İyi Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) şehirlerarası yollarda gösteri yürüyüşünü yasaklayan kanunu iptal etmesine tepki göstererek, "Anayasa Mahkemesi Başkanı'na söylüyorum kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım sen var mısın?" sözlerini üslup açısından eleştirdi. Özdağ, "İçişleri Bakanı'nın üslubu bir yüksek yargı organına karşı ağır bir üslup. Kabul edilebilir değildir" dedi.
Özdağ Anayasa Mahkemesi'ni de, "Ben de Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa Mahkemesi gibi davranmadığını düşünüyorum hatta evlerinde otursalar daha iyi olur, biz de Anayasa Mahkememiz var demeyiz" sözleriyle eleştirdi.
Beklenen İstanbul depreminin yıkım gücünün 5 atom bombası ile kıyaslandığını belirterek konunun ehemmiyetine dikkat çeken Özdağ, “İstanbul Depremi Türkiye’de siyasal birliği tehdit edecek ölçüde büyük bir milli güvenlik tehdididir” ifadelerini kullandı.
Özdağ, açıklamasında beklenen depremin gerçekleşmesi halinde İstanbul’da meydana getireceği kayıplara da değinerek, İstanbul'un tahmin edilenden de öte yıkıcı bir etki altına gireceğinin altını çizerek “Yanlış, eksik politikalar ve ihmaller dışında beklenen İstanbul depremin etkisini ve yıkıcılığını artıracak olan hususlar kentin yapı stoğunun depreme dayanıklı olmayan niteliği, İstanbul’un denize kıyısı olması, deniz dolgu alanları başlıkları altında toplanabilir. Keza ulaşım yapılarının, barajların, tarihi eserlerin depremde vereceği tepki bilinmemektedir. Okul, hastane, yurt gibi yapıların mevcut durumlarındaki belirsizlikler, kentsel dönüşüm projelerindeki belirsizlikler, su taşkınlarında bile yetersizliği açığa çıkan altyapı sorunları, dere yataklarını bile yerleşime açan imar uygulamaları ve deprem bilincinin yeterince yaratılmaması, İstanbul'un tahmin edilenden de öte yıkıcı bir etki altına gireceğini göstermektedir” dedi.
Özdağ’ın açıklaması şöyle:
“İstanbul; maalesef büyük, çok büyük bir deprem yaşayacaktır. Bu depremin yıkım gücü bir bilim adamı tarafından 5 atom bombası ile kıyaslanmıştır. İstanbul Depremi Türkiye’de siyasal birliği tehdit edecek ölçüde büyük bir milli güvenlik tehdididir. Bahsedilen İstanbul nüfusunun büyük bir kısmı 1. Derece, önemli bir kısmı da 2. Derece deprem bölgesinde yaşamaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı geçen hafta İstanbul’un ilçe ilçe Olası Deprem Kayıp Tahminleri Kitapçığını yayınladı. Bu çalışma İstanbul’un karşı karşıya olduğu tehlikenin büyüklüğünü bir kez daha ortaya koymuştur. Bu araştırmaya göre İstanbul’da depremde en fazla “bina yıkılması” Esenyurt, Sultanbeyli, Avcılar ve Zeytinburnu ilçelerinde gerçekleşecektir. Esenyurt’ta 67.410, Sultanbeyli’de 45 bin, Avcılar’da 35 bin, Zeytinburnu’nda 31 bin hane için geçici barınma ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Pendik’te 28 bin, Beylikdüzü’nde 27 bin, Maltepe’de 20 bin, Kadıköy’de 17 bin, Ümraniye’de 16 bin, Gaziosmanpaşa’da 14 bin, Başakşehir’de 13 bin 500, Sultangazi’de 10 bin, Sarıyer’de 6 bin 600 haneye ihtiyaç olacaktır. Bir binada 20 hane olduğunu varsayarsak, her ilçede kaç binanın ya yıkılacağını, ya da oturulamaz hale geleceğini tahmin edebiliriz.
1980’lerden itibaren izlenen ulusal liberalizasyon politikalarının genel etkilerine bağlı olarak devletin yatırımları sürükleyici önder rolünü terk etmesi, sermayenin kontrol ve yönetim merkezi olan İstanbul’un ağırlığını arttırmış, diğer bölgeler ve kentler gelişmelerinde daha çok İstanbul’a bağımlı hale gelmiştir.
