James Wallman... Uzun süre gazetecilik yapmış, birçok dergiye gelecekte kültürün nasıl değişeceği ile ilgili olarak öngörü yazıları kaleme almış bir fütürist. Wallman 2013 yılında kendi imkânlarıyla yayımladığı “Stuffocation” isimli kitabı için evine yapacağı tadilattan, iyi maaşlı işinden ve alıştığı düzeninden de vazgeçmiş. Aldığı riskin karşılığını görmüş; 2013'te kendi imkânlarıyla yayımladığı kitap 2015 yılında “Penguin” tarafından yayımlanmış ve dünyanın önde gelen “çok satanlar listelerinin” tepesinde uzun süre yer bulmuş.
Wallman’ın çok satan kitabı “Stuffocation”, Doğan Kitap tarafından “İstif Çağı” adıyla Türkçe’ye çevrildi. 44 yaşındaki fütürist, kitabında toplumun materyalizmden, deneyimciliğe doğru yönelmesinden bahsediyor. Wallman’ın “deneyimcilik” dediği kavram insanların mutluluğu materyal şeyler yerine yaşadıklarında ve tecrübelerinde araması.
Materyalist kültürün baskınlığı ile ihtiyacımız olandan çok daha fazla eşya satın aldığımızı belirten Wallman, bunların bize mutluluk getirmeyeceğini, gerçek mutluluk için anı ve tecrübe biriktirmemiz gerektiğini belirtiyor.
Wallman’ın İstanbul ziyareti sırasında T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Kitabınız ilk olarak 2013 yılında yayımlandı, şimdi ise Türkçe’ye çevrilip ülkemizde satışa sunuldu. Bize kitabınız “İstif Çağı’ndan” biraz bahsedebilir misiniz?
Bence bu kitap iki şey: İlk olarak bu kitap bir öngörü; kitap bazı şeylerin nasıl değiştiği ve değişmeye devam edeceğini gözlemliyor. İkinci olarak ise bu kitap bir manifesto. Kültürümüz, materyalizmden deneyimciliğe doğru değişiyor. Materyalizmin getirdiği değerler ilk olarak 20. yüzyılda görülmeye başladı. Tabi bu ABD’de daha erken görülmeye başladı.
Materyalizm, tüketimciliğin tabanını oluşturuyor. Tüketimcilik ise kapitalizmin tabanını oluşturan bir uygulama. Türkiye ve ABD’de tüketici harcaması ekonominin yaklaşık yüzde yetmişini oluşturuyor. Kapitalizmin bir çok problemi var, bunu ciddi olarak 2008 global ekonomik krizde gördük. Ancak ekonomi dışında başka sorunları da var; çevremize verdiği zarar, mutluluğumuz üzerinde yarattığı etki. Bence kişisel olarak yaşadığımız sorunların birçoğunu “deneyimcilik” ile çözebiliriz. Materyalciliğin aksine deneyimcilikte insanlar hayatın anlamını, kimliklerini ve mutluluklarını yaşadığı deneyimlerde arar. Materyalizmde ise insanlar bunu sahip oldukları şeylerde bulmaya çalışır.
Ben dünyamızın materyalizmden deneyimciliğe doğru yol almaya başladığına dair işaretler görüyorum. Tabii ki bu farklı kültürlerde ve ülkelerde farklı hızlarla ilerliyor. Yenilikçiler bu değişime öncülük ediyor ve onları takip edenler bu değişime adapte oluyor. Örneğin tüketimciliğe dayalı kapitalizme ilk olarak ABD geçti. Ardından Birleşik Krallık ve Almanya gibi ülkeler onu takip etti. Savaştan sonra ABD’de insanların kazandığı para arttı. Hayat standartları yükseldi, artık insanların harcayacak daha çok parası vardı. Bir arabası olan ikincisini aldı. İnsanlar daha büyük evler satın aldı. Bunu gören İngilizler, Almanlar ve Fransızlar diyor ki “vay! bu güzel bir şeye benziyor,” dolayısıyla milli geliri arttırmaya çalışıyorlar. Bu vesileyle bu ülkeler kapitalizme ilk adapte olan ülkeler oluyor. Rusya, Çin, Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler bu sisteme biraz daha temkinli yaklaşıyor. Bir süre sonra onlarda “bir saniye, kapitalizm işe yarıyor” diyor. Kapitalizmi bir fikir olarak sevmiyor olabilirim ama şöyle bir gerçek var: mevcut sistemlerden daha iyi bir sistem. ABD Soğuk Savaşı bu sayede kazandı. Kapitalizmin tabii ki birçok problemi var ama diğerlerinden daha iyi.
