İyi Parti Grup Başkanvekili ve Kocaeli milletvekili Lütfü Türkkan, partisinin 2. Olağan Kongresi'nde milletvekillere dağıtıldığı iddia edilen 'seçilmeyecekler listesi' ile ilgili görüşünü dile getirdi.
"Kongreler seçim demek, herkes seçilmek istiyor. Burada bir yarış olacaktır, bu yarışlar da demokrasinin gereğidir" diyen Türkkan, "Seçim kaybetmek zor iştir ben akşam seçim kazanıp sabah kaybettiğiyle uyanan birisiyim. Kaybetmek tabii ki rahatsız eder bizim de duygularımız var ama hiç kimsenin duygusal tepkileri partimize ve davamıza olan duygumuzun önüne geçmeyecektir" diye konuştu.
TIKLAYIN - İyi Parti'de 'aday seçilmeyecekler listesi' gerginliği sürüyor; "Hodri meydan"
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne ilişkin eleştirilerde bulunan İyi Partili Türkkan, "Sistem tıkandı. yönetim krizi var" dedi. Türkkan, "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yoksulluk ve fukaralıktan başka bir şey getirmedi. Kişi başına düşen borç miktarı 11 Bin 970 liradan 21 bin 800 liraya çıktı. Millete gelir sunamadıkları için bol bol para basarak kredi sundular. Borç batağına soktular" ifadelerini kullandı.
Türkkan'ın basın açıklaması şöyle:
Dış politika ve ekonomide yaşadığımız gelişmelerle Türkiye 2023’e seçimsiz gidemez. Türkiye, sürekli sorun yaratan ve ülkeye kayıp yaşatan AKP iktidarını daha fazla taşıyamaz. Türkiye, nefes alabilmek ve içinde bulunduğu şartlardan kurtulmak için 2021 yılı içerisinde bir erken seçime gidecektir.
Türk milleti biliyor ki, batan ekonominin sorumlusu dış güçler değil, tükettiğimiz her şey dolara endeksliyken, dolarla mı maaş alıyorsunuz diyen AK Parti yönetimidir. Doları 7 liranın altında tutmak için, yani ekonomide her şey yolunda demek için, sırf dolara makyaj yapmak için 120 milyar doları heba ettiler. Ülkenin kasası eksi rezervlere düştüğü için artık ipin ucunu kaçırdılar. Dolar dün 7,71’i gördü ve 8 lira eşiğine yaklaştı.Bunun sorumlusu dış güçler değil, paramızı pula çeviren AK Parti iktidarıdır.
Tüm uyarılarımıza rağmen Yunanistan tarafından adalarımızın işgaline sesini çıkarmayan ve şimdi Ege kıyılarına hapsedilmeye çalışılmamızın sebebi AK Parti Hükümeti’dir.
Kız çocuklarımızın, kadınlarımızın can güvenliği yoksa, kadına şiddet önlenemiyor, milletin canı ve namusu tehdit altındaysa, sorumlusu “sıkıyorsa bisikletinle işe gel” diyen AK Parti iktidarıdır. Çözüm yerine sorun üreten AK Parti iktidarı, 2023’e kadar ülkeyi yönetemeyeceğini biliyor.
Bir başka gerçeği de biliyorlar. Erken seçim bile gidişlerini engelleyemeyecek. O yüzden yangından mal kaçırır gibi Kamu İhale Kanunu’nun 21/b maddesini suistimal ederek yandaş kasalarına para aktarıyorlar.