Türkiye nüfusunun %18,7’si İstanbul’dadır. Türkiye imalat sanayinin merkezi İstanbul’dadır. Türkiye Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payına göre yapılan sıralamada İstanbul %21.3 ile ilk sırada yer almaktadır. Üniversitelerimizin %29,61’i İstanbul’dadır. Tersanelerin yarısına yakını İstanbul’dadır. Sanayide çalışan her dört kişiden biri İstanbul’da istihdam edilmektedir. İstanbul’da çalışanların ise 3’te 1’i sanayi sektöründedir. Kayıtlı işgücü açısından gıda sektöründe en çok istihdamın %14,6 ile İstanbul’da olduğu görülmektedir. 2019 yılı itibarı ile Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 760 milyar Dolardır ve bunun yüzde 40’ı İstanbul’da üretilmiştir. İstanbul’da büyük bir deprem olduğu zaman ortaya çıkacak sadece insani bir felaket değil, gerçek anlamda ekonomik bir yıkım olacaktır. Bir kıyas yapabilmek beklenen İstanbul depreminden çok daha küçük olan Gölcük depreminin Türk ekonomisine maliyeti GSYİH 240 milyar Dolar iken 17 milyar Dolar olmuştur. Beklenen deprem için şimdiden olağanüstü durum ilan edilerek gereken önlemler alınmaz ise depremin maliyeti 200 ile 300 milyar Dolar arasında olacaktır.
Yanlış, eksik politikalar ve ihmaller dışında beklenen İstanbul depremin etkisini ve yıkıcılığını artıracak olan hususlar kentin yapı stoğunun depreme dayanıklı olmayan niteliği, İstanbul’un denize kıyısı olması, deniz dolgu alanları başlıkları altında toplanabilir. Keza ulaşım yapılarının, barajların, tarihi eserlerin depremde vereceği tepki bilinmemektedir. Okul, hastane, yurt gibi yapıların mevcut durumlarındaki belirsizlikler, kentsel dönüşüm projelerindeki belirsizlikler, su taşkınlarında bile yetersizliği açığa çıkan altyapı sorunları, dere yataklarını bile yerleşime açan imar uygulamaları ve deprem bilincinin yeterince yaratılmaması, İstanbul'un Tahmin Edilenden De Öte Yıkıcı Bir Etki Altına Gireceğini Göstermektedir.
Hükûmetin gündeminin ilk maddesini, İstanbul depreminin sonuçlarını hafifletici önlemlerin acilen ve radikal karar ve uygulamalar ile alınması oluşturmalıdır. Söz konusu olan on milyonlarca insanımızın yaşamıdır. Bu konuda gereken önlemlerin hızla alınmasının ihmal edilmesi, savsaklanması, ertelenmesinin sonuçları Türk Milletine karşı işlenmiş bir cinayet boyutu kazanabilir.
17 Ağustos 1999’da gerçekleşen Marmara Depremi 14 milyon 500 bin insanın yaşadığı 10 ili etkilemişti. Marmara Depreminde 18 bin 373 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 48 bin 901 vatandaşımız ise yaralanmıştır. 96 bin 796 konut ve 19 bin 939 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir. Marmara Depreminin merkez üssü Gölcük, İstanbul’a 110 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen İstanbul'da 981 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 3 bin 011 konut ve 444 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir. 29 bin 170 konut ile 4 bin 474 işyeri orta ve az derecede hasar görmüştür. İstanbul'da toplam 812 enkaz kaldırılmıştır. Elektrik ve telefon hatlarının çökmesi sonucunda ilk 48 saat büyük ölçüde elektriksiz ve haberleşmesiz geçmiş, yıkımın hemen ardından depremzedeleri enkazdan canlı kurtarmanın "altın saatleri" olan süreden çok fazla yararlanılamamıştı.
İBB Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından 2018 yılında gerçekleştirilen "Deprem ve Hasar Tespit Çalışması"na göre, İstanbul'da olası gerçekleşecek 7,5 büyüklüğündeki depremde depreme dayanıksız olduğu tespit edilen 48 bin bina öncelikli tehdit altındadır. Bu 48 bin binanın bir bölümünün güçlendirilmesi. büyük bir bölümünün ise yıkılması gerekmektedir.