Gelişmiş ülkelerde insanlar artık materyalizmden uzaklaşıyorlar, çünkü 20 çift ayakkabının onlara mutluluk vermediğini farkediyorlar. İlk çift güzel, ikinci fena değil, üçüncü de ise bu alışveriş onlara ilk seferki kadar keyif vermiyor.
Kitabınızda buna sabahları kahve içmeyi seven bir adamı örnek gösteriyorsunuz.
Evet, bir filozof her sabah kahve içip, bisküvi yemeyi çok seviyor, ancak ikinci bardağında aynı keyfi almıyor. Satın aldığımız eşyalarda da aynı şeyi yaşıyoruz! Bu yüzden “Stuffocation” (kitabın İngilizce orjinalinin adı: “Eşyalar içinde boğulmak”) adından bir kitap yazdım. İlk olarak 2013 yılında kitabımı kendim yayımladım, ardından 2015 yılında kitabı Penguin (İngiltere’nin en önemli yayınevlerinden biri) yayımladı. Bu kitap için çok önemli bir andı.
Materyalizm’den deneyimciliğe şu sebepten dolayı dönmeye başladığımıza inanıyorum, artık yeterince eşyamız var! Artık eşyalar yerine farklı yerler gezip, deneyimler yaşamak istiyoruz. Artık bizi tecrübe ettiğimiz şeyler mutlu ediyor, bu kitap ise bu değişime yardımcı olmaya çalışıyor. Kitabın manifesto kısmı da bu. Kitap ilk başta sadece bir öngörüydü, sonra bunu destekleyen bilimsel veriler buldum. Verileri gördüğüm gün koşarak eşime anlatmaya gittiğimi anımsıyorum. O günden bugüne bu konuyla ilgili yanlış hatırlamıyorsam 9 çalışma yapıldı. Aynı Galileo’nun dünya yuvarlaktır tezine birkaç insan dışında kimsenin karşı çıkmaması gibi. Artık insanlar da aynı bu şekilde deneyimciliğin materyalizme nazaran daha mutlu hissettirdiğini biliyor. Bu veriler beni heyecanlandırdı, kendi kendime dedim ki “bunu insanlara anlatmalıyım!”. Bununla toplumumuz üzerinde pozitif bir etki yaratabileceğimi düşündüm.
Size de bu kitap hakkında röportaj yaptığınız için teşekkür ederim. Çünkü bu röportajı görenler bir daha ihtiyaçları olmayan bir şeyi almaya gittiklerinde belki de iki defa düşünecekler. Belki de gerçekten tecrübelerin sahip olduğumuz eşyalardan daha değerli olup olmadığı hakkında düşünecekler. Bunun farkına varmak insanları mutlu edecek ve deneyimciliğe daha çok önem verdiklerinde daha mutlu olacaklar. Bir başkasını mutlu edebilmek ise bana çabalarımın işe yaradığını hissettirecek.
İşte bu yüzden bu kitap aynı zamanda bir manifesto: eşyalara daha az para harcayın, tecrübelere daha çok zaman ayırın. Daha mutlu olacaksınız.
Biraz önce insanların materyalizmden uzaklaşıp deneyimciliğe doğru yöneldiğinden söz ettiniz. Ancak bu bana şunu düşündürdü: şu an kapitalizm çağında yaşıyoruz. Sizce bu değişim sürdürülebilir mi? Bu jenerasyon deneyimciliğin önemini anlamış olsa da, bir sonraki jenerasyon tekrar materyalizme yönelip yıllar sonra deneyimciliğin aslında daha doğru bir uygulama olduğunu düşünebilir mi? Yani sormak istediğim size bu bir döngü mü? Eğer öyleyse bu döngü kırılabilir mi?
