İyi Parti’den ‘Kapadokya’ şerhi: Yeni rantlara yelken mi açılmaktadır?

İyi Parti’den ‘Kapadokya’ şerhi: Yeni rantlara yelken mi açılmaktadır?

İyi Parti, Milli Eğitim Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu’nda geçtiğimiz hafta kabul edilen ‘Kapadokya Alan Başkanlığı’ kurulmasını öngören ve 11 maddelik, ‘Kapadokya Alanı Hakkında Kanun Teklifi’ne muhalefet şerhi düştü. ‘Ihlara Vadisi’ ve Güzelyurt bölgesinin teklif kapsamı dışında kalmasına karşı çıkan İyi Parti, alan komisyonu oluşumundaki belirsizliği de dikkat çekerek, “Uzmanlık isteyen kültürel ve doğal değerlerin korunmasını, arazilerin planlamasını ve kiralanmasını ve satışını mümkün kılan bu kanunla yeni rantlara yelken mi açılmaktadır? Kanun teklifinin bu hali ile kabul edilmesi sakıncalıdır” dedi.

İyi Parti’nin, Milli Eğitim Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeleri Ankara Milletvekili Şenol Sunat ve Adana Milletvekili İsmail Koncuk’un, teklife ilişkin sundukları muhalefet şerhi şöyle:

Muhalefet şerhi

2/1811 esas numaralı “Kapadokya Alanı Hakkında Kanun Teklifi ’ne ilişkin muhalefet şerhimizi bilgilerinize sunuyoruz.

Kapadokya Bölgesinin neredeyse tüm idaresini baştan aşağıya değiştirmeyi hedefleyen bir teklifin görüşmelerine hiçbir sivil toplum kuruluşu, akademisyen, uzman ya da bölge ile alakalı söz söyleyebilecek kimse komisyona davet edilmemiştir. Hükümeti temsilen Kültür ve Turizm Bakan yardımcısı katılmıştır.

Kanun teklifinde, Kapadokya bölgesinin bütünlüğünü sağlamak ve bütünlük içinde korunması, yaşatılması ve geleceğe tüm varlık değerleriyle aktarılması noktasında tek elden planlanması, yönetilmesi ve denetlenmesi öngörülmektedir.

Kanun teklifinin genel gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Kapadokya Turizm Bölgesi, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan çok önemli bir kültür ve turizm alanıdır. Bu alanın korunması doğal olarak birçok bakanlık, kamu kurumu ve yerel yönetimlerin yetki alanına girmekte ve zaman zaman bu yetkilerin kullanılmasından kaynaklanan yetki kargaşası ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda alanın bütünsel bir yaklaşımla ele alınması ve Planlama sistematiği açısından baktığımızda, planlamanın tek elden yürütülmesi doğrudur.

Ülkemizde, arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanları, kültür ve Turizm koruma ve gelişim bölgesi, milli park gibi birçok farklı koruma statüsü ve bu koruma statülerine ilişkin farklı mercilere tanınmış yetkiler bulunmaktadır. Jeolojik özellikli alanların yönetimleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır.

Mevzuat açısından ise birincil mevzuat olarak uluslararası sözleşmeler, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu; 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ile Yönetmeliği; 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümleri uygulanmaktadır. Jeolojik özellikli sahalar bu mevzuatlar gereği doğal sit alanı, arkeolojik sit alanı, milli park, tabiat anıtı gibi statülerle korunmaktadır.

Yasal olarak terminolojideki bu eksikliklerin şüphesiz ki pek çok olumsuz etkisi olmaktadır. Bunların başında milli park, tabiat anıtı ya da doğal sit olarak ilan edilen her alanda aynı hükümlerin geçerli olmasıdır. Örneğin Uludağ Milli Parkı, ormanlık alanları ve zengin habitat çeşitliliğine sahip olup bu kaynak değerleri ile koruma altına alınmıştır. Göreme Tarihi Milli Parkı ise volkanizmalar ile oluşan eşsiz jeolojik güzellikleri ve bu jeolojik yapılarda yaşanmış kültürel zenginlikler ile Milli Park kategorisinde bulunmaktadır. Ancak Uludağ Milli Parkı da Göreme Tarihi Milli Parkı da aynı mevzuatla yönetilmekte ve uygulamalara konu olmaktadır. Doğal sitler için de durum aynıdır; Muğla’nın Marmaris ilçesindeki ormanlık alan da doğal sit koruması altındadır, Denizli’nin Pamukkale ilçesinde bulunan travertenler de doğal sit korumasındadır. Dolayısıyla ülkemizde henüz kaynak değerlerin niteliklerine yönelik bir mevzuat geliştirilememiştir. Olması gereken Alan başkanlığı kanunundan önce, mevzuatın yeniden gözden geçirilmesidir. İlgili bakanlıklar nezdinde düzenlemelerin yapılması, oluşturulacak Kapadokya Alan başkanlığının daha sağlıklı işlemesine ve karar almasına imkân verecektir.