AFAD'ın "İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi" kapsamında hazırladığı rapora göre, İstanbul'da hasar tespiti yapılabilmiş binaların 1/3'ü yüksek risk altındadır. AFAD'ın bu ifadesine göre, İBB'nin güçlendirilmesi ya da yıkılıp yenilenmesi öngörülen 48 bin yapının 16 bininin acil yıkılması çağrısı yapılmaktadır. Her bir binada en az 10 kişinin yaşadığını kabul edersek, 160 bin İstanbullunun depremin ilk anında yıkılması beklenen binalarda yaşadığını kabul etmek zorundayız. Bu kabul edilebilir bir sayı değildir. Depremde hayatını kaybedecek insan sayısı olarak 75 bin-100 bin projeksiyonları yapılmaktadır. Bu rakamlar eğer hızla radikal önlemler alınmazsa, korkunç bir insani felaketin yaklaşmakta olduğunu göstermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2020’de yapılan araştırma İstanbul’da ilçe ilçe ve mahalle mahalle kaç binanın “çok ağır hasarlı” olacağını yani yıkılacağını, kaç binanın “ağır hasarlı” olacağını yani artçı depremde yıkılma ihtimalinin çok yüksek olduğunu, kaç binanın orta hasarlı ve kaç binanın hafif hasarlı olduğunu tespit etmiştir. Diğer bir ifade ile hangi binaların yıkılacağı bilinmektedir.
İstanbul Depremi sadece Türkiye’ye büyük insani ve ekonomik bir felakete mal olmayacak, deprem sonrasında ülkemiz büyük siyasi hatta jeopolitik tavizler vermeye zorlanacaktır. Unutmayalım 1999 depremi 2001 ekonomik krizinin tetikleyicisi olmuştur. Ve 2001 krizini aşmak için IMF tarafından Türkiye’ye yollanan Kemal Derviş ülkemizin önüne bir dizi siyasal talep koymuştur. Kabul edilen taleplere göre.
Kamu ihalelerinde yabancılara konulan sınırlamalar kaldırılmıştır.
Tahkim yasası kabul edilmiş, yabancı şirketler ile Türk devleti arasındaki uyuşmazlıklarda uluslararası yargı yetkisi kabul edilmiştir.
GSM firmalarının yabancı şirketlere satışının önü açılmıştır.
Şeker pancarında taban fiyatı kaldırılmış, şeker ithalatının önü açılmış, yabancı şirketlere Türk piyasası adeta sunulmuştur.
Tütün yasası ile TEKEL etkisizleştirilirken yabancı tütün şirketlerinin önü açılmış, tütün üretime kota konularak Türk çiftçisi ezilmiştir. Tütün piyasası yüzde 95 yabancı şirketlerin eline geçmiştir. Tuz yasası ile tuz işletmelerinde devlet tekeli kaldırılmış, sektör yabancı şirketlere açılmıştır.
Kentsel alanları sermaye gruplarına peşkeş çekenlerin, su havzalarını, yeşili yok edenlerin, İstanbul'un kalbine hançer gibi gökdelen dikenlerin, bilimi ve meslek disiplinlerini önemsizleştirerek kaderciliği yönetim biçimi haline getiren zihniyetin hiç olmazsa bundan sonra tarih, millet ve Allah önünde sorumluluğunun gereğini yapıp, en ağır deprem senaryosunun en yakın tarihte gerçekleşeceğini varsayarak İstanbul’u büyük bir hızla depreme hazırlamaları gerekmektedir.
Bu çerçevede öncelikle yıkılarak enkaz haline geleceği veya ağır hasar göreceği öngörülen binalardaki aileler kesin bir kararlılık ile tahliye edilmeli ve devlet tarafından gösterilecek mekanlara kiraları bir yıl devlet tarafından ödenecek şekilde yerleştirilmelidir.
İstanbul’da ekonomik krizin de etkisiyle satılamayan binalar/dairelerin toplu şekilde devlet tarafından kiralanması bir çözüm olabilir. Tahliye edilen binaların hızla yıkılması veya güçlendirilmesi süreci başlamalıdır.
