Mecra’nın terası ferah. Hafif bir akşamüzeri esintisi, Kadıköy sahilinden deniz kokusu taşıyor. Rüzgâr, bar taburelerinde oturanların saçlarını dalgalandırıyor.
Jehan Barbur’u dinlemeye gelenler biralarını tokuşturup sohbet ediyorlar. Hüsnü Arkan’ın ‘Dağlar’ı, Büyük Ev Ablukada’nın ‘Arayan Bulur’u eşlik ediyor onlara. Bazen Barbur’un da şarkıları duyuluyor. ‘Aşk’ta kısa bir suskunluk belli ediyor kendini. Birkaç kişi eşlik ediyor hoparlörlerden terasa yayılan sese.
Oyalanıp durur içimin incesinde Pusuya yatmış kelebek uçamaz kış günlerinde Yarını beklermiş sesi utanır şimdilerden Yaşayamazmış gibi ölecekmiş hissederse
Mecra, küçük bir ‘Misafir Odası’ kurmuş terasa; iki kamera kayıt yapmak için bekliyor. 'Oda'nın bir köşesinde antika daktilo var; iki kişilik koltuğun kenarından mikrofon sarkıyor. Jehan Barbur burada olacak birazdan – belli!
Terası dolduranların çoğu genç. İşten çıkıp geldiği gömleğinden belli olanlar da var; en rahat hâlleriyle ‘marjinaller’ de.
Terasa çıkan merdivenlerin başına stant kurulmuş, Barbur’un kitapları satılıyor. Kimi seyircinin elinde oradan alındığı belli ‘gıcır’ kitaplar; kimininse elinde satırları haşince çizilmiş, ‘okunmuşlar’ var. Söyleşinin ardından imzalatmayı bekliyor hepsi.
Arkamda oturan ‘gömlekli gençler’den birinin telefonu çalıyor; arayan patronu. Eli ayağına dolanıyor önce; sonra açıp, sakince “Bir konferanstayım şu anda, sizi sonra arasam olur mu” diyor. Telefon kapanıyor. Anlaşılan: “Olur..”
Terasta oturacak hemen hiç yer kalmayınca önce müziğin sesi kısılıyor, sonra Jehan Barbur ile iki moderatör, T24 Yazıişleri Müdürü Gonca Tokyol ve BirGün’den Burak Abatay ‘misafir odası’na doğru yürüyerek geliyor. Söyleşiyi bekleyenler, yavaşça susuyorlar.
Barbur’un üzerinde dar, siyah bir elbise var. Boynundaki kolyeler öne çıkmış. “Çok güzel bir hanımefendiyle beraberiz” diye anons ediyor Abatay, Barbur’u. Yanımda oturan kızlar hayranlıkla gülümsüyor.
Barbur da kendisi için “Küçük bir hanımefendiyim” diyor neşeli bir tonla, “posterlerdeki gibi değil...”
Abatay, Mecra’nın ‘Misafir Odası’nın ‘kültür-sanat ortamının daraldığı bugünlerde’ güzel bir vaha olduğunu söyleyerek başlıyor söyleşiye. Dinleyicilerin de katılmasını istiyor: “Söyleşi değil de, sohbet gibi olsun.”
Barbur, o ‘sohbet havası’nı yaratmak için hemen devreye giriyor ve “Dizi oyuncusu gibi davranmayı bırakalım” diyerek çantasını istiyor. Sigara içecek. Önünde de rakısı var zaten. Kimsenin sansür kaygısı yok.
‘Yazmak’ eyleminden açılıyor konu. Tokyol, Didem Madak’ın ‘gecenin bir yarısında, ağlaya ağlaya’ yazdığını anlatıyor Barbur’a. Kendisi için bu süreç nasıl gelişiyor?
Barbur, yaptığı işin bir mesaisi olmadığını söylüyor, yazıyı kastederek. “Benim bütün günüm –hastalıklı bir insan gibi- düşünerek geçiyor” diyor. O düşünceler toplanmaya başladığında da yazmaya koyulduğunu dile getiriyor ve ekliyor: “İhtiyaçtan yazıyorum, piyasa kaygısından değil. Yazı 7/24 hayatımda...”
Mesele “yazmak” olunca, o bilindik soru da çıkıyor Barbur’un karşısına: İnsan neden yazar?
Barbur, belli ki önceden kafa yormuş buna. Her yazan kişinin bir ‘kendini anlatma egosu’na sahip olduğunu ifade ediyor, ‘birileriyle ortak olmak’ derdinden bahsediyor. Ve elbette ölümlü olmak.
Bir Tomris Uyar biyografisi üzerinde çalıştığını da anlatıyor Barbur; şu sıralar o yüzden Uyar ile yatıp kalkıyormuş ve insanların kafasındaki ‘ikinci yeni şiirinin aşkı Tomris’ klişesinden bıktığını söylüyor. Cemal Süreya’nın çapkınlığına değindikten sonra şöyle devam ediyor: “O bir ‘Don Juan’ idi. Tomris neden ‘Don Juanna’ olmasın?”
