Gazeteci Sibel Yükler 25 Ağustos akşamı Ankara'daki yaşadığı apartmanın önünde bir kadının çığlıklarını duyduğunda, mutfakta kış için hazırladığı konserveleri dolaba yerleştiriyordu.
Penceresinden sokağa bakınca, bir erkeğin yanındaki kadını darp ettiğini, 2 küçük çocuğun da aralarında ağlayarak bir taraftan diğer tarafa savrulduklarını gördü.
O sırada yoldan geçen bir kadının, şiddete uğrayan hemcinsini korumak için koştuğunu fark etti, o da "Ne yapıyorsun sen! Bırak kadını" diye bağırdı, ardından camı kapadı ve aşağıya indi.
Olayı, Twitter üzerinden yaptığı paylaşımla kamuoyu da öğrendi.
Yükler BBC Türkçe'ye yaptığı açıklamada, iki kadının araya girerek, şiddet gören kadını ve çocukları erkeğin elinden kurtardıklarını, bunun üzerine söz konusu kişi tam üzerlerine yürürken, bu kişinin annesinin gelerek araya girdiğini anlattı:
"Annesi 'Aile içi mesele. Lütfen karışmayın" dedi. Erkeği eve göndermek istedi. Biz ise eve gitmesine engel olduk, 'Bırakalım da kadın öldürsün mü!' dedik.
"Eşi çoktan uzaklaşmıştı. Erkek, 'Onu öldüreceğim, seni öldüreceğim' diye, bizi de 'Siz gününüzü göreceksiniz. Ayağınızı denk alın' diyerek tehdit etti, sonra arabaya binerek uzaklaştı."
Yükler daha sonra polis çağırdı, aile içi şiddet hatlarına da ihbarlarda bulundu.
Son olarak Emine Bulut'un eski eşi tarafından 10 yaşındaki kızının gözü önünde öldürülmesinin ardından, kadın hakları savunucuları Türkiye'nin dört bir yanında protesto gösterileri düzenleyerek kadına yönelik şiddeti engellemeye dönük yasaların uygulanması çağrısı yaptı. Ancak Emine Bulut son olmadı.
Kadın hakları platformlarının verdiği bilgiye göre, Türkiye'de her gün neredeyse bir kadın öldürülüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'na göre, Temmuz ayında 31 kadın cinayeti yaşandı. 2019'un ilk 7 ayında ise 245 kadın erkekler tarafından öldürüldü.
Gündemden düşmeyen bu sorunu uzmanlara sorduk: Türkiye'de kadın cinayetleri neden önlenemiyor?
Kadın hakları savunucuları, kadın cinayetlerinin önlenebilmesi için siyasi iradenin, adli makamların ve kolluk kuvvetlerinin yetersiz kaldığını belirtiyor.
Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü BBC Türkçe'ye yaptığı açıklamada, "Kadın cinayetleri neden önlenemiyor? Çünkü önlenmek istemiyor. Eğer önlemek isterseniz, elinizde yasalar var, sahada çalışan sivil toplum örgütleri var, bununla ilgili kurumlarda merkezler ve mekanizmalar var, ama siz siyasi irade olarak bunu önlemeyi ortaya koyamıyorsanız, önlenmez" diyor.
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serpil Sancar da, kadın cinayetlerinin aniden değil, bir şiddet sürecinin sonunda yaşandığını söyleyerek, bu süreçte kamu kurumlarının müdahalelerinin yetersiz kaldığını söylüyor:
"Kadınlar karakola gidiyorlar, şikayet ediyorlar, sığınma evlerinde kalıyorlar, erkekler hakkında daha önce alınmış uzaklaştırma kararları var. Olay başlamış ve devam ediyor aslında, 'pat' diye, aniden ortaya çıkmış bir olay değil çoğu zaman. Bir şiddet süreci devam ediyor.
"Bu erkekler daha önce tehdit ediyor, ev basıyor, kadının ailesini taciz ediyor, kadını iş yerinde taciz ediyor. Dolayısıyla suçun işleneceğine dair önceden çok sayıda kanıt var. Ama bu süreçte müdahale eden bir adli makam ya da kolluk kuvveti görmüyoruz. Önleyici tedbirler alınmıyor."
BBC Türkçe'nin edindiği bilgiye göre, Sibel Yükler'in Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 183 destek hattına ihbarda bulunmasının ardından ilçe polis merkezi harekete geçirildi, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi'ne (ŞÖNİM) de destek için gerekli sosyal incelemenin yapılması amacıyla haber verildi.
Olayın gerçekleştiği bölgedeki ilçe emniyet müdürlüğü BBC Türkçe'ye yaptığı açıklamada, adli bir olay olması nedeniyle ihbarın ardından emniyet birimlerinin aldıkları önlemlere ilişkin bilgi veremeyeceklerini kaydetti.
Yükler ise BBC Türkçe'ye aynı akşam emniyetten telefonla arandığını, polislerin kendisine eve gittiklerini söylediklerini anlattı:
"Polis memuru kapıyı açan kişinin 'Şikayetçi değiliz' dediğini anlattı. 'Olay anında gitmezsek eğer, şikayetçi olunmadığı takdirde bir şey yapamıyoruz' dediler."
