Türkiye "kutuplaşmayı", "mahallelere" ayrılmayı tartışsa da, hiç bölünmeyen kadim mahalleler var. En büyük kadim mahalle kadınlar söz konusu olduğunda yürürlüğe giriyor.
Sağdan sola, merkezden uca her kesimin tek sesli bir koalisyonda uyum içinde yaşadığı devasa bir mahalleden söz ediyoruz. Kadınlar, kadın hakları, kadınların sorunları, kadınların talepleri, kadınların eylemleri söz konusu olduğunda ilk sözü alan erkeklerin noktayı da "erkekçe" bir itinayla koymaya çalıştıkları, genellikle de koydukları bir mahalle bu. Sokağın adı "Tarsus"tu, ama Özgecan Aslan aslında bu büyük mahallede cereyan eden bir hayatın, bir sürecin kurbanıydı.
Bu kadim, bu her meseleyi erkekçe noktalamaya hevesli büyük mahallenin İslamcı kesimdeki en büyük virgüllerinden birisi, Hidayet Şefkatli Tuksal'dır. Tuksal, daima vicdan mahallinden hareket eden yaklaşımlarıyla, çıkarsızlığında büyüyen cesaretiyle karşıtlarında da saygı ve dikkat uyandıran bir ilahiyatçı. Hidayet Hanım söz konu olduğunda "karşıtlık" sadece İslamcı-laikçi parantezine sığmaz, aksine bu iki kesimi de yer yer ortak bir kaş çatma tavrında buluşturur. Kıymetini, etkisini, "itildiği" değil, tam aksine cesaretiyle kendisini tayin ettiği bu bağımsız konumdan alan Hidayet Şefkatli Tuksal ile “İslam’da kadın”ı konuşmak üzere Mardin'de buluştuk.
Tuksal, tezini “Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri” üzerine yazmış ve bu adla çalışmasını kitaplaştırmış bir ilahiyatçı. Bu nedenle de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kadınlar, Allah’ın erkeklere emanetidir” söylemiyle gündemde açtığı parantezi genişletmekte alanının en ehil isimlerinden.
Tuksal, kitabında kadınla ilgili benimsenen “Havva’nın Adem’den yaratıldığı”, “Şeytan’la işbirliği yaptığı”, “kadının eğri, aklı eksik, dini eksik olduğu”, “namaz bozduğu” gibi pek çok rivayetin sonradan hadisleştirildiğini detaylarına inerek açıklıyor ve söyleşide “İslam’ın 15 asırlık hikâyesi” diyerek bu “yeniden yaratma” sürecini şöyle açıklıyor:
“İslam’ı yorumlayan din bilginleri ve yöneticiler, erkek egemen zihniyete sahip oldukları için birçok şeyi erkek menfaatine uygun olarak yorumlayıp dini bir hüküm haline getirdi.”
Söyleşinin ilk bölümünde erkeklerin şekillendirdiği İslam’ı ve konu başlıklarına ilişkin kendi yorumlarını aktaran Tuksal, yarın yayımlayacağımız ikinci bölümde tacizi "batılı hayat tarzı"yla gerekçelendiren "haber"leri, iktidarın tecavüze karşı erkek dayanışmasına köstek mi, destek mi olduğunu, lider eşlerinin giyimindeki evrimi ve AKP ile cemaat arasında süregiden kavgayı değerlendirecek.
Bağımsız tavrı ve konuya hakimiyeti eşliğinde, Tuksal’ın T24’ün sorularına sözünü sakınmadan verdiği yanıtlar için buyrun.
- “Ben kalkıyorum, kadının Allah’ın erkeklere bir emaneti olduğunu söylüyorum. Bu feministler filan var ya, ne demek diyor, kadın emanetmiş, bu hakarettir. Senin dinimizle, medeniyetimizle alakan yok. Biz sevgililer sevgilisinin hitabına bakıyoruz. Allah’ın bir emanetidir, ona sahip çıkın ve incitmeyin, diyor.” Geçen hafta bu sözleri dillendiren Erdoğan haklı mı; İslam’da kadın, “Allah’ın erkeklere emaneti” mi?
Bu sözün söylendiği dönemde toplumun avantajlı kesimi erkeklerdi. Hem Kur'an-ı Kerim’de, hem hadislerde erkeklerin bu egemen konumlarından kaynaklanan güçlerini, üstünlük olarak görmelerinden ziyade kadınlar, köleler ve yoksullar gibi güçsüzlerin yararına kullanmaları için çeşitli teşvikler var. Dolayısıyla Hz. Peygamber, veda hutbesinde “Siz onları Allah’ın sözüyle helâl edindiniz, onlara iyi davranın” diyor. Bugüne kadar İslam geleneğine hakim olmuş anlayışta, cinsiyetler arası ilişki, erkeklerin kadınlara sahip çıktığı, koruduğu, kolladığı, beslediği bir ilişki biçimidir.
