Naomi Osaka, New York'taki ABD Açık tenis turnuvasında efsanevi oyuncu Amerikalı Serena Williams'ı yenerek tenis tarihinde bir Grand Slam turnuvası kazanan ilk Japon oyuncu oldu.
1 saat 19 dakika süren maçta Williams'ı 6-2 ve 6-4'lük setlerle mağlup eden Naomi Osaka 3,8 milyon dolar para ödülünün de sahibi oldu.
Japon asıllı melez tenisçi, ülkesinden ilk kez bir Grand Slam turnuvasında finale kalan oyuncuydu aynı zamanda. Ancak Osaka'nın başarısı kadar konuşulan bir başka konu, etnik kimliği.
Instagram'a koyduğu fotoğraf ve videolarına bakılırsa 20 yaşındaki herhangi bir Amerikalı genç kızdan farkı yok.
Bir karede evi bellediği New York'ta Times Square'de kıvır kıvır sarı röfleli saçlarını sallayıp yürüyen, diğerinde komiklikler yapıp köpeğinin ilgisini çekmeye çalışan, bir başkasında ödünç kulaklıklarla DJ'lik yapan Naomi Osaka dünya sporunun heyecan verici yıldızlarından.
Şu an dünya sıralamasında 19'uncu olan Naomi'nin 2020 Tokyo Olimpiyatları'nda teniste onu yetiştiren Amerika'yı değil de doğduğu Japonya'yı temsil etmesine kesin gözle bakılıyordu.
Ancak bir pürüz var: Naomi'nin melezlik durumu, doğudaki anavatanı Japonya'da kabullenilmesini güçleştiriyor.
Çift ırklılığın Japonca'da kulağa biraz da sakıncalı gelen bir karşılığı var: hāfu. İngilizce 'half' (yarım) kelimesinden geliyor ve etnik köken olarak "yarı Japon" şeklinde tanımlanıyor.
Tek millet, tek dil, tek kültürün egemen olduğu homojen Japonya'da sorun da işte buradan kaynaklanıyor. Tokugawa shogunlarının ülkeyi batıya tamamen kapadığı 17. yüzyıldan beri dünyanın en az etnik çeşitliliğine sahip bu ada devletinde bugün artan sayıda hāfu, kendilerinin "yarı" değil, "çifte" Japon olduğunu savunuyor ve Japon toplumu tarafından bir azınlık olan kendilerine sürekli uyumluluğun empoze edilmesinden yakınıyor.
Normlara uyma zorunluluğu kişinin ismiyle başlıyor. Japonya'da vatandaşlık için sadece orada doğmak yeterli değil, anne veya babadan birinin de Japon olması gerekiyor. Nüfus kaydı (Koseki) de her zaman Japon ismi altında olmak zorunda.
Bu durumda Naomi gibi pek çok melez çocuk eğer yabancı olan ebeveyn babaysa onun soy ismini almak yerine Japon olan annenin soy ismini alıp tam Japon görünmek durumunda kalıyor.
Nitekim Naomi de Japon tenis raketi markası Yonex'ten sponsorluk almak istediğinde soy ismini Haiti göçmeni Amerikalı babasınınki olan François'dan Japon annesininki Osaka'ya değiştirmişti ve şimdi hala o soyadını kullanıyor.
Herkesin onu çağırdığı ismiyle Naomi-chan her melez gibi iki ırk arasında kolayca gidip gelebiliyor. Örneğin fotoğraf çekilirken farkında olmadan "kawaii" Japon kızların yaptığı gibi zafer işaretiyle poz vermesi gibi.
Ancak henüz Japoncayı istediği kadar iyi konuşamaması yüzünden basın toplantılarında Japon medyasından gelen Japonca sorulara İngilizce karşılık vermeyi tercih ediyor.
Bu da milliyetçi Japonlar arasında anadilinin Japonca olmadığı ve bu yüzden tam Japon sayılamayacağı izlenimini pekiştiriyor.