Bu çok güçlü ve ilginç bir soru. Bence bu yönelme yapısal bir değişiklik. Nasıl endüstri devrimi döngüsel değil, yapısal bir değişiklikse, bence materyalizmden deneyimciliğe dönüşte böyle. Kitabım anti- materyalizm üzerine değil, tabii ki kıyafet satın almayı bırakıp çıplak gezeceğimizi veya mağaralara yerleşeceğimizi düşünmüyorum. Bana göre daha iyi bir tüketici olmaya doğru evriliyoruz.
Gazetelerde öyle gözükmese de geçmişe göre çok daha barışçıl bir zamanda yaşıyoruz. Dünya Bankası’nın verilerine göre 2030 yılında aşırı yoksulluk son bulmuş olabilir, bu inanılmaz bir şey! Bence gelecekte savaş olmayan bir dünyada yaşayabiliriz. Bir fütürist olarak teknoloji ilerledikçe daha az çalışacağımıza inanıyorum. Bu sayede kendimize daha çok zaman ayırabileceğiz. Daha az çalıştığımız için daha çok boş zamanımız olacak ve daha çok şey deneyimleyebileceğiz.
Geçmişe baktığımızda, eski ABD başkanı Henry Ford insanlara ek bir tatil günü verdi; çünkü daha çok araba kullanılmasını istiyordu. Haftada 2 gün tatil yapmamızın sebebi bu, kazandığımız parayı harcayabilelim diye. Türkiye gibi ekonomisi tüketime dayalı ülkelerde bu çok önemlidir. Kulağa radikal gelebilir ancak belki 3 gün tatilimiz olsa daha bile çok harcarız.
Kitabınızın en çok ilgimi çeken bölümlerinden biri sosyal medya ile ilgili olan kısımdı. Sanırım artık çoğumuz sosyal medyanın hayatımızda nasıl bir rol oynadığını farkındayız. Hayatımızda çok önemli bir rol oynuyor. Artık satın aldığımız şeyleri bile sosyal medyada paylaşıyoruz. Kitabınızda nasıl bazı şeyleri sadece sosyal medya üzerinden paylaşmak ve gösteriş yapmak için aldığımızdan bahsediyorsunuz ama aynı zamanda deneyimciliği de etkilediğini anlatıyorsunuz. Sosyal medyanın yaşamımızı nasıl değiştirdiğinden biraz daha bahsedebilir misiniz?
Sosyal medya artık hayatımızın değişilmez bir parçası. Sosyal medya kişiliğimizi ve sahip olduklarımızı nasıl sergilediğimizi değiştirdi. Her ne kadar aksini söylesekte hepimiz iyi bir statüye sahip olmak istiyoruz.
Thorstein Veblen 1999’da yayımladığı “Theory of the Leisure Class” kitabında hiç kimsenin sizi tanımadığı bir yere taşındığınızda insanlar sizin statünüzü giydiklerinizle belirlemeye çalıştığını belirtmişti. Taktığınız Rolex saat, kolunuzdaki Gucci çanta veya kullandığınız dev BMW ile sizin statünüzü belirlemeye çalışırlardı. Hafta sonu ne yaptığını bilmezlerdi. Gittiğiniz barı veya nereye seyahat ettiğinizi bilmezlerdi. Deneyimleriniz diğer insanlara görünmezdi, dolayısıyla statünüzü sadece aldıklarınız belirliyordu. Sosyal medya bunu çok değiştirdi. Şimdi bir yere gittiğinizi artık sosyal medya üzerinden paylaşabiliyorsunuz ve insanlar bunu görebiliyor. Dün akşam bir Boğaz turuna katıldım, herkes resim çekip paylaşıyordu. Artık deneyimlerinizde size statü veriyor, çünkü her yerden paylaşım yapabiliyorsunuz. Bence sosyal medya bu açıdan materyalizmden deneyimciliğe yönelmede faydalı oluyor.
