Muhazakâr/milliyetçi dünyanın görüşleri yankı yaratan aydınlarından Dücane Cündioğlu'nun Twitter'dan "Yasadır: Erkek sahip, kadın ait olmak ister" sözlerine Gazete Duvar yazarı Gülgün Türkoğlu isim vermeden "Kadın sahiplenir, erkek teslim olur" diyerek yanıt verdi.
Türkoğlu, "Bakmayın siz aksini söyleyene, sevişmek erkek için çileli bir iştir. Kadına sahip olan, kadını teslim alan erkek yoktur" ifadesini kullandı.
Duvar yazarının "Kadın sahiplenir, erkek teslim olur" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bakmayın siz aksini söyleyene, sevişmek erkek için çileli bir iştir. Kadına sahip olan, kadını teslim alan erkek yoktur. Aksine; erkek spermleriyle, cinsel organıyla kadına sığınandır; kadın onları teslim alır ve neslin devamı konusunda, emanete ihanet edilmediğini döl alarak gösterir.
Dişillik ve erillik eşit iki prensiptir. Birlikteliklerinden anlayış doğar. Sembollerle anlatılırlar.
Bu sembolleri çözmek, kendi kitabımızı okumak demektir. Sahiplenici dişil yanımız, bir an önce ait olduğu yere dönme çabasındaki eril yanımızı teslim alır. Erkeklerin akıllarının, sağlıksız bir sıklıkta sekste olmasının temelinde, tamamlanmak için ait oldukları yere geri dönüş çabası; kadınların eşlerini, evlerini, çocuklarını sağlıksız, giderek erkeksi bir biçimde sahiplenmelerinin ardında ise tamamlanmak için bekleyişleri vardır.
Böylece, tereddütsüz bir biçimde, kendi dişil yönü ile tanışıklığı artan erkeğin giderek cinsellik cenderesinden kurtulacağını; yine kendi dişil yönü ile barışan kadının ise yakın ilişkide bulunduğu kişilere özgürlüklerini tanıyacağını söylemiş oluyorum.
Aidiyetten söz edebilmek için, ait olunan yerin terk edilmiş olması veya ait olunmayan bölgeden ait olunan bölgeye geri dönülmüş olması gerekir. Taalluk eden: hareket, sperm.
Sahiplik ise birincil olarak arkadaş, dost, yar anlamlarına gelir; sahabe örneğinde olduğu gibi. İkincil olarak malik olma anlamındadır: hareketsizlik, kapsayıcılık, yumurta. Yersiz böbürlenmelerin önüne geçmek için “Malikel Mülk” ismi hatırlanabilir, “Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi” mantra gibi tekrarlanabilir. Bu bilinçle, kadın sahiplenir diyorum, sahip olmak ister değil! Yaratan onunla rahim ismini paylaşmıştır; merhamet etmektir sahiplenmek; boyun eğmektir. İstemek ise bilinç içerir; bu nedenle sahip olmayı istemek kültürel kaynaklıdır.
Dişil yöne ulaşmak, ona temas etmek pek kolay değildir; peygamber devesi misali, çiftleşme sonrası kelleyi alır. Kellesi gidenler, böyle daha güzel olmuşlardır: anlayışlı, kapsayıcı, bağışlayıcı, zarif. Az da olsa vardırlar. Bu böyle biline! Hatırlamıyoruz ama fiziksel gerçeklik olarak, hepimiz, istisnasız olarak benzeri bir aşamadan geçtik. Yumurta olan yanımız, döllenebilmek için sperm olan yanımızın kuyruğunu girişte kesti attı.
Tarihsel olarak kadının güç ve üretim araçları açısından düşünüldüğünde nasıl da bilinçli olarak azımsandığını hatırlatan Engels’ten başlayarak, “Kadınlara karşı saldırgan, küstah ve aşağılayıcı erkekler aslında bir iktidarsızlık endişesi içindedirler” diyen feminist filozof Simone de Beauvoir’a kadar genişleyen bir yelpaze içinde istediğimiz pozisyonu alabiliriz. Psikoloji alanında ilerleyip erkeğin hadım edilme/kastrasyon korkusu/kompleksinin kadın düşmanlığı olarak yansıtılmış olduğundan da dem vurabiliriz. Böylesine “pozisyon almalar” sorunun dışsal ve çözümsüz kalmasına neden olacaktır.