Ayrıca bir Edip Cansever hayranı olduğunu “Canına yandığım Edip” diyerek ifade ediyor; Turgut Uyar’a ve Hasan Ali Toptaş’a karşı duyduğu hayranlıktan da bahsediyor.
Dergilerde uzun süre yazdığını hatırlatıyor ama artık işin çok ‘arabeskleştiği’ne de değiniyor; ‘arabesk’i kötü bir sıfat olarak kullanmadan. Fakat dergilerin bu kadar popüler kültüre hitap etmeye başlamalarından sıkılmış.
Konu “popüler kültür” ve edebiyata gelince Gonca, çıktığı zaman çok tartışılan, şarkıcı Sıla’nın şiir kitabını soruyor. Barbur, önce "Bana sormayın" diyerek geçiştirmeye çalışıyor ama tutamıyor kendini "Okumayın şunları" diye başlıyor:
“30 baskıyı Can Bonomo yapsın. Küçük İskender bakın kanser oldu, o okunsun; Sıla değil!”
Müzik ve edebiyat çevresinde kadın olmak hâlinde ise net bir tavır ortaya koyuyor: “Ben hiçbir zorluk ya da kolaylık yaşamadım.”
Kadın olmayı kullanmaktan, kadınlığının istismarından da kaçındığını anlatıyor.
Müziğe Bülent Ortaçgil’in kendisinin elinden tutup Ada Müzik’e götürüp, “Bu kıza albüm yapın” demesiyle atıldığını söylerken yüzündeki gülümsemede Ortaçgil’e karşı hissettiği vefa duygusu var sanki.
Ardından, uzun süre kendi menajerliğini “Demet Akan” adıyla yaptığını anlatıyor: “Belki bir bar sahibinin aklı karışır diye düşünüyordum.” Hem seyirci gülüyor, hem kendisi.
Karşımızda hem müzik yapan, şarkı yazan, şiirleriyle okurla buluşan, köşe yazarlığı yapmış biri oturuyor. ‘Multidisipliner’ olma hâli var kuşkusuz, ama kendisi aynı fikirde değil: “Hepsinin özü kelime... Ama iyi yemek de yaparım!”
Arada rakısının tazelenmesi için sesleniyor: “Kenan!”
‘Kenan’ dediğinin adının ‘Kâzım’ olduğu anlaşılınca gülüyor ve “Kenan daha yakışıklı bir isim” diye alaya alıyor durumu.
2.5 yıldır Gümüşlük’te yaşadığına geliyor konu. “Kaçmadım” diyor Barbur ve İstanbul’da yorulduğunu, şehirden bıktığını ekliyor. Bir dostunun evine giren hırsız tarafından öldürülmesinin ve gecenin bir yarısında polisin cesedi kendisine taşıtmasının ardından gitmiş Gümüşlük’e: “Burada iyi değilim, mutlu değilim. Kapım açık uyumak istiyorum. 22 gün hiç uyumadım, kapının yanında durdum gece boyunca...”
Köy için de ‘aile’ tanımını yapıyor: “Diskolarda patlayacağıma güzel güzel yaşıyorum işte...”
Barbur’un son albümünün adı “Evim Neresi”. Kendisine bir soru olarak dönüyor albümü; Jehan Barbur'un evi neresi?
Barbur, ‘ev’ meselesinin bir coğrafya sorunsalı olmadığını ifade ediyor. “Bazen bir adamın yanında evde olabilirsin ya da anne-babanın yanında evde hissetmeyebilirsin. Çünkü var olmana izin vermezler.” En sonundaysa açıklıyor ‘evini’: “Bedenim...”
Dinleyicilerden biri fotoğraf çekmekten çok hoşlandığını, bazen çektiği fotoğrafları kimseyle paylaşmak istemediğini dile getiriyor ve Barbur’un da bazı şeyleri sadece kendine saklamak isteyip istemediğini soruyor.
Cevap açık: “Her şeyi paylaşmak istiyorum. Ortak arıyorum!”
Söyleşinin ardından bütün bir teras ‘misafir odası’na dönüşüyor. Barbur’a kitap imzalatmak isteyenler sıralanıyor ikili koltuğun önüne. İçkilerini tazeleyen seyirciler, kendi aralarında sohbet etmeye başlıyorlar. Rüzgâr, biraz serinlik ve deniz kokusu taşıyor Kadıköy sahilinden.
Mecra’nın terasında oturanların içinde bir Barbur şarkısı:
Gidersen bana da bir dengini yolla Dinerse gözyaşın beni de ağla Arkanda beni bırak gönlüme aldırma Ardında bir beni bırak gönlüme duyurma