Günümüz dünyasında insanlar maalesef sahip olduklarıyla değerlendiriliyorlar. Bir restauranta gittiğinizde indiğiniz araba ya da girdiğiniz bir ortamda giydiğiniz kıyafet, taktığınız saat veya kullandığınız çanta karşılaşacağınız muameleyi belirliyor. İnsanlar bundan vazgeçmeye hazır mı? Statünün bir anlamı olmayan bir zaman olacak mı?
Hayır, bence olmayacak, Geçen gün babamla konuşuyorduk: modern zaman zenginleri paralarını güzel kıyafetler için harcıyor, daha eski zamanlarda zengin olmuş insanlar ise böyle bir şeye ihtiyaç duymuyordu. İnsanlar hayvandır. Biz sadece şansı yaver gitmiş hayvanlarız. Garip, kompleks bir şekilde konuşmayı öğrenmişiz. Nasıl bir aslan bağırarak gücünü belli ederse, bizde sahip olduklarımızla konumumuzun gücünü göstermek istiyoruz.
İnsanlar çok uzun süredir bu dünya üzerinde, bu kadar kısa bir sürede ortadan kaybolacağını düşünmüyorum. Ancak statü kötü bir şey olmak zorunda değil. Statü kim olduğunuzu belirleyebilir: entelektüel durumunuz olabilir, ne kadar fit olduğunuz olabilir. Mağara adamlarının yaşadığı zamanda bile statü vardı; kim daha büyük ve fiziksel olarak güçlüyse o daha konumluydu.
Kitabınızda bahsettiğiniz bu “eşyalar içinde boğulma” hissi aslında birçoğumuzun daha önce bir şekilde hissettiği, ancak üzerine pek konuşmadığı bir şey. Bu röportajı benim de yaşadığım İstanbul gibi dev bir şehirde gerçekleştiriyoruz, siz de bir başka megapol olan Londra’da yaşıyorsunuz. Etrafta bizi alışveriş yapmaya itecek birçok şey var. Benim merak ettiğim sizi bu kitabı yazmaya iten ne oldu? Ne oldu da “bunu daha çok kişiye anlatmalıyım” diye düşündünüz?
İki şey: benim işim geleceğin trendlerini bilmeye çalışmak. Yani bir daha ki şeyin ne olacağını bilmek benim görevim. Uzun zamandır insanların şimdi “deneyimcilik” dediğim şeye yöneldiğini gördüm. Bunun, üzerine yazmaya değer bir şey olduğuna karar verdim. Bu yüzden işimi bırakıp, kimsenin yayımlamayacağını düşünsemde bu kitabı yazdım.
Karım evimizi büyütmek istiyordu. Ya evi büyütecektik ya da ben işimi bırakıp bu kitabı yazacaktım. Ben bu konuya çok inandım ve kitabı yazmaya karar verdim. Dürüst olmak gerekirse bunun en önemli nedenlerinden biri insanlara bu yönelmeyi farkettiğimi göstermek istememdi. Kimse bunu farketmemişti, dolayısıyla üstüne yazmak istedim. Daha sonra “materyalizmden deneyimciliğe yönelirseniz daha mutlu olursunuz” diyen araştırmayı gördüm.
Üniversitedeyken Aristo üzerine çalışmalar yapmıştım. Aristo’nun hayatı boyunca cevap bulmaya çalıştığı bir soru “mutlu olmak için nasıl yaşamalıyız”. Bu soru benim hayatımda önemli bir rol oynadı. Haftada beş bin pound kazandığım bir işim vardı, daha sonra yılda yaklaşık beş bin pound kazandığım bir işim oldu. Garip olan şey ise çok daha az para kazandığım dönem de, en az çok para kazandığım dönem kadar mutluydu. Fransa’da kayak eğitmenliği yapıyordum; anı ve tecrübe biriktiriyordum. 1990’da haftada 5 bin pound kazanırken Prada marka bir terliğe 120 pound verdiğimi hatırlıyorum. Ne büyük aptallık. Bu kadar para kazanıyor olsam da iki dönemde de aynı derecede mutluydum.
2002’de büyükbabam öldüğü gün bana üzerinde “anılar hayallerden daha uzun yaşar” yazan bir not bırakmıştı. Bence demek istediği anılar, tecrübeler, materyal şeylerden daha uzun yaşardı. Bende buna inanmaya başladım.
