(Radikal - 20 Mart 2012)
Günsiad (Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği) Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, 18 Mart Pazar akşamı İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda düzenlediği Newroz-Nevruz kutlamasına çok önem veriyordu. Günler öncesinden arayıp haber vermişti ve katılımı garanti altına almak için arada da arayıp hatırlatmayı ihmal etmedi.
Bedirhanoğlu için, “İmparatorluk başkenti”nin üstelik bir sarayında “Newroz kutlaması” işlerin “Kürt sorunu”nda kötüye gittiği ya da daha da kötüleşeceğinden kaygı duyulan bir ortamda, “birlikte yaşama iradesi”ni vurgulayan simgesel değerinden ötürü çok önemliydi.
Telefonu her açtığında, bakanların, Ak Parti milletvekillerinin, İstanbul Valisi’nin, bu arada BDP milletvekillerinin ve DTK liderlerinin katılacağını, Ahmet Türk’ün katılma sözü verdiğini belirtmeye özen gösteriyordu.
Günsiad’ın 18 Mart Çırağan Sarayı Newroz kutlaması, BDP’nin 18 Mart’ta İstanbul ve Diyarbakır’da izin verilmeyen Newroz-Nevruz kutlamasından önce kararlaştırılmıştı.
BDP’nin meydanlarda kutlamasına izin verilmeyip, BDP’liler kutlamakta ısrarlı olunca, 2012 Newroz’unun “olaylı” geçeceği de anlaşılmıştı. 17 Mart gecesi Bedirhanoğlu’na Çırağan Sarayı’nda kutlama var mı, yok mu diye sordum. Yapılırsa, bazı Kürt çevrelerinden ağır eleştiriler geleceği besbelliydi. “Kürt halkına meydanlarda yasak görülen Newroz, Kürt burjuvazisine saraylarda izinli” diye kara çalma mekanizması çalışacaktı. Olmadı da değil.
Devletin Kürtleri geleneksel “böl-yönet” mantığı gereği, İstanbul Kazlıçeşme ve Diyarbakır’daki Newroz-Nevruz kutlamalarında polisin önleyici güç kullanma durumu, tahmin edilebileceği gibi, gerçekleşti. İstanbul’da bir BDP yetkilisi öldü, her iki şehirde 100’ün üstünde insan tutuklandı. Olaylar çıktı. Newroz, bir “bayram”, bir “kutlama”, bir “şenlik” olmaktan çıktı, “çatışma”ya dönüştü.
Çırağan Sarayı’nda Günsiad’ın kutlaması ise gerçekleşti. Koca salon tıklım tıklımdı. Türkiye’de “PKK nüfuzu” dışında kalan, bazıları amansız “PKK karşıtı” ne kadar Kürt şahsiyet varsa, oradaydı. “Devletin sevebileceği Kürt türü”, “İyi Kürtler” yani.
Birkaç Ak Parti milletvekili dışında “devlet” yoktu ama. BDP’liler de o gün cereyan eden “olaylar”ın ve “can kaybı”nın ağırlığı altında, gelemeyeceklerini Şahismail Bedirhanoğlu’na bildirmişlerdi. Yani, sorunun “doğrudan” iki tarafı da yoktu Çırağan Sarayı’nda. Devlet de yoktu, “Kötü Kürtler” de.
Salonda, Irak Kürdistanı’ndan arp sanatçısı Tara Jaff’ın güzel sesinin eşlik ettiği güzel müzik, Boğaz’ın eşsiz manzarasının bir bahar akşamı ılıklığında Newroz kutlamasını, günün ağırlığından ve yaşananların yol açtığı kötümser duygular ve hüzünden çıkartamadı.
İki kişi konuştu. Şahismail Bedirhanoğlu, “Kürt sorununun olmadığı, yaşanmadığı” Osmanlı döneminin “İmparatorluk başkentinde Newroz kutlamanın önemi”ne işaret eden güzel bir konuşma yaptı. Bir de İsmail Beşikçi konuştu. Ömrünün yarısına yakınını Kürt sorununa ilişkin tavrı nedeniyle dört duvar arasında geçirmiş bir Türk olan İsmail Beşikçi, konuşmasında, “Devletin, Kürtlerin bir burjuva sınıfı oluşturmasını kasıtlı olarak engellediğini, Kürt burjuvazisinin oluşmasının demokratik kültürün gelişmesine katkısını” vurguladı.
Ne var ki, kimse bir yanılgıya kapılmasın; Çırağan Sarayı’nda bir araya gelen Kürtler, düzenlemeyi yapan Günsiad olsa da, “Kürt burjuvazisi”ni ifade etmiyordu. Son yıllarda, siyasi jargona bu sözcükler girmiş de olsa, “Kürt burjuvazisi” diye bir şey yok. Oluşmadı.
