"İyi ki 'Zeytin Dalı', bir de 'deve dikeni' olsaydı acaba ne olacaktı?"

"İyi ki 'Zeytin Dalı', bir de 'deve dikeni' olsaydı acaba ne olacaktı?"

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Afrin'e başlattığı operasyon kapsamında Başbakan Binali Yıldırım'ın gaztecilerle buluşmasını yazan Evrensel yazarı Fatih Polat, "İçinden geçtiğimiz günlerde yaşananlara bakınca insan böyle düşünmeden edemiyor. ‘Zeytin Dalı’ diyerek, Afrin’e yönelik harekatın barış amacı taşıdığı öne sürülüyor ama bir yandan da savaşa karşı barış talep eden sosyal medya paylaşımları yapanlar gözaltına alınıyor" dedi. "Gözaltılara bu yazı yazılmadan önce gazeteciler de eklendi" diyen Polat, "Bir yandan, başlattığınız savaşı barışın simgesi olan ‘zeytin dalı’ ile adlandıracaksınız, öte yandan da barış kelimesini bile yasaklayacaksınız" yorumuna bulundu.  

Polat'ın "Ülke çıkarları savaşa eşitlenirken gazetecilik" başlığıyla yayımlanan (24 Ocak 2018) yazısı şöyle: 

İyi ki ‘Zeytin Dalı’, bir de ‘deve dikeni’ olsaydı acaba ne olacaktı? 

İçinden geçtiğimiz günlerde yaşananlara bakınca insan böyle düşünmeden edemiyor. ‘Zeytin Dalı’ diyerek, Afrin’e yönelik harekatın barış amacı taşıdığı öne sürülüyor ama bir yandan da savaşa karşı barış talep eden sosyal medya paylaşımları yapanlar gözaltına alınıyor. Gözaltılara bu yazı yazılmadan önce gazeteciler de eklendi. 

İki küçük çocuğu olan Artı TV Ankara Temsilcisi Sibel Hürtaş da gece vakti evi basılarak gözaltına alınanlardan. Nedeninin ne olabileceğini anlamaya çalışırken Sevgili Sibel’in sosyal medya paylaşımlarına bakıyoruz ve sadece Afrin harekatı ile ilgili Artı TV’de yaptığı programlara dair paylaşımlarını görüyoruz. Başka da bir şey yok. Belli ki, aldığı konukların onun programında Afrin harekatına dair eleştirel ifadeleri birilerinin canını sıkmış. Sevgili Sibel’in o programlarla ‘Ben o zeytin dalından almayayım’ dediği düşünülmüş.

Başbakan Binali Yıldırım’ın basın kurumlarının yöneticilerini toplayarak, Afrin harekatına dair nasıl bir habercilik beklediklerini ayrıntılı bir biçimde deklare ettiği bir zamanda, buna uygun davranmayanlar için de savcılara açık bir çağrı yapılmış oluyor doğal olarak. Harekatın hemen ardından, bir elin parmağından bile az gazeteyi bir tarafa bırakırsanız, diğerlerinin attıkları manşetler bile aslında, harekat gazeteciliğine mesafeli duranlara da savaş açmış durumda. Bir ülkenin gazetelerinin neredeyse tamamına yakınının ülke çıkarlarını tamamen savaş ile eşitlediği bir düzlemde, gazeteciliğin bu olmadığını düşünenlerin de çevresi bizzat o harekat manşetleriyle mayınlanıyor demektir. 

‘Girdik’, ‘Vurduk’, ‘Bombaladık’ yüklemlerinin gazetelerin manşetlerinde birbirleriyle yarıştıkları, gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenlerinin bununla da yetinmeyip Twitter hesaplarından generallere parmak ısırtacak paylaşımlar yaptıkları bir zamanda, ‘Türkiye’nin sınırındaki Kürt varlığı gerçekten Türkiye için bir tehdit miydi?’, ‘Daha birkaç yıl önce dönemin PYD Eş Başkanı Salih Müslim ile Türkiye devletinin çeşitli kurumları görüşmemiş miydi?’ diye sormak sadece akla, insan hafızasına değil, gazeteciliğin en sıradan gereklerine de sahip çıkmak anlamına geliyor.

Savaş dönemlerinde, savaşa karar verenlerin medyaya dair yaklaşımındaki standart klişe şudur: ‘Ülke çıkarları böylesi kritik zamanlarda medya profesyonellerinin mesleki keyfiyetlerine feda edilemez.’

Aslında mesele de burada başlıyor. Bir ülkenin çıkarları o ülkenin basın kurumlarının bir tabancaya indirgenmesi ile garantiye alınabilir mi? Doğrunun ölçütü savaşa karar verenler midir? Dünya tarihi, ülkelerin çıkarına olmayan ve onlara yıkımdan başka bir şey getirmediği yaşanarak da görülmüş olan yüzlerce savaş görmüş olduğuna göre, savaşlar konusunda en çok ihtiyaç duyulan şeylerin başında, doğru bilgiyi halka çeşitli yönleriyle birlikte verme titizliğini elden bırakmayan bağımsız basın organlarının geldiği açıktır.

Haber bir mermi değildir, gazeteci de tabanca. Gazeteciliğin en etkili silah olduğunu söylerken de aslında onun sahaya sürülen silahların çok ötesinde bir gücü olduğunu söylemiş oluyoruz. Yalan bir haber ile bir savaşa yol verebilirsiniz. Bir iç savaşı tetikleyebilirsiniz. Doğru bir haberle de, aklın devreden çıktığı bir zamanda gerçeğin aslında savaşın ötesinde bir yerde durduğunu gösterebilir, kanıtlayabilirsiniz. Bunun da örnekleri az değil.

Örneğin bugün bu savaşın ülke ve bölge halklarının çıkarına olmadığını söylemek, bunu sosyal medyada ya da sokakta savaş karşıtı bir protestoda dile getirmek gözaltı gerekçesi sayılabiliyorsa, özgürlüklerin kırıntısı dahi savaşın ihtiyaçlarına feda edilmiş demektir. 

Bir ülkenin çıkarına olana sadece savaşın emrini verenler karar verebilir mi? Dünya tarihi bunun asla kabul edilemeyecek boş bir yalan olduğunu ortaya koyan örneklerle dolu olduğuna göre, gazetecinin işi karşılaştığı tüm baskılara rağmen, gerçeği ve doğru bilgiyi halka ulaştırmaktır. 

Bir yandan, başlattığınız savaşı barışın simgesi olan ‘zeytin dalı’ ile adlandıracaksınız, öte yandan da barış kelimesini bile yasaklayacaksınız. 

Gerçeğin sahipsiz kaldığı bir ülke yaşadığı anı da, geleceğini de kaybetmiş demektir. Tam da bu nedenlerde bu ülkenin gerçek gazetecileri, içinden geçtiğimiz dönemin bütün zorluklarına rağmen gerçeklerin savaşa feda edilmesine izin veremez. 

Biz işimizi doğru yaparız ve kendimizi sadece doğru bilgiyi ulaştırmakla görevli olduğumuz halka karşı sorumlu sayarız. Siz de gereğini yapın. Tarih de kaydetsin.