"Kadının beyanı esastır" ilkesi nedir, ne değildir?

"Kadının beyanı esastır" ilkesi nedir, ne değildir?

 

BBC TürkçeFundanur Öztürk

Kamuoyunda "Kadının beyanı esastır" şeklinde bilinen fakat "Cinsel şiddete maruz kalanın beyanı esastır" şeklinde genişletilebilecek bu ilke, adil yargılamadaki çeşitli ihtiyaçları karşılamayı ve maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlıyor. Hukukçular, ilkenin neden ve nasıl yanlış yorumlanabildiğini anlattı.

Cinsel suçlarda söz konusu olan "Kadının beyanı esastır" ilkesi, delil yetersizliği olan durumlarda kadın veya çocuğun beyanının esas alınarak kovuşturma aşamasına geçilmesi ve beyanın yargılama aşamasında da delil niteliği taşıyabilmesi anlamına geliyor. İlke etrafında dönen tartışmalar, kafa karışıklığını ve kavram karmaşasını da beraberinde getiriyor. İlkenin masumiyet karinesine aykırı olduğunu savunanlara karşı hukukçular, iki önermenin birbirine tezat oluşturmadığı görüşünde birleşiyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav, "Cinsiyet eşitsizliğinin ağır olduğu toplumlarda, kadının cinsel şiddet başta olmak üzere bütün şiddet biçimlerini dile getirmesi hiç kolay değil" diyor:

"Kadınların beyan ve ifşa dediğimiz yere varmaları hakikaten çok ağır bir şey yaşadıklarında mümkün oluyor. Bu ilkeyle kadını dile getirme konusunda güçlendirmek amaçlanıyor."

'Bu ilke Yargıtay'ın çok eski bir içtihatıdır'

Adalet Bakanlığı yetkilisi ise ilkenin gerekliliğini şöyle açıklıyor:

"6284'e göre korunma talep eden kişi, tedbir için aile mahkemesine veya savcılık veya kolluk birimlerine delil olmadan talepte bulunabilir. Tedbir kararı verilmesi için de delil aranmaz. Aynı iddialarla ilgili olarak soruşturma açılmasını da talep edebilir. Talep olmasa veya şikayet olmasa da bazı suçlar için savcı doğrudan soruşturma yapabilir, önemli olan suçun niteliğidir.

"Bu ilke Yargıtay'ın çok eski bir içtihatıdır ve der ki: Bir kadın ya da çocuk kendi şerefini ve namusunu da ortaya koyarak, kendisine cinsel istismarda bulunulduğuna dair bir iddiada bulunmaz. O nedenle somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılır."

'Delil bulunamıyorsa bile kadının beyanı esas alınabilir'

Cinsel saldırıya ilişkin yeterli delilin bulunmadığı durumlarda, kadın ya da çocuğun beyanı sadece kovuşturma aşamasına geçilmesinde değil, davanın nasıl sonuçlanacağında da belirleyici olabiliyor. Avukat Hatice Kaynak, cinsel saldırı iddiaları bazen delille desteklenebilse de çoğu zaman bunun oldukça zor olduğunu iki farklı örnekle anlatıyor:

"Bir Alman kadının tecavüze uğradığı bir dava delille desteklenebilmişti. Bardan beraber çıktığı bir erkekle çorba içmeye gidelim demişler. Erkek, 'Evden bir şey almam gerekiyor' diyerek kadını kendi evine götürmüş. Eve girer girmez kapıları kilitlemiş ve kadına tecavüz etmiş.

"Tecavüz sonrası aceleyle iç çamaşırını giymeden pantolonunu giyip çıktığı için pantolonunda meni lekeleri bulundu. Orada bir delille desteklendi ama her zaman bu şekilde delil bulunamıyor.

"Başka bir olayda, bir kadın işe girdiği ilk gün patronu tarafından taciz edilmiş. Raftan bir şey almaya çalışırken patronu önce belinden tutup indirmiş, ardından öpmeye çalışmış. Ofiste ondan başka kimse yok, nasıl kanıtlayacaksınız? Sonra suç duyurusunda bulundu ve beyanı esas alındı, patrona ceza verildi."

