İyi Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deprem bölgesinde söylediği sözleri eleştirerek, “Ben burada dile getirmekten bile hicap duyuyorum. Dün akşam televizyonda izledim, Sayın Cumhurbaşkanının kendisini eleştirenlere karşı yönelttiği üsluptan utandım. Ne demek yani; ‘adiler, alçaklar, şerefsizler’ bunlar böyle bir ortamda milletimizin yüreği yaralıyken bir Cumhurbaşkanı tarafından nasıl sarf edilebiliyor. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Kasımpaşa’da bitirimhane işletmediği devlet yönettiği hususunda uyarıyorum ve üslubunu gözden geçirmesini tavsiye ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetiyor, Kasımpaşa’da bitirimhane işletmiyor, kendisine buradan hatırlatıyorum. Ağzından çıkana dikkat etmesini de bir kere daha tavsiye ediyorum” dedi.
İyi Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, TBMM bugün düzenlediği basın toplantısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deprem bölgesi ziyaretinde yaptığı açıklamalarda kullandığı sözlere tepki gösterirken, RTÜK’ün basın kuruluşlarına verdiği cezalar, genel seçim tarihiyle ilgili tartışmalar ve CHP’yle ilişiği kesilen eski bakanlardan Yaşar Okuyan ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Dervişoğlu, şunları söyledi:
“Çok geniş bir coğrafyada vuku buldu deprem, 110 bin kilometre kareyi ve 10 ili kapsadı. Bunun doğal sonuçları da olacaktır. Deprem bir doğa olayıdır aslında, depremin afete dönüşmesinin nedeni insandan ve yanlış uygulamalardan kaynaklanır. Deprem olunca elbette ki yıkımlar, hasarlar olur ama bu kadar çok ölümünün mutlak suretle tartışması icap edilen yanları da bulunmalıdır. Yaşadığımız coğrafyanın riskleri sır değildir. Bu ülkenin hem jeopolitiği hem de jeolojik yapısı kendi içinde riskler barındırır. Bir sırla karşı karşıya değiliz. Bilinen ve muhtemel olan bir şey yaşadık; buradan çıkaracağımız sonuç bu zamana kadar yaşadıklarımızdan herhangi bir ders çıkarmamış olduğu gerçeğidir.
Afet yönetimi, enkaz kaldırma ve kurtarma çalışmalarından ibaret değildir, bir bütünlük arz eder. Başlangıçta riskleri belirleyeceksiniz, gerekli stratejik planlamayı yapacaksınız, müdahale imkan ve kabiliyetini yaşama geçireceksiniz, ulaşım ve haberleşme ağlarını düzenleyeceksiniz, beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacaksınız ve deprem sonrasındaki iyileştirme çalışmalarını da planlayacaksınız. Her şey bilinmesine rağmen yaşanan bir takım koordinasyonsuzluk ve organizasyon bozuklukluları elbette sorumlu aramamıza dayanak teşkil ediyor. Yaşadığımız olaylarda karşı karşıya kaldığımız organizasyonsuzluğun ve koordinasyonsuzluğun sorumlusu bugünkü iktidarın yönetim anlayışıdır.
Bu ihmal niye? Madem her şey öngörüldü, hesaplandı, planlandı öyleyse ‘bu ihmal niyedir’ diye sormak durumundayız. Böyle bir ihmali sorgulamak afette siyaset yapmak anlamı içermez. Binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüz binlercesi yerinden yurdundan olmuş, on binlerce bina yıkılmış ve oturulamaz hale gelmiş. Böyle bir durumda hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzünün boyası dökülmesin diye susacak değiliz. Türk milleti yaşanan bu büyük felaketten sonra siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, yardım kuruluşları ve bireysel gayretlerle seferber olmuş, yerel yönetimler yaraların sarılması için teyakkuza geçmiş, devleti enkazdan çıkarabilmek için el birliğiyle, iş birliğiyle ve gönül birliğiyle hareket etme refleksi sergilemiştir.
Böyle bir ortamda bile devleti yönetmekle memur tayin edinenler ama maalesef ki kendini devlet yerine koyanlar aziz milletimizin yadırgadığı üslubun mümessili olmaktan da geri durmamışlardır. Böyle bir ortamda; siyaset yapılmaz, siyasi fayda ve rant peşinde koşulmaz, bu afetten ortaya çıkmış sonuçlara bağlı olarak da bunlardan algı yönetmek ve algı oluşturmak noktasında pek tabiidir ki istifade edilmez ama bunu yapanlar hepimiz biliyoruz ki iktidar sahipleridir. Kullanılan dil bile değişmemiştir hala o zehirli dili kullanmaya en baştan en alt kademedeki insanlara kadar devam etmektedir.
Ben burada dile getirmekten bile hicap duyuyorum. Dün akşam televizyonda izledim, Sayın Cumhurbaşkanının kendisini eleştirenlere karşı yönelttiği üsluptan utandım. Ne demek yani; ‘adiler, alçaklar, şerefsizler’ bunlar böyle bir ortamda milletimizin yüreği yaralıyken bir Cumhurbaşkanı tarafından nasıl sarf edilebiliyor. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Kasımpaşa’da bitirimhane işletmediği, devlet yönettiği hususunda uyarıyorum ve üslubunu gözden geçirmesini tavsiye ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetiyor, Kasımpaşa’da bitirimhane işletmiyor, kendisine buradan hatırlatıyorum. Ağzından çıkana dikkat etmesini de bir kere daha tavsiye ediyorum.
Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener, tüm bölgeyi dolaştı ve geçmişte edindiği tecrübeler ışığında yaşanması muhtemel tehlikelere de deprem bölgesinde yaptığı açıklamalarla işaret etti. Hükümet tabii her zaman olduğu gibi çağrılarımıza da pek fazla kulak verme ihtiyacı hissetmiyor. Çünkü iş başında bulunan zevat devleti yönetmekle memur tayin edildiğine inanmamış kendisini bizatihi devletin yerine koyma olumsuzluğundan mustarip bir bakış açısı sergiliyor.
TBMM bir deprem raporu hazırlamıştı o raporun içinde hem bir durum tespiti hem de yapılması icap edilen iş ve işlemler vardı, rapor sıradan bir rapor değildi. Aslında birtakım icapları da gündeme getirmişti o icaplar da yerine getirilemedi. Şimdi yine TBMM’de bütün siyasi partilerin önergelerini birleştirerek ortak bir komisyon kurulacak ve meseleyi yeniden tartışacağız. Mesele tartışma boyutunda kalmamalı yapılması icap edenler zaman geçmeden yapılmalı ve harekete geçmeliyiz.
Bilim adamları uyarıyor, Türkiye’nin önemli bir deprem bölgesi olduğunu ve muhtemel İstanbul ve İzmir depreminin acı sonuçlarını beraberinde getireceğini ifade ediyorlar. Ben de yürekten katılıyorum, kaybedecek fazla zamanımız olmadığı bir kere daha tekrarlıyorum. Bu vilayetlerimizde özellikle İstanbul ve İzmir’de yapı stoku ziyadesiyle sorunlu, kullanıma elverişli olmayan bina sayısı ziyadesiyle fazla, dolayısıyla bu tespitlerin can kaybetmeden yapılması lazım. Tartışmasız olarak artık ihtiyaç haline gelen Afet Bakanlığı’nın kurulması zaruret olarak karşımızda bulunuyor.
Hükümetin önemli işleri var; RTÜK üzerinden kuruluşlarımıza ceza yağdırmak… Bugünlerde onlar onu önemsiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle Türk basınına; ‘basın milletin müşterek sesidir kısıtlanamaz, o ses asla kesilemez’ diyerek bakıyoruz. Bu ağır şartlarda bile bu işlerle uğraşan çevreleri ve hükümeti onları talimatlandıranları da kınadığımızı ifade etmek istiyorum.”
Dervişoğlu, seçimlerin ertelenmesine ilişkin sorulan soruya; “Seçimin zamanında yapılması, erken yapılması ya da ertelenmesi hususunda anayasamızda ifadesini bulan hükümler var. Bütün bunların olağanüstü halden kaynaklı Yüksek Seçim Kurulu’nun bir tasarrufu haline dönüştürülmesine seyirci kalmayacağımızı Türk milletinin bilmesini istiyorum. Erkene mi alırlar, zamanında mı olur, erteleme girişiminde mi bulunurlar, bunlar düşünceden eyleme geçmeye başladığında İyi Parti olarak takınacağımız tavrı aziz milletimiz görecektir” yanıtını verdi.
Dervişoğlu, CHP ile ilişiği kesilen Yaşar Okuyan ile ilgili soru üzerini de şunları söyledi:
“Gördüğüm kadarıyla Okuyan, olgun bir deneyimli siyasetçi olmakla spekülatörlük yapan gazetecilik arasında gidip geliyor. Bu yönüyle kendisi herhangi bir karar vermemiş ne olacağına dair. Gazete küpürlerini filan kesiyor. Bizim yaş kuşağının alışkanlığıdır o küpürleri keser kağıda yapıştırırdık. Onlardan dosya tanzim edip hukuku olan kişilere götürüyor. Televizyonda da bu dosyada ne olduğu sorulduğunda verdiği cevap çok manidar ve insanın tebessüm etmesine vesile oluyor. ‘Dosyada bir şey yok kardeşim küpür var’ diyor. Ama meseleyi kamuoyu gündemine getirirken, elinde sanki çok vahim belgeler meseleler varmış gibi takdim ediyor. Ben buna bir türlü yapmayı çok arzuladığı bir türlü yapamadığı gazetecilik refleksi olarak bakıyorum. Sakın üzülmesin durum tespiti yapıyorum. Sayın Okuyan siyaset yolculuğuna çıkmasından itibaren sekiz ayrı partide görev yapmış. Dolayısıyla kendisinin bazı alanlarda ne büyük gelgitler yaşadığının delili olarak da bu durum karşımızda duruyor. Bence ben ona bütün bu yaptıklarından ve ötürü özür dilemesi halinde geçmişin hatırasına saygı göstermeye sevgi beslemeye devam edeceğim. Açıkça ifade ediyorum, bir tercihte bulunsun ya spekülatör bir gazeteci olsun ya da tecrübeli bir siyasetçi tavrıyla, akil bir adam sıfatıyla çevresindekilerle olan ilişkilerini tanzim etsin.”
(ANKA)