"İzdivaç programları, muhafazakârlığı tahrip değil, tahkim ediyor"

"İzdivaç programları, muhafazakârlığı tahrip değil, tahkim ediyor"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, kanun hükmünde kararname ile (KHK) içeriğinin düzenlenmesi istenen izdivaç programlarıyla ilgili olarak "Tüm uçuk-kaçıklığıyla, rezalet diyaloglarıyla, zaman zaman mide kaldırmaz görüntüleriyle dahi o izdivaç programları, aslında dikkatle bakıldığında evliliği de, aileyi de, muhafazakârlığı da tahrip değil 'tahkim' etmeye dönük bir oryantasyona sahiptir" dedi.

Tayfun Atay, "İzdivaç ‘Böyle Bitmesin’ deme, öyle bir biter ki şaşarsın!" başlığıyla yayımlanan (31 Mart 2017) yazısı şöyle:

Evlilik programlarıyla ilgili tartışmalar da, taraflar yani kanal yöneticileri ve RTÜK yönetimi arasındaki görüşmeler de devam ediyor. Bu aslında “muhafazakâr devlet-liberal piyasa” ilişkisini değerlendirme açısından da bol malzeme sunan bir alan. Resmi makamlar, liberal ekonomi mızrağını “dinbaz-mutaassıp” siyaset çuvalına sığdırmaya çalışıyorlar, ama olmuyor. Çünkü pasta büyük ve herkes, devlet de dâhil olmak üzere bundan payını alıyor aslında.

Süregelen görüşmeler çerçevesinde Sinan Tartanoğlu kardeşimiz de hafta başında RTÜK yetkilileriyle televizyon yöneticilerinin toplantısından ilginç bir ayrıntıyı kapıp önümüze koydu Cumhuriyet’te... Buna göre RTÜK, kanal müdürlerine izdivaç programlarına alternatif olarak 2012-2014 yılları arasında TRT 1’de yayımlanan “Böyle Bitmesin” adlı diziye benzer programlar yapmalarını önermiş.  Adım gibi eminim, o tecrübeli ve kurt yöneticiler, dışlarından değilse de içlerinden acı acı gülmüşlerdir bu öneriye!..

Bir kere önerilen yapım, adını dahi inkâr edercesine iki sezonu zor çıkartarak bitmiş gitmiş. Üstelik bu ancak devlet televizyonunun imkânlarından dolayı böyle; eğer özel kanallarda olsa kimse bu kadar da beklemez, dizi ışık hızıyla ekrandışı kalırdı.  Ve siz buna benzer yapımları, neredeyse 10 yılı devirmiş, reytingde kapı-baca yıkan programların yerine öneriyorsunuz!..

***

Peki, ne vardı o dizide, şöyle bir hatırlayalım!..

Boşanmaya suç, boşanmak isteyenlere de suçlu gözüyle bakan “Böyle Bitmesin”, adeta “evlilikleri kurtarma timi” gibi çalışan bir kadın komiser, bir kadın psikolog ve bir erkek avukatın boşanmanın eşiğine gelmiş çiftlere “acil kurtarma operasyonları” düzenlediği haftalık hikâyelerden oluşuyordu. “Boşanma sorunu”na bugünün dünyasında evlilik kurumunun geçerliliğini hiç mi hiç sorgulamaksızın yaklaşan dizi, esasen bir sosyal sorumluluk projesi kabilinden kotarılmış izlenimi bırakmaktaydı.  Eğer işlevsel, yani toplum ve seyirci nezdinde çekici, etkileyici, sarsıcı olsaydı uzun erimli vekalıcı da olurdu. Öyle olmadı. Sıkıcıydı ve daha önemlisi bir “yara”yı, hedeflenenin tersine, hiç de sağaltıcı olmayan şekilde ha bire kanırtmaktaydı.

Dolayısıyla alttan alta da iç karartıcıydı.

O dönemde aynı tematik yönelim ve kurgusal içerikte diziler kanallarda dizi dizi karşımızda oldu. Çünkü boşanma oranlarının İstanbul’da yüzde 50’lere vardığı haberleri toplumsal endişelere de yol açarak ortalıkta dolaşmaktaydı. Yapımcılar hemen bu endişeden sermaye devşirmeye kalktılar. Eh, “kültür endüstrisi” de bundan başka nedir ki?!

Ama işte zorla güzellik de olmuyor. İnsanlar böyle “kör kör parmağım gözüne” nev’inden “öğreten”, parmak sallayan, sırt sıvazlayan yapımlara prim vermiyorlar.

***

Türkiye’ye yön tayin etme derdindeki “dinbaz irrasyonalite”nin göremediği şu: Televizüel popüler kültür, dizileriyle olsun, yarışmalarıyla olsun, realite-şovlarıyla olsun, zaten hiçbir zaman aileyi hiçe saymak, zedelemek, tahribata uğratmak gibi bir itkiyle hareket etmez, edemez. Popüler kültür, toplumsal ortalamayı hedeflemesi itibarıyla genelde muhafazakârdır çünkü.

En radikal, aykırı, uç dizilere bile bakın, son tahlilde “aile”, insanlığın son sığınağı olarak ayırt edilen, yüceltilen ve üzerine titreme mesajı (açık ya da örtük) verilen bir kurum olarak karşımızdadır.

Tüm uçuk-kaçıklığıyla, rezalet diyaloglarıyla, zaman zaman mide kaldırmaz görüntüleriyle dahi o izdivaç programları, aslında dikkatle bakıldığında evliliği de, aileyi de, muhafazakârlığı da tahrip değil “tahkim” etmeye dönük bir oryantasyona sahiptir.

Pek çok medya analisti, eleştirmeninin muhafazakâr, statükocu ve düzenin verili koşullarını yeniden üretmekten öteye gitmez bir içerik ve niteliğe sahip saydığı bu türden programlara “ergen bir taassup”la karşı çıkılmakta bana sorarsanız…  Muhafazakârlık bile erginlik ve olgunluk istiyor. İşte esas mesele bu!..