Alo 183'e çağrı geldiğinde, arayan kişi vatandaş temsilcisine bağlanıyor, vatandaş temsilcisi olayı dinliyor, soru soruyor ve vakaya ulaşabilecek şekilde bilgi alıyor.
Eğer kolluk kuvvetlerini ilgilendiren bir durum ise kolluk kuvvetini arıyor ve olay yerine intikal etmesini sağlıyor. Süregelen bir şiddet durumu söz konusu ise, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'nde bağlı 7/24 hizmet veren acil müdahale ekip sorumlusuna haber veriliyor ve müdahale etmesi sağlanıyor.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, yapılan incelemeler sonucunda şiddet gören kişiye ihtiyacı doğrultusunda destek veriyor.
Ancak pek çok olayda kadınlar kamu kuruluşlarına başvurmanın yanında sosyal paylaşım sitelerinden de yardım çağrısı yapıyor.
Canan Güllü bunun nedenini, "Çünkü adli makamlardan ve kolluk kuvvetlerinden gerekli dönüşü istedikleri hızda alamıyorlar" sözleriyle açıklıyor.
Yükler'in bu olayı sosyal medyadan duyurmasının nedeni ise başka. "Böyle şeylerin dibimizde, burnumuzda olduğunu göstermek istedim" diyor.
Yapılan araştırmalar, Yükler'i onaylar nitelikte.
Hacettepe Üniversitesi'nin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın desteğiyle yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de evlenmiş kadınların yüzde 36'sı eş veya birlikte oldukları erkekler tarafından yaşamlarının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Aynı grup kadın için cinsel şiddet oranı ise yüzde 12.
Araştırmaya göre, kadınlara yönelik en yaygın şiddet biçimi duygusal şiddet. Duygusal şiddete maruz bırakılan kadınların oranı ise yüzde 44.
Peki kadına uygulanan şiddetin temelinde ne yatıyor?
https://www.youtube.com/watch?v=vbAsP-zJKw4&feature=youtu.be
Serpil Sancar, Türkiye'de son dönemde görülen kadın cinayeti suçlarının "töre, gelenek, namus" gibi gerekçelerle kırsalda değil, kentlerde işlendiğine dikkat çekiyor:
"Bu bize şunu gösteriyor. Kadına yönelik şiddet modern hayatın yeni bir boyutu. Olaylardaki hikayelere baktığınız zaman, cinayetlerin büyük bir çoğunluğunun, eşi, sevgilisi ya da partneri tarafından terk edilen erkekler tarafından işlendiğini görüyorsunuz."
"Terk edilme nedenleri kişiliksiz olmaları, alkolik olmaları, aileyi geçindirememeleri, babalık sorumluluklarını yerine getirmemeleri, şiddet uygulamaları vesaire. Dolayısıyla, 'klasik erkeklik rollerini' de yapamayan erkekler. Babalık, kocalık, aile geçindirme. Yani bir erkeklik krizi var aslında ortada. En geleneksel anlamda da erkek olamayan erkekler var. Kadınlar bu erkekleri terk etmeye çalışıyor."
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun temsilcisi Gülsüm Kav, "daha fazla kadının haklarının farkına vardığını, bu modernleşmenin geleneklerle gerilim yarattığını" anlatıyor:
"Bu kadınlar, yani 'Yeni Havvalar' yanlarına baktıklarında 'Eski Ademleri' görüyor. Onlar her toplumda olduğu gibi bu değişime ayak sürüyor. Biz bu erkeklere 'Bir dakika, yapamazsın, kadınlar haklıdır' gibi bir irade geliştirsek, böyle bir iklim yayılsa, durum çok güzelleşecek. Ama erkeklerin sanki bu hakkıymış gibi bir iklim sürdüğü sürece, biz bu krizi yaşıyoruz."
BBC Türkçe'nin konuştuğu kadın hakları savunucuları Türkiye'deki geleneksel evlilik anlayışının modern yaşamın gerektirdikleriyle örtüşmediği, bunun da sorunlara yol açtığı görüşünde.
Sancar, "Erkeklere evliliğin şöyle bir şey olduğu vadediliyor: Sizi sevsin, itaat etsin, sözünüzden çıkmasın, size baksın, çocuklarınızı doğursun, evi çekip çevirsin. Bu hayal gerçekleşmiyor. Erkekler buna çok öfkeleniyor" diyor.
"Çocukları yetiştirenin anne yani kadın olması" nedeniyle erkeklerin şiddet göstermesinin sorumluluğunun kadınlarda olduğunu söyleyenler var.
Güllü, buna itiraz ediyor, çocuk yetiştirme sorumluluğunun hem erkeklerde, hem de kadınlarda olduğunu söylüyor:
"Neden erkekler kendi aralarında toplanıp bir protesto yürüyüşü yapmıyorlar? Çünkü kadınlara yüklendi bu ihale. Kadın doğuruyor, kadın büyütüyor… Neden hala aynı konuşmalarla kadını sorumlu hale getirelim? İki insan birlikte yaşarken bir çocuk doğuracaksa aile kavramı içerisinde, onun sorumluluğunu birlikte yüklenmesi gerekiyor.