Tarihe barbar diye geçen, Türk-İslam dünyasına büyük zararlar veren Moğol hükümdarı Cengiz Han bile Cengiz İnşaat kadar Anadolu’dan ganimet toplamadı. Zengine paramatik, Fakire zikirmatik. Bu sistemin adı ne biliyor musunuz? Abdestli kapitalizm. Türk milleti artık kanını emen, bu barbar yağma ve talan düzeninden kurtulmak istiyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tıkandı, yönetim krizi var. Getirdikleri bu ucube sistem Türk Milleti’nin yarınlarını çalıyor. 95 yılda yani 1923’ten 2018 yılına kadar toplam kamu borcu: 970 Milyar TL Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde toplam kamu borcu artışı ise sadece 2 yıl 3 aylık bir sürede 840 Milyar TL. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra kamu iç ve dış borç stoku 970 Milyar liradan 1 Trilyon 810 Milyar liraya çıktı. Kısaca kamunun borcunda TL olarak %87’lik bir artış oldu. Bütün otoriter, tek adam düzenlerinde halka fakirlikten başka bir şey düşmez.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yoksulluk ve fukaralıktan başka bir şey getirmedi. Kişi başına düşen borç miktarı 11 Bin 970 liradan 21 bin 800 liraya çıktı. Millete gelir sunamadıkları için bol bol para basarak kredi sundular. Borç batağına soktular.
Özellikle pandemi döneminde ucuz ev ve otomobil kredisiyle yalancı bir bahar yaratmaya çalıştılar. Krediler ucuz, vadeler uzundu. Bir yandan konut satışıyla yandaşlarını finanse ettiler, bir yandan da o inşaat şirketleri üzerinden olası bir erken seçimi finanse etmenin peşine düştüler.
Tüm bunların üstüne pandemi sürecinde beklenen 2. Dalgayı da düşündüğümüzde; şartlar çok daha kötüleşmeden, borçlar iyice ödenemez noktaya gelmeden 2021 yılı içerisinde erken seçime gidecekler. Başka şansları yok.
Bakın bir başka vahim durum: ABD Türkiye Büyükelçisi: Türkiye ilaç şirketlerine borcunu ödemiyor, şirketler satışı durdurabilir.
Bir ticaret konferansında internet üzerinden konuşan ABD Türkiye Büyükelçisi David Satterfield, Türkiye'deki şirketlerin ABD ve diğer ülkelerdeki şirketlere olan borçlarının bir yıl içinde 230 milyon dolardan 2,3 milyar dolara yükseldiğini açıklamış.
Şehir Hastanelerine yıllık 10,4 Milyar Lira kira ödemekten ilaç şirketlerine borcunu ödeyemez duruma düşen bir Türkiye yarattılar.
Son bir haftada dünyada neredeyse iki milyon COVID-19 vakası tanımlandı. Bu, salgının başından beri yaşanan en yüksek haftalık artış olarak bildirildi. Bizde de durum çok farklı değil.
12 Ağustos tarihinde yaptığım basın toplantısında okulların açılmasının Ekim ayına ertelenmesi gerektiğini söylemiş, kurulması gereken Eğitim Bilim Kurulu’nun da görüşü alınarak, okulların açılması salgınla ilgili gelişmeler izlenerek, gerekirse yine ertelenmeli hatta hiç açılmamalı demiştim. Ne yazık ki sözlerimizde yanılmadığımızı, yaşadığımız bazı örneklerle gördük.
Yüz yüze eğitimin başlamasıyla birlikte hemen tahmin ettiğimiz, ama istemediğimiz olaylar da yaşanmaya başladı. Seçim bölgem Kocaeli’nin merkez ilçesi İzmit’te bulunan bir ana okulunda bir öğretmenin testi pozitif çıktı. Ve öğrenciler apar topar evlerine gönderildi.
Corona virüsü pandemisi sebebiyle 2020-2021 eğitim öğretim dönemi 31 Ağustos’ta uzaktan telafi eğitimiyle başlamıştı. Ve 21 Eylül’de milyonlarca öğrenci ders başı yapacakken Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemi çöktü. Öğretmen ve öğrencilerin giremediği sistem “çok kalabalık” uyarısı verdi. Öğretmenlerin de sisteme girememesi sebebiyle eğitim durdu. Bu konuda Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk bir açıklama yaptı.