Bu kanun teklifiyle sınırları belirlenen Kapadokya alanında aynı değerde ve önemdeki bazı yerlerin ihmal edildiği görülmektedir. Tarih ve doğanın iç içe geçtiği dünyanın sayılı en büyük kanyonlarına sahip açık hava müzesi niteliğindeki Ihlara vadisini Kapadokya Alanından ayırmak adeta imkansızdır. Özel coğrafik oluşumları ile de Kapadokya bölgesinin temel karakteristiklerine sahiptir. Güzelyurt bölgesinde yeraltı şehirleri, kaya oyma yapıları, tarihi- kültürel değerleriyle Kapadokya bölgesinin tüm özelliklerine sahip bir bölgedir. Dolayısıyla Ihlara vadisi ve Güzelyurt bölgesinin de bu kanunla teklif edilen Kapadokya Alan sınırları içinde yer alması daha uygun olacaktır.

Verdiğimiz önerge, Ihlara vadisi ve Güzelyurt bölgesinin Özel Çevre Kanunu’na tabi olduğu ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yetkisinde olduğu söylenerek ret edilmiştir. Bu cevap yeterli olmayıp, bölgenin bir bütünlük içerisinde düşünülmesi gerekir. Acilen bakanlıklar arasında çözüm üretilmelidir.

Kanun Teklifinin 3.maddesi ile bu alanlardaki hazine, kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazların tüm tasarruf yetkileri komisyona devredilmektedir. Ancak bu alanda bulunan belediyelere ve özel mülkiyete konu olan taşınmazlar hakkında nasıl bir işlem yapılacağı konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bu kapsamda özel mülkiyet haklarına saygı çerçevesinde alandaki özel mülkiyete konu alanların tasarruf yetkilerinin düzenlenmesi gerekmektedir.

Kanun Teklifinin 4.maddesi ile alandaki üst ölçekli planlama hazırlama/hazırlatma, onama ve nazım imar planlarını uygulama yetkileri idareye ve bakana verilmiştir. Alanında uzmanlaşmış kişilerden oluşan ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının plan teklif etme ve görüş bildirme yetkisi olmalıdır. Yerel yönetimlerin bu konudaki tüm yetkileri kaldırılmıştır. Bu durum ilk bakışta yararlı olarak gözükmekte ise de uygulama sınırları genişletildiğinde ve kötüye kullanıldığında özellikle; Antalya, Adana, Aydın, İstanbul, Mersin, Muğla vb. yerlerde “Kapadokya Alanı” emsal gösterilerek aynı uygulamalara bu bölgelerde de gidilerek, iktidardan olmayan bölgelerdeki yerel yönetimlerin çalışmalarına, yetkilerine sınırlamalar getirilerek bu alanlardan elde etmiş oldukları gelirlerin de ortadan kaldırılmasına neden olabilecektir. Türkiye'nin tüm turizm bölgelerinde böyle alan idareleri kurma yoluna gidildiğinde, belediyeler dâhil, birçok ilgili kurumun devre dışı bırakılarak yandaşların ve çıkar gruplarının kendi lehlerine iş görmesi kolaylaşır. 

Kanun Teklifinin 5.maddesi ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile uzmanlardan oluşan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Komisyonlarına verilen hak tamamen Alan Komisyonuna verilmekte ve bu komisyonlarda bu alanda uzman olmayanların görevlendirilmesi durumunda “koruma”nın tam tersine yanlış ve kötü uygulamalara neden olunabilecektir. Bu nedenle bu kurulların doğal sit ve kültürel alanların tespitinde, tescilinde, uygulamasında, uzmanlık, bilgi ve birikimlerinden yararlanmaya devam edilmelidir. Ayrıca komisyonun kimlerden ve nasıl oluşacağı belirli değildir. Bu kadar yetkiye sahip idare ve oluşturulacak olan Komisyonu’nun üyelerini kim seçecek, üyeler hangi kriterlerde olacak, çalışma ve karar alma yöntemleri nasıl olacaktır. Uzmanlık isteyen kültürel ve doğal değerlerin korunmasını, arazilerin planlamasını ve kiralanmasını ve satışını mümkün kılan bu kanunla yeni rantlara yelken mi açılmaktadır? Kanun teklifinin bu hali ile kabul edilmesi sakıncalıdır.