"Eğer siz eğitim alanında anaokulundan itibaren çocuklara cinsiyet eşitliği eğitimi verirseniz, kadını cinsel obje olarak görmeyen, mal/meta zihniyetinden öte arkadaşı gibi gören erkek çocukları yetiştireceksiniz."
Sancar da "yetiştirmenin" toplumsal bir eylem olduğunu, kadınların çocuklara "baktığını" söylüyor.
https://www.youtube.com/watch?v=hz65vK1ndxc&feature=youtu.be
Sibel Yükler'in olayında şiddet gösteren erkeğin annesinin aldığı tavrı hatırlattığımızda Sancar şu yanıtı veriyor:
"Her kadının insan haklarına, kadın haklarına saygısı olmayabilir. Oğlunu koruyabilir. Kendi başına gelmediği sürece de duyarlı olmayabilir. Sorun bu değil ki. Sorun, kamu düzenini korumakla görevli, kamu görevlilerinin bunu önlemesi. İnsanların yaptıkları hataları önlemek kamunun görevi."
Sancar, yaşanan şiddet olaylarına "bireyler arasındaki bir suç olgusu" yerine "kamu düzenini ihlal" olarak bakılması gerektiğini söylüyor:
"Çok sayıda fail var. Sadece kadını öldürenler değil, onun yakın çevresindeki erkekler. Onu teşvik eden kadınlar, erkekler. Dolayısıyla bu kolektif bir suça dönüşmüş durumda.
"Erkeklerin hikayelerinde etrafına 'Bu kadını öldüreceğim', kadının ailesine, annesine, babasına, abisine söylediği biliniyor. Araştırmalardan ortaya çıktığı üzere bunlar, erkek cemaatlerinde, yani kahvehanelerde ya da arkadaş grupları içerisinde konuşulan şeyler. Yani çevrede bunu duyan diğer erkeklerin suskunluğu, suç ortaklığı, engel olmaması söz konusu. Birisi dese ki size 'Ben şu evi soyacağım'. Polise haber vermez misiniz?
"Diğer erkeklerin teşvik etmesi bile söz konusu olabiliyor. Kadın cinayetlerinden hapse giren erkekler üzerinde yapılan araştırmada failler şunu söylüyor: Bana 'Sen namusunu temizle, çok yatmazsın, hemen çıkarsın' dediler."
8 Mart 2019'daki gösterilerden bir kareKadın hakları savunucuları, 'İstanbul Sözleşmesi' olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin ve Ailenin Korunması ve Kadına karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 sayılı kanunun gereklilikleri uygulandığında kadın cinayetlerinin önlenebileceğini söylüyorlar.
Sancar "kolektif suç" olarak tanımladığı bu duruma, toplumun bütüncül bir şekilde karşı çıkması gerektiğini söylüyor.
"İradenin sadece hükümet değil, her türlü yerel kamu kurumlarının ilgili birimlerinde olması gerekir. Mahalle muhtarından cami imamına kadar, jandarmadan hastane doktoruna kadar herkesin sorumlu olması gereken bir süreç bu" diyor.
Kadın hakları savunucuları İstanbul Sözleşmesi'nin tartışmaya açılmasından endişeliler.
Sancar, "Küçük ama etkili bir grup 'aileyi yıktığı' gerekçesiyle İstanbul Sözleşmesi'nin uygulamadan kaldırılmasını istiyor. Onlara göre kadını korursanız, aile yıkılıyor. Kadını korumayacaksınız, kadın boyun eğen durumda kalacak, başka çıkış yolu bulamayacak. Çoğunluk olmasalar da toplumun bir kesiminde bu talep var" diyor.
Kav ise bunun yanı sıra umutlu olacak nedenler de olduğunu söylüyor.
2015 yılında işlenen Özgecan Aslan cinayetine kadar gençlerin kadın hakları mücadelesine çok ilgi göstermediğini, ancak bu tarihten itibaren erkekler de dahil olmak üzere toplumun çok farklı kesimlerinin kadın hakları için mücadeleye giriştiğini anlatıyor.
Kav, "Özgecan Aslan cinayetinin işlendiği günü hiç unutamayız. Kendi yaşıtları, toplumun çok farklı kesimlerinden insanlar sokağa çıktı. Türkiye'de tüm illerde eylemler oldu. Kadın cinayeti gerçeğini tüm toplumun kabullendiği ve sonrasında da sahip çıkmaya başladığı bir köşe taşı oldu. Artık bu mücadele toplumsallaştı" diyor ve ekliyor:
"En azından bunun bir kazanım olduğunu düşünüyorum."
https://www.youtube.com/watch?v=bfaBrEI6tQg&feature=youtu.be
https://www.youtube.com/watch?v=RZ9mvU6ciDo&feature=youtu.be