Her yıl yaklaşık 20 bin melez çocuğun doğduğu Japonya'da aslında çift ırklılık yıllardır tartışılan bir konu.
'Hāfu'lar çoğunlukla ülkenin sanat, eğlence ve spor dünyasında boy gösteriyor, hatta ilginç bulunuyor: J-pop kraliçesi Namie Amuro (dörtte bir İtalyan), 2016 Rio Olimpiyatları'nda erkekler 4x100 metrede gümüş madalya kazanan Japon takımından Asuka Cambridge (yarı Jamaikalı) ve model Kiko Mizuhara (yarı Amerikalı) ilk akla gelenler.
Ancak ünlülerin dünyasının dışına çıkıldığı anda Japonların bakış açısı tamamen değişiyor.
Japon şirketler ve toplumun önyargıları çift ırklıların önüne ev kurmadan iş bulmaya pek çok konuda zorluk çıkarabiliyor. Nedeni ise şirketlerin Japon müşterilerin, karşılarında yarım değil, "tam" Japon birinden hizmet almak isteyeceklerini düşünmeleri.
Çok dillendirilmese de Japonya'da çift ırklılar arasında görünmez bir sıralamadan bahsetmek de mümkün.
Japonların sarı ırktan diğer Asyalılarla olan beraberlikleri çok yaygın ve bu beraberlikler fiziksel görünüşlerin benzerliğinden dolayı Japon toplumunda nispeten daha doğal kabul ediliyor. Buna örnek, burada doğmuş ve kuşaklardır burada yaşayan Koreli Japonlar.
Sarı ırk - beyaz ırk beraberliği de İkinci Dünya Savaş'ından bu yana kabul görüyor.
Ne var ki sarı ırk - siyah ırk birlikteliği ve bundan doğan Naomi ile ablası Mari gibi siyah tenli çocukların fiziksel olarak Japonlara en az benzeyen hāfu olması bazı geleneksel Japonların kafasında bu çocukların ne kadar Japon olduğu ve ne derece Japonya'yı temsil edebilecekleriyle ile ilgili hala soru işaretleri yaratabiliyor.
Bu kimlik çatışmasının en bariz örneği 2015 yılında yaşandı. O yıl ülkede yapılan güzellik yarışmasında siyahi tenli melez Ariana Miyamoto'nun Miss Universe Japan güzeli olarak taç giymesi olay olmuştu.
Miyamoto, Las Vegas'ta yapılan dünya finallerinde ilk 10'a girmeyi başararak Japonya'nın güzellik anlayışında yeni bir sayfa açtı.
Miyamoto örneğinin gösterdiği gibi yeni kuşak genç Japonlar için kendilerini temsil etme konusunda artık birinin hāfu olup olmaması gittikçe daha az önem arzediyor. Şimdi Japonya'da herkes, 2020 Tokyo Olimpiyatlarına giden yolda eski kuşak Japonların da bu görünmez kültürel engelleri aşmasını bekliyor.
Ne var ki pratikte iş o kadar kolay olmuyor, siyah kökenli Japonlar günlük hayatta kendilerine hala ayrımcılık yapıldığından yakınıyorlar.
Bazı gelenekselciler ise Japonların bilerek ırk ayrımcılığı yapmadıklarını söyleyip bunun kültürel kapalılıktan ve farklılıktan ileri geldiğini ve konunun tümüyle abartıldığını düşünüyor.
Aslında dünyada geleceğin yüzünün Naomi'ninki gibi çok-kültürlü ve çok ırklı olacağı öngörülebilir. Nitekim Naomi'yi turnuvalara hazırlayan ekipte bir beyaz, bir siyah ve bir de Asyalı var.
Belki de Naomi'nin Instagram hesabındaki giriş cümlesi bir anlamda Japonya'daki tüm bu ırk ayrımcılığı tartışmalarına verdiği cevap aynı zamanda: "Ben tenis(imi) oynarım"