'Çocukları da kapsıyor'

Avukat Kaynak, son örnekte olduğu gibi delil bulunamayan durumlarda, "Kadın böyle bir beyanda bulunurken herhangi bir menfaati olup olmadığı" konusunun incelendiğini anlatıyor. "Kadının beyanı esastır" ilkesinin sadece kadınları değil çocukları da kapsadığını ise bir dava dosyasından aldığı aktardığı şu örnekle anlatıyor:

"5 yaşındaki çocuk bir gün resim yaparken, servis şoförünü otobüsün içinde çiş yaparken çiziyor. 'Neden otobüsün içinde çiş yapıyor?' diye sorulduğunda, 'Bilmiyorum, benim karşımda pantolonunu çıkarıp çiş yapıyordu' diyor.

"Meğer şoför çocuğun karşısında mastürbasyon yapıyormuş. Burada çocuğun beyanından başka elimizde hiçbir şey yoktu ama çocuğun çizdiği resim delil sayıldı ve yine ceza verildi."

Kaynak, özellikle ensest vakalarının aile içinde gizli kaldığını ve genellikle arkada iz bırakmadan gerçekleştirildiğini hatırlatıyor. Dolayısıyla ensest mağduru kadın ve çocukların beyanının yargılamada belirleyici olduğunu yine bir dava dosyasından örnekle şöyle anlatıyor:

"8 yaşındaki bir çocuk yakını tarafından arkadan yaklaşıp sürtünme biçiminde 2 yıl boyunca taciz edilmiş ve ailesinin inanmayacağını düşündüğünü için söyleyememiş. 10 yaşındayken okulda bir olaya aşırı tepki verince ve rehber öğretmeniyle konuşunca ortaya çıktı.

"Elimizde hiçbir delil yok. Zanlı, 'O tarihde şehirde değilim' dedi. Şimdi bu iddiasının çürüten HTS kayıtlarını mahkemeye sunacağız ve çocuğun beyanını destekleyeceğiz. Dava henüz sonuçlanmadı ama çocuk bunu söylediği an dava aşamasına geçildi."

Adalet Bakanlığı yetkilisi ise çocukların beyanları söz konusu olduğunda bu ilkenin nasıl karşılık bulduğunu şöyle açıklıyor:

"Örneğin bir çocuk yaşıyla orantısız cinsel eylemlerle ilgili bilgi sahibiyse ya da karşı cinsle ilgili vücudunda bilmemesi gereken şeyleri biliyorsa, bu durumda hem dava açılması için hem de sanığın davada mahkum olması için yeterli olabilir."

'Masumiyet karinesine aykırı değil'

Avukat Hülya Gülbahar, konuyla ilgili Twitter paylaşımlarında "Kadının beyanı esastır" ilkesinin yargılama aşamasında da etkili olduğunun bizzat Yargıtay kararlarınca sabit olduğunu söylüyor:

"Kadının beyanı, yargılama sırasında; hayatın olağan akışına uygun, samimi, tutarlı ve istikrarlı, mağdur ile bir husumetten kaynaklanmayan, olay ertesinde hemen tanıklarla paylaşılmış, doktor raporları ile belgelenmiş ve sanık tüm bunları çürütemedi ise hüküm esastır."

BBC Türkçe'ye konuşan Gülbahar, Yargıtay'ın bugüne dek verdiği birçok karardan süzüp çıkardığını söylediği bu maddeleri ve masumiyet karinesine aykırı olmadığını şöyle açıklıyor:

"Yargılama aşamasında da elde en önemli dayanak beyan zaman delil değeri taşıyor. Sanık da kendini savunacak, yapacağı savunmada iddiaları çürütecek. Çürütemiyorsa bu da bir kanaat oluşturur.

"Masumiyet karinesi, bir kişinin suçu sabit oluncaya kadar o kişiye suçsuz gibi davranmaktır. O yüzden kovuşturma aşamasında 'şüpheli', yargılama aşamasında 'sanık', cezayı aldıktan sonra 'suçlu' diyoruz. Yargılama yapılırken hangi kuralların uygulanacağının masumiyet karinesiyle ilgisi yoktur."

Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç 3 hafta önce Türkiye gazetestine yaptığı açıklamada, "Eşler tartıştığında kadın, karakola telefon açıp şikayette bulunduğunda koca evden uzaklaştırma alıyor. Bu da öfkeyi ve kadına şiddeti körüklüyor. Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız" demişti.

Malkoç'un sözleri hakkında ise Gülbahar, "Bunlar hangi ülkede oluyor? Aksine kadınlar, mahkemeden eşleri için en fazla 6 ay uzaklaştırma alabildiklerinde bile seviniyor" diyor.

"Namus kadın üzerinden tartışılıyor, bedelini kadın ödüyor"

28 yıl hakimlik yapan, şimdilerde ise avukatlık mesleğini sürdüren Eray Karınca, "Kadının cinsiyeti nedeniyle uğradığı bir ayrımcılık ve şiddet söz konusu olduğunda elbette yargıcın bunu göz önünde bulundurması lazım" diye konuşuyor.

