Kabataş

Kabataş

Şu “Kabataş” olayı, gerçekten önemli bir olay. Çünkü çok kritik uzantıları ve bağlantıları var.

Dayanması zor bir “tansiyon” düzeyinde devam eden “ideolojik savaş”ta belirleyici bir rol oynadı. Daha da oynayacağını sanıyorum. Gezi’nin başlarında, Gül ve Arınç ılımlı sözleriyle yatıştırıcı bir işlev görürken Başbakan yurtdışından geldi ve bir savaş ortamı yarattı. O zaman bizim dernekte (Helsinki Yurttaşlar) aramızda iletişim kurduğumuz (ya da kurabildiğimizi sandığımız) İslâmcı arkadaşlarla bir “Ne yapmalı?” toplantısı düzenlemiştik. Başbakan’ın açıklanamaz gazabı konusunda bu arkadaşların sunduğu gerekçe, bu Kabataş (o zaman daha “Kabataş” olduğu belli değildi) olayıydı.

Yarı çıplak adamlar sokakta başı örtülü bir kadını itip kakıyor, tartaklıyor ve üstüne işiyor! Bu bana pek inandırıcı gelmemişti, ama bir şey de diyememiştim; yani, “olmaz öyle şey” diye zihnimden silip atamamıştım.

Çünkü işin bu tarafı da var. Başından beri azgın bir AKP düşmanlığı kol geziyor. Birilerinin, özellikle de o günlerde Başbakan’a ve ailesine ettiği küfürlerin iğrençliğini unutmayalım. Gezi direnişi, sonuçta, varlığından o zamana kadar yeterince haberdar olmadığımız tipten insanların olayıydı; tarihe öyle geçecek --geçti bile. Ama o öbür fasilenin üyeleri de oradaydı, ortalıktaydı. Öylelerinin içinden çıkmaz mı, bu anlatılan şeyleri yapacak?

Gene --anlatılan fiili düşününce-- zayıf ihtimal. “Nefret azlığı”ndan değil, genel alışkanlıklardan. Yani, asıl çarpıcı olan o “işeme” faslı. Ama küfredeni, hattâ fiziksel tasallutta bulunanı pekâlâ olabilir.

Tabii geçen gün Hayko’nun yazdığı gibi, böyle bir olay olmuşsa --ağır şekliyle de, hafif şekliyle de-- hepimiz bunu lânetleriz. Bunu yapan çıkabilir, diyorum, ama bu bir azgın azınlıktır ve dünyada her siyasî hareket içinde böyle hastalıklı tipler bulunur. Oysa Başbakan bunu aldı ve “bütün Gezi olayının genel karakteri” olarak sundu (öncelikle kendi kitlesine). Bir kere, iki kere de değil. Şimdi, anlatıldığı gibi bir olay olmadığı belli olduktan sonra da, bu tavrını, üslûbunu değiştirmiş değil. Üstelik o üslûbu daha da galizleştirerek (“nerenize saklayacaksınız?” edebiyatıyla) sürdürüyor.

Demek ki bu olaya herkesten çok Başbakan’ın ihtiyacı var. Gezi direnişini, ilk anından itibaren kendisine karşı kişisel bir saldırı gibi gördü Başbakan. Bu aslında anlaşılır bir şey; insanların olaylar karşısında doğal, dolaysız, otomatik tepkileri kendi haklılıklarını savunmak olur. Ayrıca 2002’den beri yaşananlar düşünülürse, Başbakan’ın bu tepkiyi göstermesinin somut gerekçeleri olduğu da görülür. Ama zaman geçtikçe, tutumlar, tavırlar, kümelenmeler belirginleştikçe, “Başbakanlık” konumunda bulunan kişinin sakinleşmesi, olaylara daha nesnel bir gözle bakması, elmalarla armutları ayırmaya başlaması --özetle “analitik” bir tutum edinmesi-- beklenirdi. Başbakan buralara hiç uğramadığı gibi, yangına körükle gitti; körük az geldi, benzinle gitti.

Bu “Kabataş” olayı da orada duruyordu, Gezi boyunca, ama sonrasında da. “Böyle bir olay oldu diyorsan, çıkar kanıtlarını ortaya; kimse yapanlar, yapış yakalarına. Hep birlikte kınayalım, lânetleyelim.” Bunlar sürekli söylendi. Başbakan büyük bir “her şeyi bilirim” tafrasıyla “Böyle oldu” demeye devam etti ve herhangi bir adlî süreç başlatmadı.

Şu halde sorun, Başbakan’ın bir kargaşa ortamında, neyin ne olduğunun net görünemediği bir ortamda, “Şöyle de bir olay olmuş” diye bir haber alıp öfkeye kapılmasından ibaret bir şey değilmiş.

Herkesten önce Başbakan’ın retoriği kesip kanıt, tanık peşine düşmesi, böyle bir pisliği yapan aveneyi ortaya çıkarması gerekir. Böyle bir şeyi yapabilecek kişilerin serbestçe orada burada dolaşıyor olmalarına herhalde göz yumulamaz. Ama Başbakan “Kızımıza, bacımıza yapılanlar” retoriğinin ötesinde bir şey yapmadı; Fas’tan telefon filan etmedi. Derken görüntüler çıktı ortaya. “Rapor” diyor. Rapor söylenen tarihten beş gün sonra alınmış. Anlatılan hikâyenin “bere”leriyle raporun tesbit ettiği “bere”ler birbirini tutmuyor. Ama Başbakan “nerenize saklayacaksınız?” galizliğine başvurmaktan çekinmiyor.

Yazının başında “uzantılar”, “bağlantılar” dedim. Onlara da yarın değineyim.