Ne dedi Sayın Bakan: "Bu aslında olumlu bir haber". Sayın Bakan’ın söylediği gerekçe daha da komik: “Talepte sıçrama oluştu” dedi Sayın Selçuk. Oysa ki EBA Yeni Yayın Dönemi Tanıtımı'nda konuşan Bakan, yeni döneme hazırız mesajı vermişti. Selçuk 'Dünyanın en iyi dijital eğitim altyapısını kuruyoruz. Çok iddialı olarak söylüyorum. Uzaktan eğitimde dünyadaki 3-5 ülkeden bir tanesi Türkiye. Bu hizmetin genişleyerek yüz yüze eğitime geçildiğinde de sürekli biçimde devam edeceğinin müjdesini vermek isterim' demişti. Ama EBA sistemi çöktü.
Bilgisayarı yok çocuğun, memlekette bilgisayarı olmayan çocuklara bilgisayar temin etme işi Acun’a düştü. Vergiyi devlete verişoruz Laptopu Acun’dan bekliyoruz. Bizim alt yapımız buna müsait değil, yattılar beton ekonomisine gömüldüler böyle bir alt yapı yapmadılar. İşleri ciddiye almadılar, gerçeği görmelidir.
Batı 100 yıl önce de Türk milletine karşı Yunanistan’ı piyon olarak kullanmıştı. 100 yıl sonra yine Yunanistan’ı emperyalist planlarını gerçekleştirmek için piyon olarak kullanıyor.
Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki ulusal hakları, müzakere edilemez konulardır. Çünkü bizi oturttukları müzakere masasında tek şartları Türkiye’nn kendi haklarından taviz vermesidir.
Güneyimizde bir terör devleti kurulmasına gayret gösteren, teröristlerle aynı masaya oturan Fransa ve Amerika, şimdi ise bizi Batı’da çember içine almak, Ege’ye ayağımızı bile sokmamızı istememektedir.Yıllarca bölgede gaflet uykusuna yatan Ak Parti iktidarı, yıllarca Türkiye’nin kırmızı çizgilerini aşındırmış, Lozan’a burun kıvırmış, geldiğimiz noktada Lozan’ın gücüne sarılmak zorunda kalmıştır.Büyük resme baktığımızda Lozan’ı tanıma konusunda ayak direten Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan ile birlikte zamanlaması manidar bir tatbikat gerçekleştirdi.
Batı Trakya’da sınırımızın dibinde namlularını soydaşlarımıza ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına çevirme hadsizliğini gösterdi. Onlara bu cüreti; Ege’de kendi adalarımızın işgaline seyirci kalan Ak Parti iktidarları verdi.
Ege’deki sorunun öncelikle diplomasi yoluyla çözülüp, masada kazanılması hedeflenmelidir. İktidar bunun için Almanya’nın arabuluculuğuna güveniyor. Almanya’nın yaptığı tek şey ise Yunanistan’a vakit kazandırmak. Çünkü Akdeniz’de kurulmak istenen enerji koridorunda Almanya ve Yunanistan’ın çıkarları ortaktır.
Türk milleti en imkansız zamanlarda bile kendi geleceğine kendisi karar veren bir millettir. Ak Parti’nin Ege ve Akdeniz’deki gelişmeleri iç siyasete malzeme etmesi artık büyük bir milli güvenlik meselesi haline geldi.
Sürekli geri adım ve taviz içeren Ak Parti’nin dış politikasında gelinen noktada Türkiye’den Ege Ordu Komutanlığını lağvetmesi talep edildi. Bu şuursuz talebin bir sonraki adımı bellidir. Ege Ordu Komutanlığı 190 bin personeliyle, Nato’ya bağlı olmayan, Türkiye’nin Batı’ya karşı bir güvenlik duvarıdır.
Bu güvenlik duvarı Türkiye’nin namusu ve güvencesidir. Bu konuda asla taviz verilemez, böyle bir teklif dahi yapılamaz. Edirne’nin karşısında yaşananlar ve bağımsız ordu gücümüzün lağvedilmesinin istenmesi asla sessiz kalınacak birer durum değildir. Bu yüzden iktidar yaptığı bir yanlışın, verdiği en küçük tavizin hesabını tarih önünde veremez.