Kanun Teklifi’nin 6.maddesinde, “idareye aktarılacak gelirler” başlığı altındaki düzenlemeler ile 6/1 a) maddesinde; Kapadokya Alanı sınırları içindeki belediyelerin bir önceki yılda elde etmiş oldukları kesinleşmiş bütçe gelirlerinin yüzde biri Alan Komisyonunu yöneten idareye aktarılmaktadır. 6/2. Fıkrasında da bu yüzde birlik pay oranını iki katına artırma yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir. Turizm alanlarının büyük bir kısmının özellikle iktidara muhalif partilere ait belediyelerin sınırları içinde kaldığı hususu göz önünde bulundurulduğunda, yarın aynı uygulamalar bu bölgelerde yapılabilecek ve bu alanlardaki tüm görev ve yetkileri alınan belediyeler hem gelirlerinden mahrum kalabileceği gibi, üstüne bir de Teklifin 6/1 ve 6/2.maddeleri gereğince kesin bütçe gelirlerinden anılan ve tamamen Merkezi İdare tarafından oluşturulan Alan Komisyonu İdarelerine yıllık kesin bütçe gelirlerinden pay aktarmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu düzenlemenin bu anlamda muhalif belediyeler üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmayacağının herhangi bir güvencesi bulunmamaktadır.

Kanun Teklifi’nin 7.maddesinde, “Muafiyet ve istisnalar” başlığı altındaki düzenlemenin 7/4 fıkrası ile idarenin bu kapsamda alacağı mal ve hizmet ile yapım işleri 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamı dışına çıkarılarak, bu alanlardaki alan komisyonunun görevleri ile ilgili her türlü mal ve hizmet alımı ile iş yapımını istediği firmalara vererek kullanmasına neden olacaktır. Bu nedenle Kamu İhale Kapsamından çıkarılmasına ilişkin teklifin bu hali ile kabul edilmesi sakıncalıdır.

Kanun teklifinin 9.maddesinde, “Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen devlet memurları, kamuda çalışan sürekli işçiler ile öğretim elemanlarından gerekli nitelikleri taşıyanlar kendilerinin isteği ve kurumlarının muvafakatiyle idare kadrolarında istihdam edilebilir, bunların kurumlarıyla olan ilişkileri iş sözleşmesinin yapılmasıyla son bulur.” Denmektedir. Böyle bir sözleşmeli istihdam biçimi 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’na aykırıdır. Bu maddenin yeniden gözden geçirilip anlaşılır hale getirilmesi gerekmektedir.

Kanun Teklifinin Geçici 1’inci maddesinde, kanun öncesinde sözleşmeye bağlanmış işlerin idare teşkilatının kurulmasını takiben sözleşmelerle birlikte tüm hak ve alacak ve borçların da idareye devredilmiş sayılacağı belirtilmektedir. Alanda yürütülen işlerin tür ve niteliği düşünüldüğünde, bu madde hükmüyle hukuki büyük sorunlar yaşanacağı da aşikârdır. Kanun teklifinin 1’inci geçici maddesinin (4)’üncü bendinde tüm alanda uygulanacak imar planı yapılması öngörülmektedir. Oysa üst ölçek planla uygulamaya geçilecek alanlar da vardır. Bu hükmün “üst ölçekli imar planları” olarak değiştirilmesi daha hayata geçirilebilir ve doğru olacaktır.

Sonuç:

Ülkemizde genellikle kanun ve yönetmeliklerin uygulanmadığı, kurumların işlev göremez hâle getirildiği ve yargı bağımsızlığının olmadığı yaşanan bu süreçte, muhalefetin yapıcı destek ve önerilerini dikkate almadan yeni kurumların oluşturulması için kanun yapmanın problemleri çözmeye mi, yoksa haksızlığa ve hukuksuzluğa daha çok yol açacak problemleri yaratmak mı olduğunu düşünmek ve idrak etmek gerekir. 

Türk milletinin menfaatlerinin savunucusu olmak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini her türlü iç ve dış tehditten korumak, her alanda adaleti, refahı, barışı ve İYİ’liği sağlamak üzere yola çıkmış bir hareketin milletvekilleri olarak, kanun teklifini prensip olarak doğru buluyor, ama maddelerdeki belirsizliklerin ve eksikliklerin düzeltilerek TBMM genel kurulundan geçmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.