İstanbul’un riskli-güvensiz yapıları yıkılıp yapılmadan, İstanbul bu hali ile olası bir deprem yaşarsa, deprem sonrasında hükümetin yapabileceği şey çok azdır! Acil yıkılması gereken 16 bin binayı, bina sakinlerini kiralık konutlara tahliye etmek suretiyle yıkıp yapmazsak, bu yapılar olası depremde yıkılacak; hem can hem de mal kaybı olacaktır. Ayrıca da yıkılan bu yapıların yerine devletimiz kalıcı konut yapmak zorunda olacaktır.
Deprem anında yardım ulaşmasını engelleyecek kadar dar olan sokakların kamulaştırma ile yıkılarak itfaiye, ambulans ve askeri araçların geçeceği şekilde genişletilmesi süreci derhal başlatılmalıdır. TSK, jandarma ve polisin deprem sonrasında yapılacak müdahale ve kurtarmalar için eğitim süreci vakit geçirmeden başlatılmalıdır. Ancak İstanbul’da meydana gelebilecek deprem, Allah korusun beklenen büyüklükte olursa TSK, jandarma ve polisin sayısı kurtarmalar için yetmeyecektir. Bu sebeple bir an önce deprem sonrasında bilinçli müdahaleler yapabilecek insan kaynakları şimdiden oluşturulmalıdır.
İlkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarında deprem anı ve sonrasında yapılması gerekenler ile ilgili eğitim verilmelidir. İstanbul’da devlet kurumları, özel sektör ve okullarda deprem tatbikatları yapılmalıdır. Deprem sonrasında halkın ilk sığınmayı gerçekleştireceği alanların çevresinde şimdiden gereken altyapı çalışmaları yapılmalı, malzeme tedariki gerçekleştirilmelidir.
Deprem sonrasında İstanbul’da olası yağma girişimlerine karşı şimdiden kapsamlı önlemlerin alınmasına başlanmalıdır. Televizyonlarda yayınlanacak kamu spotları ile deprem anında ve sonrasında alınması gereken önlemler ile ilgili İstanbul başta olmak üzere kamuoyu bilgilendirilmelidir. Sonuç olarak artık İstanbul’u depreme hazırlayarak canları kurtarmanın vakti gelmiş ve maalesef geçmektedir. “Özdağ, konuşmasının ardından basın mensuplarının sorularını cevaplandırdı.
Doğu Akdeniz konusunda Yunanistan sürekli ön şartlar koşuyor bizim bu konudaki politikamızı nasıl değerlendireceksiniz?
Mevcut politika doğru bir diplomasi çizgisi izlemiyor. Hükümet yüksek tonda konuşmasına rağmen fiiliyatta geri adımlar atmaya başladı. Libya’da Türk hava savunma sistemlerinin konuçlu olduğu hava alanı saldırıya uğradı bunun cevabını vermedik. Suriye’nin kuzeyinde PKK PYD’nin işgal ettiği bölgede Amerikan petrol şirketleri terör örgütüne kaynak oluşturacak şekilde adımlar attılar Dışişleri Bakanlığından buna cevap gelmedi. Fransa ve Yunanistan Türkiye’nin NAVTEKS ilan ettiği bölgede tatbikat yatı. Erdoğan korsanlık yaptırmayız dedi ama korsanlık yapıldı, sürekli geri adım atılıyor. Oruç Reis’in Antalya’ya geri dönmesi hem de Yunanlılar bunu ön şart olarak koyduktan hemen sonra geri dönmesi ve Brüksel’de de Türk Yunan görüşmelerinin Oruç Reis’in dönmesiyle başlaması Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarının doğru olmadığını gösteriyor. Türk milletiyle alay etmesinler. Muhalefet olarak biz hükümetin haklı, Türk milletinin hukukunu savunucu her politikasına destek verdik. Diplomasiyi güçlendirin çağrısında bulunduk ama taviz vererek başlayın demedik. Mavi Vatan’ın herhangi bir parçasını Yunan zorbalarıyla konuşmak durumunda değiliz. Böyle bir görüşmeye taviz vererek başlamak büyük bir talihsizliktir.
Süleyman Soylu’nun Anayasa Mahkemesi Başkanı için söylediklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İçişleri bakanının üslubu bir yüksek yargı organına karşı ağır bir üslup ben de Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa Mahkemesi gibi davranmadığını düşünüyorum hatta evlerinde otursalar daha iyi olur, biz de Anayasa Mahkememiz var demeyiz ama İçişleri Bakanlığı’nın üslubu da kabul edilebilir bir üslup değildir.