Bir seçenek olarak, Georges Bataille’ın “Biri ötekinin içinde kaybolan karşı cinslerden iki birey, birlikte ikisinden de değişik yeni bir birey oluştururlar” diyerek fiziksel bedende başarılan olarak işaret ettiği üremenin, ruhsal olarak da geçerli olup olmadığının peşine düşebiliriz. Kısaca ve çok yüzeysel bir ifade ile, bu seçenek; yol, hakikat arayışı, kendini tanıma vb isimler alır.
Binaenaleyh bu aşamada mitlere değinmeden geçemeyiz. İnnana kültünde, Platon’un diyaloglarında aktarılan mitlerdeki Androjenik yani çift cinsiyetli karakterlerden; Hesiod teogonisi ve kozmogonisinde, Partenogenez olarak sözü edilen aseksüel üreme yetisindeki yaratıklardan (ki bu üreme tarzı hâlen bazı organizmalar için geçerlidir); Ovidius’un, “Metamorfozlar”ındaki Hermafrodit karakterlere kadar işte bu içsel arayış anlatılmaktadır.
Hatta, dinler olarak anlatılanın; hakikatine ermek; aslına dönmek anlamındaki tek bir ezoterik (batıni) din olduğundan da söz edilir. Âdem’in kaburgasından yaratılan Havva miti de böyledir. Havva, nefstir. Nefs dişildir. Her erkekte nefs vardır. Havva, Âdem ile Cennet’i terk etmek zorundaydı; çünkü zaten ondan ayrı değildi. Âdem’in Havva’ya meyli olmasaydı, böylece cennetten düşmeselerdi Cennet’i de bilemezdik. Yedikleri, elma ağacının meyvesi değil, bilgi ağacının meyvesidir. Birliktelikleri, bilinenin, Bilen’in mükemmelliğene ayna olması açısından, özünde kusursuz bir denge hâli yani itidâldir. Her birimiz hem Âdem hem de Havva’yız.
Tarihsel süreç içine, dişil-eril dengesinin kurulamadığı her eylem nedeni ile günâhkâr olduk, cezalandırıldık ve bedel ödedik, aynen şu anda da devam ettiği gibi. Bu hassas dengeyi kuramayan kişi, her zaman cenneti terk etmek zorundadır. Cenneti, yalnızca bir kez değil, hergün defalarca terk ederiz. Yaratılışın cennet olan kısmı, içi dişil, dışı eril olan idi. Zihnimizin ürünü olan her düşünce, eril; vicdanımızın ev sahipliği yaptığı her konuk, dişildir. Arapça Zât’ın dişil bir sözcük olması anlamlıdır. Bu nedenle, “Allah vicdan sarayında yaşar” der İsmail Emre. Eylem eril olandır, her kadında bu yetenek vardır. Bu anlatım, beden üzerinden olan bir anlatım değildir.
Ana Tanrıça’nın mabedine, vicdan sarayına riyâ giremez. Özüne dönük olmayan, eş deyişle; nitelikten daha çok niceliğe; ilkeden daha ziyade çıkara yönelik eylemlerimizin hesabını yine kendimize vermek zorunda kalırız: bütünlüğümüz parçalanır, huysuzlaşırız. İç âlemimizde dişil yanımıza yaptığımız bu vefasızlık; kadına şiddet gibi ağır bedellerle topluma yansır; dişil olanı hep baskılar, büyümesine izin vermezsek, dişil yanımız çocuk kalır, istismara uğrar; tecavüzler artar. Bunu işitmemi sağlayarak beni uyandıran Cânım Dostum Metin Bobaroğlu’na minnettarım; taşınacak yük değil vesselam.
Dişil yönü ile teması yetersiz olan erkeklerin öfkeli, saldırgan, çocuksu, cinsiyet ayrımcı olmaları, arayıcı yani eril yönlerinin zayıflığından kaynaklanır. Üzücü bir paradoks ama nasıl da ibretlik! Korkak olur böyle erkekler; güçlü kadınları sevmezler; olanak buldukça onları baskılamayı, bulamadıklarında ise etiketlemeyi, kategorize etmeyi tercih ederler.
Bakmayın siz aksini söyleyene, sevişmek erkek için çileli bir iştir. Kadına sahip olan, kadını teslim alan erkek yoktur. Aksine; erkek spermleriyle, cinsel organıyla kadına sığınandır; kadın onları teslim alır ve neslin devamı konusunda, emanete ihanet edilmediğini döl alarak gösterir. Muktedir olmaya esir, biçare erkek kendinden geçmediği, kendisini tamamen kaybetmediği takdirde, canlılık nasıl devam etsin? Ne tezat! İşte, kendisinde olamadığı, o en hassas olduğu yerde, kadın erkeğini şefkatle, tam bir kabulle alabilmeli. Muzaffer orduların komutanları gibi değil.