Bu kitabı yazmaya karar verdiğim anı düşün Kaan. Eşime gittim ve dedim ki “Çocuğumuz doğduğundan beri çalışmadığını biliyorum, ama ben bu kitabı yazmak için istifa edeceğim. Büyük ihtimalle kimse de bu kitabı yayımlamayacak”. Bu kitaba ne kadar inandığımı o da gördü ki beni destekledi. (Gülerek) Hâlâ doğru kararı mı verdi emin değil, evimizede hâlâ ek yapmadık. Ama hâlâ beraberiz.
2015 yılında İngiltere’nin en büyük yayımevlerinden Penguen kitabınızı yayımladı.
Evet, annem gurur duymuştu!
Bunun ardından kitabınız birçok çok satanlar listelerinin tepesine yerleşti. Eminim ki karşılaştığınız birçok insan size kitap ile ilgili birçok şey söylemiştir. Bu kitapla ilgili nasıl tepkiler aldınız? Kimse size gelip “hayatımı değiştirdiniz” dedi mi?
Bana tweetler, e-postalar, mektuplar yazan ve yanıma gelip benimle konuşan insanlar oldu.
Sanırım çok uzun süre boyunca birçoğumuz “ne kadar çok şeye sahip olursan, o kadar mutlu olursun” hayaline kapıldık. Ev aldınız, araba aldınız; şimdi de, daha mutlu olmak için daha büyük bir eve ihtiyacın var diyorlar. Bu şekilde mutlu olunmuyor. Sonra eline bir kitap alıyorsunuz ve “eşyalar içinde boğulmaktan” bahseden bir adam görüyorsun.
Michelle adında ki bir kadın kitabı okuduktan sonra deneyimlerin önemini fark ettiğini ve çocuklarıyla zaman geçirmekten daha çok keyif aldığını söyledi. Bir başkası işini bırakıp artık “kendisi için” çalışmaya başladığını söyledi. Yaptığım bir konuşmada bir genç gözyaşları içinde bu kitapta yazanları uzun süredir hissettiğini ama adını koyamadığını belirtti.
Sizce maddeciliğin kökeni kapitalist sistemin getirdiği daha fazla al, daha çok tüket ve böylece daha çok kazandır mantığına dayanıyor olabilir mi? Yoksa çok daha eski zamanlara mı dayanıyor.
İnsan olmanın en doğal hissiyatlarında biri “hayatta kalma” içgüdüsüdür. En eski zamanlardan beri insanlar hayatta kalabilmek için aletler üretti. Hayvan avlayabilmek için gereçler, yaşam stilimize uygun sehirler, soğuktan korunmamızı sağlayacak şeyler ürettik. Bunlara baktığımızda görüyoruz ki insanlar aletleri her zaman sevmiş. Kolumuza zamanı gösteren aletler takıyoruz, ayağımda ayaklarımı koruyan bir alet var, (telefonu göstererek) bu alet senin ve benim işimizi yapabilmemizi sağlıyor. Bazı şeyler istiyoruz, istemeye de devam edeceğiz. İlginç olan şey ise teknoloji geliştikçe “hayatta kalmak için ihtiyacımız olan şeyler” değişiyor. Kapitalizm çok yeni bir şey, özellikle tüketime dayalı kapitalizm. 100 yıldan kısa bir süreden bahsediyoruz, ama çok iyi işliyor.
Benim sorularım bu kadar, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Mutlu olmak istiyorsanız deneyimler, eşyalar değil. Daha eşit bir sistem istiyorsanız deneyimler, eşyalar değil. Daha iyi bir çevre istiyorsanız deneyimler, eşyalar değil. Ekonominin güçlenmesini istiyorsanız deneyimler, eşyalar değil. Çocuklarınız, aileniz, arkadaşlarınız için daha mutlu bir yaşam istiyorsanız satın aldıklarınız değil deneyimleriniz sizi daha mutlu edecek. Ben hayatımı böyle yaşamaya çalışıyorum ve insanlar böyle yaşadığında ekonomi yine de güçlenecek, insanlar iş bulmaya devam edecekler ama daha mutlu olacaklar.