyi ki doğdun Sevim Burak, çokça yaşayasın...

Çağdaş edebiyatımızın en özgün yazarlarından ve modern yerli öykücülüğümüzün köşe taşlarından Sevim Burak’ın bugün doğum günü.

29 Haziran 1931’de Ortaköy’de dünyaya geldi Sevim Burak, düştü dünyamıza. Dünyamıza düştüğünü söylemek yanlış olmaz, zira kalemi onun için konusu "kendi kendine olan bir edebiyat."

Bugün 84 yaşına giren Sevim Burak, 31 Aralık 1983’te gitmişti yanımızdan. O, yazına eli bulaşmış pek çokları gibi ölmemiştir kuşkusuz.

Yazar, oğlu Karaca’ya yazdığı bir 1980 tarihli bir mektupta “kendi edebiyatı” için “... tamamen yalnız ve ümitsiz bir ortam; her şeyden umudunu kesmiş bir yazarın yazmayı sürdürmesi... Yazdıklarımın konusu kendi kendisi olan bir edebiyat benimki. Kimseye bir bok yok. Zaten kimsenin kimseden beklediği bir şey yok” demişti.

Yazarın başyapıtı “Yanık Saraylar” 50 yıl önce yazın hayatımıza merhabasını sunmuştu. İlk baskısı 1965 yılında yapılan "Yanık Saraylar" ironik, dikenli, tuhaf, eleştirel ve çok katmanlı hikâyeleriyle edebiyat dünyamıza katılalı yarım asır oldu yani. Pek çok edebiyat eleştirmenince tanımlanmaya çalışılan ve hatta garipsenen bir sıradışı yazar olarak Sevim Burak, o dönemde hak ettiği ve beklediği ilgiyi görememiş, “kapalı ve alışılmadık” bir biçimsel üsluba sahip bir yazar olarak nitelenmişti. 

Oğlu Karaca Borar tarafından yayımlanan ve mektuplarından oluşan "Beni Deliler Anlar" adlı kitaptaki bir mektubunda Sevim Burak, “Bu dünyayı izleyenlere bir halt yok” diyordu ve ekliyordu: “Açıkgözler için hiçbir şey yazmayacağım. Dünyalarını kaybetmişler için… Kendim için yazacağım. Erken bunamışlara, hayalperestlere, çok acıklılara, bu dünyadan gitmek için hazırlık yapanlara yazacağım. Yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayı paylaşacağım. Aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırı romantiklere ve aşırı sadistlere… Delilere yazacağım" 

Yazar, Yeni Dergi’de 1966 yılında yayımlanan yazısında ise yazarak ölüme karşı çıktığını söylüyordu:

“Benim için sorun, her türlü yaşama biçiminde, yaşadığımı duymaktı. Canlılığımın özünün sevinç olduğuna inanıyordum. Canlılığım, her zaman iyileştirici bir güçtür, kötülüğü kucaklayabilen bir güçtür… Sorun benim için, edebiyatçı olmaktan çok, yaşam boyunca, dirimselliğimi, başka bir yüzeyde (kâğıt üstünde) tekrar duymak… Mümkünse, iki canlı olmak…”