Üretim yapan ve kendi “ulusal pazarı”na hükmetmek anlamında bir Kürt burjuvazisi yok çünkü. Varlıklı Kürtlerden söz edebiliriz. Mali güçleri ve mülkiyet sahiplikleri, “bölgede üretim”den değil, Türkiye’nin batısı ile ve son yıllarda Kuzey Irak’la (Irak Kürdistanı) ticaret ilişkilerinden kaynaklanan Kürtler var. Günsiadçılar da öyle.
Onlar, Türkiye’nin batısı ile doğusu arasında atılmakta olan köprüleri sezerek, o köprülerin yıkılmaması ve tahkim edilmesi için, “İmparatorluk başkenti”nde “Newroz kutlaması” tasarlıyorlar ama devletin (somut anlamda hükümetin) Kürt sorununa yaklaşımına, 18 Mart’ta meydanlarda Newroz kutlamasına izin verilmemesine, Diyarbakır ve İstanbul’un bir “bayram günü” altının üstüne gelmesine fena halde içerliyorlar.
Nitekim, Şahismail Bedirhanoğlu, dün açık açık söyledi; “Ne olurdu” dedi, “izin verilseydi. En azından bir insan bugün toprak altında değil, evinde olurdu. Değdi mi buna!”
Devlet-hükümet, kendisini Kürt sorununa “güvenlik yaklaşımı”ndan sıyıramadığı ölçüde, önümüz çatışma görecek ve Kürtlerin giderek hızlanan biçimde Türkiye’den “ruhi kopuşu” gerçekleşecek. Çırağan Sarayı’ndaki Newroz resepsiyonunda, sayısını hatırlamadığım kadar çok sayıda ve hemen hepsi bölgeden gelmiş olan bir kısmı “Ak Partili Kürt” insanla konuştum.
Hemen hepsi, bu “ruhi kopuşu” anlattılar. Hiçbirinden yakın geleceğe ilişkin iyimser beklentiler duymadım. “PKK nüfuzu”nun dışında kalmaya kararlı gözüküyorlardı ama bölgede –hatta İstanbul’da yeni Kürt kuşaklarının- giderek bu “nüfuz” altına kaydığını da saptıyorlardı.
Hükümet ve devlet çevrelerinin, son günlerde bildik-tanıdık “iyi Kürtler-kötü Kürtler” ayrımı üzerinden davrandığını görüyorum. Televizyon ekranları, Abant Platformu’nun kürsülerini onlar dolduruyor. Ne var ki, bunların geniş Kürt kitleleri arasında hiçbir karşılığı yok. Ankara ve İstanbul’da iktidar çevresinden ve “beyaz Türkler”den alkış aldıkları oranda, Kürt halkının vicdanında batıyorlar.
Diyarbakırlı bir akademisyen, geçen hafta bunlardan birine, “PKK’yı MİT kurdurduğunu ikide bir orada burada dile getirmeyi bırakın. Abdullah Öcalan’ın MİT’e başvuru formunu bile getirip gösterseniz, Diyarbakır’da halk nezdinde hiçbir şey ifade etmeyecek” dediğini nakletti. Nedenini anlamak için, Kürtler bugüne dair ruh haletini bilmek ve anlamak gerekiyor.
Kürtlerin, özellikle bölgedeki ruh haletini, anlamayan sadece, giderek “Devletin Kürtleri”ne dönüşen bu “iyi Kürtler” de değil. İktidar sözcülüğüne soyunan kalemler de, inanılmaz bir duyarsızlık halindeler. Çok “orijinal” şeyler yazdıklarını zannediyorlar. Bundan on beş yıl kadar önce Tansu Çiller’in de kendileri gibi polemikçi-eli kalem tutan “danışmanları” vardı. O yıllarda Tansu Çiller ve danışmanları ne söylüyorlarsa, belki farkında değiller ama, kendileri de aynı şeyleri söylüyorlar.
Ancak, aradan geçen on beş yıl, Kürtlerin “ruhi kopuş mesafesi”ni, bugün o kanlı yıllardan daha da hızla geliştiriyor.
Hükümet, yerine “yasakçı devlet tarzı”, “özgürlük alanlarını geliştiren ve genişleten” bir devlet idaresini benimsese, çok hızla ve ters yani olumlu yönde yol alabilirdik.
Belleğini zorlasın yeter; 1 Mayıs 2008 ne kadar çatışmalı ve olaylı geçmişti. 1 Mayıs’ı “Emek Bayramı” ve tatil günü ilan ettiler, 2010 ve özellikle 2011 1Mayıs’ında yaprak kımıldamadı.
21 Mart’ı Nevruz Bayramı ilan etsinler. Bıraksınlar, insanlar bayram kutlamalarını istedikleri gibi yapsınlar.
Kıyamet mi kopar...