Türkiye'de hala toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin farkında olunmadığını belirten Karınca'ya göre, "namus" kadın üzerinden tartışılıyor ve "bedeli" de kadına ödetiliyor:

"Yargı da bunun farkında olarak, kadının zaten birçok olayda sessiz kaldığı, herhangi bir tavır geliştiremediği ve şikayetçi olamadığı öngörüsüyle; şikayetçi olmasını kovuşturma için yeterli görüyor. Ama yargılama sırasında asıl olan hakimin, "suçun işlenmediğine dair" vicdani kanaat getirmesidir."

Eray Karınca, Kastamonu'da yargıçlık yaptığı dönemde karşılaştığı bir davayı şöyle anlatıyor:

"45 yaşlarındaki bir kadın tarlada çalışırken, 20'li yaşlarındaki bir erkek tarafından taciz edilmiş. Tarlada başka kimse yok, görgü tanığı yok, sadece iddia var. Sanık başlarda böyle bir suçu işleyecek intibası uyandırmıyordu. Fakat sonra kadın mahkemede bir konuşmaya başladı, tüm detayları anlattı. Ben de savcılığın tutuklama talebi olmamasına rağmen cezayı bastım."

Karınca da "masumiyet karinesi" konusunda Avukat Gülbahar'la aynı fikri paylaşıyor ve "Kadının beyanı esastır" ilkesiyle masumiyet karinesi arasındaki ilişkiyi şöyle kuruyor:

"Kadının böyle bir iftira atması için ortada bir neden var mı? Bu noktada sanığın suçsuzluğunu ispatlaması boyutuna giriliyor ama gerekirse de girilir. Çünkü ceza yargılamasında önemli olan maddi hakikatin bulunmasıdır. Burada masumiyet karinesinden ödün vermemizi gerektiren bir şey yok."

"Genelde sorunlar geç şikayetten dolayı çıkar"

Eski hakim Mustafa Karadağ da cinsel suçlarda kadının beyanının önemli olduğunu çünkü ispat edilebilmesinin bir o kadar zor olduğunu ifade ediyor.

Karadağ, kadınların olay başlarına geldikten hemen sonra polise başvurmaları konusunda cesaretlendirilmeleri gerektiğini düşünüyor:

"Genelde sorunlar geç şikayetten dolayı çıkar. Olay olduğu an şikayet edilse, mutlaka vücutta bir emare olur. Kadınlara 'Şikayet edersem hakkımda olumsuz şeyler konuşulmaz, hukuk gereğini yapar, sadece benim istismarımı araştırır' güvencesinin verilmesi gerekiyor."

Karadağ hakimlik yaptığı dönemden tecrübelerini şöyle sıralıyor:

"72 yaşındaki bir kadının, sabah erken saatte kapının önünde üzgünce otururken tanımadığı bir kişinin meraklanıp kendisine iyi olup olmadığını sormasıyla ortaya çıkan bir olay vardı. Olayı anlatırken ağladığını dinlediğiniz zaman kadının beyanı esastıra bir anlamda inanmak zorundasınız.

"O zaman dersiniz, 72 yaşındaki bir kadın neden tutsun da aynı köyde yaşayan birisi hakkında böyle bir suç atımında bulunsun? Veya beş yaşındaki bir çocuk niye hiçbir erkekten korkmuyor da amcası geldiğinde korkuyor?"

Peki "Kadının beyanı esastır" ilkesi kadınlar tarafından suistimal ediliyor mu?

Gülsüm Kav, "Kadınların yüzde 90'ı beyanında haklı olmuştur. 'Kadının beyanı esastır'ı kadının kötüye kullanması ihtimali olabilirse de, bu çok zayıf bir ihtimal" diyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, çok fazla tersi örnekle karşılaşıldığını, aksine ilkenin tartışma konusu olduğu durumlarda "suyun bulandırıldığını" savunuyor:

"Hiçbir şeyin bilinemez olduğunu ve kadın beyanının da güvenilemez olduğu iddiası var. Bir prensibi bu şekilde tartışmalı kılmakla kadınlara çok ciddi bir zarar vermiş oluyor.

"İki kişinin dışında kimse bilemez demek, hiçbir şeyin açıklığa kavuşamayacağı ve her türlü taciz tecavüz davalarının bilinemezliğe sürüklenmesi riskini barındırıyor."