İktidar sürekli tarihte tahrifat yapacağına, dirayetli bir duruş sergileyerek gelecek kuşaklar tarafından iyi anılacağı adımlar atmalıdır. Akdeniz’de yaşanan gelişmelere karşı göstereceği tavır Ak Parti’nin tarihe nasıl geçeceğine, torunlarımız tarafından nasıl anılacağını gösterecektir.
6 Ülke Doğu Akdeniz’De Türkiye’Siz gaz Forumu Kurdu
Salı günü Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İtalya ve Ürdün arasında bir doğalgaz anlaşması imzalandı. Doğu Akdeniz'den doğal gaz ihracatını teşvik etmek isteyen altı ülkenin oluşturduğu bu oluşum artık resmi bir statü kazandı. Bu oluşumun içerisinde gözyaşları döktüğünüz Filistin de var. İsrail Enerji Bakanı, yaptığı yazılı açıklamada Filistin Yönetimi'nin de Forum'un bir parçası olduğunu söyledi.
AK Parti artık bölgede İhvancı politikalarının çöktüğünü görmeli, Batı Trakya’dan Suriye’ye kadar olan alanda Türk Milleti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarından zerre ödün vermeden kararlılığını göstermelidir.
Rıza Zarraf var gündemde, İran ve Türkiye arasında 20 milyar dolarlık bir para ticaretine aracılık etmiştir. Bu para ticaretinde 800 milyon dolar Türkiye’de rüşvet olarak dağıtılmış diyor, Amerikan hazinesine bağlı mali suçları araştırma belgelerinde. Bu 800 milyon doların nerelere dağıtıldığının araştırılması gerekirken ilk yapılan şey yayın yasağı oldu. Yayın yasağı nedir biliyor musunuz? Yayın yasağı millet bunlar ne haltlar yemişler öğrenmesinler diye üstünün örtülmesi demektir. Genellikle yayın yasağı gelen konularda hep akçeli meseleler vardır. Akçeli işlerde ilk yapılan iş konuya açıklık getirmek yerine yayın yasağı getiriliyor. Bu 800 milyon nerelere gitti kimler tarafından paylaşıldı mutlaka Türk milleti tarafından bilinmesi gerekir. Sizler de bunun hesabını vereceksiniz. Bunun hesabını sormak bize namus borcu olsun.
Anayasa Mahkemesi Başkanı ile İçişleri Bakanı arasında bir tuluat sergileniyor. Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı beğenmeyen İçişleri Bakanı, sen eğer çok güveniyorsan al bisiklete bin işine öyle git dedi. Bu Sayın İçişleri Bakanının bu ülkenin güvenilir bir ülke olmadığının itirafıdır. Sayın İçişleri Bakanı bu ülkenin bisikletle işem gidemeyen vatandaşı varsa bunun sorumlusu sensin. Sen bu ülkede güvenliği sağlayamadığına dair itirafta bulunmuşsun. Bugün bir başka söz daha söyledi İçişleri Bakanı, kendisinin Polis Akademisi Başkanlığı döneminde akademiye başlattığı polislerin yüzde 41’inin işlerine son verdim fetö üyeliği sebebi ile. Yani diyor ki, sen fetöcüleri polis akademisine yerleştirdi, yani diyor ki, sen fetöcüsün. İçişleri Bakanı Anayasa Mahkemesi başkanını fetöcülükle suçluyor. Bunun çözümü Sayın Cumhurbaşkanı tarafından mutlaka bulunmalıdır. Bu ülke kolay harcanacak bir ülke değildir, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın İçişleri Bakanı tarafından fetöcülükle suçlandığı bir dönemde Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar şaibe ile karşılanır. Bu durumun biran önce çözülmesi gerekir. Bu durum Sayın Süleyman Soylu, hükümetle alakalı umudunu kesmiş kurumlara ve kişilere karşı olan savaşını genişletmiş yüksek perdeden savaşmaya devam ediyor diye anlaşılıyor, böyle değilse açıklama bekliyoruz.
