T24 -
Genç adam gitarıyla Akdeniz ezgilerini anımsatan bir eser çalıyor. Hemen önündeki kadınsa kendini ritme kaptırmış; alkışlıyor, dans ediyor… Sadece o değil, herkes ahşap, dev haçın önünde onlara eşlik ediyor. O sırada Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca konuşmalar duyuluyor. Nasıl yani? Şu an gerçekten bir kilisede miyim? Peki ya mumlar, ikonalar, tahta sıralar nerede? Onlarla ilk kez Büyükada'da tanışmıştım. 23 Nisan'da Aya Yorgi Kilisesi'ne çıkan yokuşta iki Koreli gitar çalıp, hem kendi dillerinde hem de Türkçe barış çağrıları yapıyorlardı. Birkaç kişi de durmuş dinliyordu onları. Yanlarına gidip nereden geldiklerini sorduğumda ise, boş bakışlarla karşılaşmıştım. Çünkü ne Türkçe ne de İngilizce biliyorlardı. Belli ki Türkçe kısımları ezberlemişlerdi.
Hemen sonra gruptan biri yanaşıp yanıma biraz aksanlı bir Türkçe ile niye orada olduklarını anlatıvermişti. Onlar Kadıköy'deki bir Protestan kilisesinin inananlarıydılar. Dünyanın dört bir yanından gelip burada toplanmışlar. Bu manzarayı biraz da şaşkınlıkla karşıladığımı anlamış olmalı ki, geri dönüp seslendi: “Eğer istersen, bir pazar ayinimize katılıp, izleyebilirsin.” Ertesi Pazar kendimi Kadıköy Rıhtımı'ndan içerilere doğru yürürken buldum. İki dilde bir ayin Pimapen kaplı pencereleri ve kapısıyla Kadıköy'deki kiliseyi çevredeki dükkânlardan ayırt etmek zor. Beyaz takım elbise içindeki yaşlı adam kapıda durmuş gelenleri karşılıyor; birer birer ellerini sıkıp, tanışıyor: “Hoşgeldiniz ben Mike.” Mike Platt 12 yıldır orada çalışıyormuş. “Pastör” diye hitap ediyorlar ona. İçerisi uluslararası bir toplantı gibi… İngiltere'den, Fransa'dan, İsviçre'den gelenler var, tabii Türkler de... Burası alışık olduğumuz kiliselere pek benzemiyor. Etrafta ne günah çıkarma bölümü, ne tahta sıralar, ne de yakılmayı bekleyen mumlar var. Beyaz, plastik sandalyeler dizilmiş yan yana. Sahnede bateri, gitar ve orgdan oluşan enstrümanlar ayin için hazırlanıyor. Pastör mikrofona yanaşıp herkese selam verdikten sonra işi orkestra devralıyor. Akdeniz ezgilerini çağrıştıran bir müzik eşliğinde ilahiler önce Türkçe, sonra İngilizce söyleniyor. Kut Kilisesi'nde geçirdiğim her dakika şaşkınlığımı giderek artırıyor. Çünkü bunlar pek alışık olmadığımız türden, hareketli melodiler. İnsanlar bu ritme ayak uydurup alkışlıyor, hatta dans ediyorlar. Yaklaşık bir saat süren bu müzikli ayinin ardından dua bölümü başlıyor. Pastör tüm insanlık adına Tanrı'ya dua ediyor. Kut Kilisesi'ndeki dualar da Türkçe ve İngilizce.
Dolaştırılan hasır sepetle kiliseye yardım için para toplanıyor. İsteyenler diledikleri kadar para atıyor sepete. Ayrıca benim katıldığım gün yılda iki kez düzenlenen bir kermes vardı. Kermesten toplanan para fakirler ve kimsesizler yararına harcanıyormuş. Oyuncaklar, ev eşyaları, yiyecek ve giyecekler satılıyordu. Tezgâhların arkasında duran gönüllüler: “Şamdanlar, DVD'ler çok ucuza,” gibi yorumlarla kermesi hareketlendirmeye çalışıyorlar. İşi dolayısıyla 7 aydır İstanbul'da yaşayan Mark Zealy, ''Ben ve karım burayı seviyoruz. Herkes İngiltere'ye giderken bizim buraya gelmemize şaşırıyorlar. Ama bu algı çok yanlış, zamanla mutlaka değişecektir'' diyor. Biraz yavaş ama düzgün bir Türkçeyle: ''Çok rahat ve dostça bir ortam var burada. Kilisemiz de diğer kiliseler gibi katı değil.” Protestanlığın çıkış noktası da buymuş. 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Kalvin'in öncülüğünde girişilen Reform Hareketi ve bu yolla Papa önderliğindeki Katolik Kilisesi'nin katı kurallarına bir karşı duruştu. Nitekim Almanca ''Protestieren'' kelimesinden gelen Protestan itiraz, protesto, başkaldırı anlamlarına geliyor. Hafızlıktan Protestanlığa Kilisenin onlarca Türk inananı var. Muharrem Kavak da onlardan biri, ''Ailem çok dindardı. Biraz da bıkmıştım bu baskıdan,” diyor. İmam hatip lisesinde okumuş, hatta bir yıl hafızlık eğitimi almış. “Hep İsa Mesih'in Amerikalı misyonerlerce kullanıldığını düşünürdüm. Protestan kiliseler Türkiye'nin kuyusunu kazıyor derdim,” diyor ve ekliyor Muharrem Kavak: ''Burayla tanışmadan önce sigara, alkol hatta uyuşturucu kullanıyordum. Ama artık hiçbiri yok. Önceleri inanmak istemedim. Hatta İncil verdiler, çöpe attım ama sonra kilisenin önünden her geçtiğimde bir ses duymaya başladım. Beni çağıran bir sesti. Daha sonra bu ses rüyalarıma da girdi ve ben buraya daha sık gelmeye başladım.” ''Peki ya ailen bu durumu nasıl karşıladı?'' diye soruyorum. ''Bir yıl benimle hiç konuşmadılar ama sonra babam aradı ve 'Senin Tanrı'nı bilmiyorum ama o kötü bir Tanrı değil,' dedi. Çünkü önceleri serseri bir hayat sürerdim. Mutsuz ve kimsesizdim. Ama şimdi kötü alışkanlıklarımı bıraktım. Bir iş bulup çalışmaya başladım. Onlar da bu değişimi gördüler,'' Elindeki İncil'i açıp bir bölüm okuyor ve devam ediyor: ''Şimdi ise evliyim ve eşim de imanlı (Hıristiyan)”. Muharrem Kavak gibi çevrede yaşayan Türklerin ve yolu bir şekilde İstanbul'a düşmüş yabancıların bir şekilde buluşma noktası Kut Kilisesi. Artık bir aile gibi olmuşlar. Ayine katılıp, ibadetlerini yapıyor, sorunlarını dinleyip çözmeye çalışıyorlar. Her Pazar. Önce Türkçe, ardından da İngilizce.
Yazı ve fotoğraflar: Murat Ekinay (MİHA)