Lütfü Türkkan açıklamasının ardından gazetecilerin soruların cevaplandırdı:
Bir milat tartışması var Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın Polis Akademisi Başkanlığı yaptığı dönem Hükümetin her zaman fetö ile mücadele sürecinden önceye denk geliyor. Bu miladın esnetilmesi durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Milet meselesi çok karışık bir mesele, bu 17-27 Aralık ile başladı aslında niye? O güne kadar çok güzel ortaklıklarını devam ettiren şimdi fetö terör örgütü dedikleri, o zaman cemaat hizmet hareketi dedikleri, o konuda ne zaman ki kendilerine dair bir mızrak saplandı dediler ki bir dakika; bu bir paralel devlet. Bu paralel devletin Türkiye’ye zararları olmuştur irdelenmesi lazım. O zaman paralel devlet diyorlardı 15 Temmuz’dan sonra terör örgütü dediler. PKK bir terör örgütüdür, kurulduğu günde terör örgütüydü bugün de terör örgütüdür. PKK terör örgütü ile işbirliği yapan kim varsa onların hepsi teröristtir, bugünde teröristtir. Yani sadece kendi menfaatlerine dokunduğu andan sonra milat kabul ediyorlarsa bu miladı tarih önünde kimse kabul etmeyecektir. Millet vicdanı kabul etmeyecektir. Dolayısıyla daha çok tartışılacaktır.
Sayın Soylu Polislerle ilgili olarak kiralar çok pahalı olduğu için Polisler İstanbul’a tayin istemiyor gibi bir değerlendirmesi var bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Sayın Soylu’ya teşekkür ediyorum muhalefetin sözcüsü gibi bizim söylememiz gerekenleri söyleyerek yardımcı oluyor. İstanbul’da bırakın polisi memur da yaşayamıyor, belediyedeki memur da yaşayamıyor. Sayın Soylu doğru yere işaret etmiş hayat pahalılığı büyük şehirlerde daha çok kendini gösteriyor, Sayın Soylu’nun dediğine katılıyorum.
Genel İdare Kurulu seçimlerine ilişkin tartışmalar devam ediyor, bazı isimlerin üzerinin çizildiği söyleniyor, yorumunuz nedir?
Kongreler seçim demek, herkes seçilmek istiyor. Burada bir yarış olacaktır, bu yarışlar da demokrasinin gereğidir, hiç Adalet ve Kalkınma Partisi’nde böyle bir yarış duydunuz mu? Öyle bir şey yok, yukarıdan geliyor şunları seçin diyor bitti. Demokrasinin olduğu yerlerde yarış vardır seçilenler vardır seçilemeyenler vardır. Seçilemeyen arkadaşların üzüntülerini anlıyorum, üzüntülerine ortak oluyorum. Seçim kaybetmek zor iştir ben akşam seçim kazanıp sabah kaybettiğiyle uyanan birisiyim. Kaybetmek tabii ki rahatsız eder bizim de duygularımız var ama hiç kimsenin duygusal tepkileri partimize ve davamıza olan duygumuzun önüne geçmeyecektir.
Koronavirüs vakaları ile ilgili veri güvenliği tartışması var. 29 Temmuz’dan beri testi pozitif çıkan kişilerin sayısını bilmiyoruz sadece hastane ortamında tedavi gören vatandaşların verilerini görüyoruz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toplumun moralini yüksek tutmak için bu tür açıklamalar olumlu olabilir ama bir başka açıdan toplum durumun farkına varmadığı zaman alınan önlemlerde imtina ediyor. Düğünler devam ediyor, sosyal yaşam devam ediyor. Henüz aşı bulunmamışken bu şekilde davranmak topluma zarar verir. Bunların bir kısmını yayınlamak istemeyebilirsiniz ama bu bir yere hizmet ederken pandemide daha da fazla yayılmaya sebep oluyor.