- Sizce bu anlayışın ne kadarı İslam’ın özüne paralel, ne kadarı sonradan Müslüman erkekler tarafından icat edildi?
İslam’a göre, kıyamette hesabınızı kendiniz verirsiniz. Bu insanların, bireyler olarak görüldüğünü gösterir. Diğer taraftan da korumacı, kollamacı bir anlayış vardır. Bu ikisi yüzyıllarca bir arada var oldu.
- Erkekler hâlâ avantajlı grupsa, sizce kadınlar hâlâ “Allah’ın erkeklere emaneti” mi?
Dini anlayışlar, içinde bulundukları tarihsel koşullarda oluşuyor ve zaman içinde yine koşullarla değişiyorlar. Türkiye’deki erkeklerin durumunu görüyoruz, ne yazık ki şiddetle malul, hasta bir erkeklik söz konusu. Bu durumda erkekler ehil olmadığı için, emanete riayet edemedikleri için kadınların erkeklere değil, kendilerine emanet edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde kadın kendi işini görüyor, kimseye emanet edilmesine gerek yok.
- Erdoğan’ın zaviyesinden söyledikleriniz “İslam’da bozulma” olarak kodlanamaz mı?
Kodlanabilir. Zaten İslam’daki geleneksel yorumları savunan hocalar, güçlü erkek/zayıf kadın, dışa açık erkek/dışa kapalı kadın vb. kabullerin fıtri, yani “normal” olduğunu ve kıyamete kadar kadın erkek ilişkisinin bu dengede kalması gerektiğini savunuyorlar.
- Fıtri “normal” mi demek?
İslam’da çok açıklaması olmayan, geçmişte üzerinde çok tartışılmamış bir kavram, ama bir tür normale tekabül ediyor.
- Ancak CNN Türk’te Mirgün Cabas’ın programında kadının veya erkeğin fıtratına dair verilmiş net cümleler olmadığını da söylediniz.
Evet, öyle.
- O zaman İslam’da “normal” ne?
Kur'an-ı Kerim’de insan doğasına ait iyi ve kötü özellikler sıralanıyor, hiçbir şekilde erkek - kadın doğasına dair farklılıklara vurgu yok. Sadece bazı olaylarla, kadınların aile içindeki rollerine ilişkin farklılıklara yer veriliyor ama fıtratının farkına dair bir şey söylenmiyor. Aile ve toplum içindeki rollerin, fıtrata bağlı olduğunu düşünenler bizim Müslümanlar. Erkek egemen yaklaşım tarihin en eski zihni yapılanmalarından biri olunca bu açıdan bakış, yazılanı da öyle okuyor. Sadece Müslümanlar değil, Hindular da, Yahudiler de, Hristiyanlar da böyle bakıyor. Kadınlarla ilgili olarak Orta Çağ’daki dini bir metne baktığınızda bunun hangi dini gruba ait olduğunu anlayamazsınız, o kadar benzerdirler yani…
- Ali Bulaç’ın da geçen hafta köşesinde yazdığı, kadın fıtratını zihnen kurgulama sürecinde kullanılan “cehennemlik kadın suçları” listesine neler giriyor?
Başta zulmetmek, hakikati inkâr etmek anlamına gelen “küfür ehli olma” gibi suçlar, cehennemlik suçlardır. Kur'an-ı Kerim’de “kadına özel cehennemlik suçlar” gibi bir kategori yok fakat hadis literatüründe karşınıza böyle bir kategori çıkıyor. Çeşitli rivayetlerde nankörlük, cimrilik, kıskançlık gibi birtakım huyların cehennemlik suç kategorisinde temsil edildiğini görüyoruz.
- “Kadın kıskançlığı eşittir cehennemlik suç” denklemi sizce tamamen sonradan hadisleştirilmiş bir yorum mu?
Evet, ben öyle olduğunu düşünüyorum. Başka rivayetler de var. Mesela cehennemde zenginler ve kadınların eşleştirildiği ve “iki kırmızı onları meşgul ediyordu; altın ve ipek” denildiği bir rivayet vardır. Bu ve benzeri rivayetler, hadis literatüründe terhip (korkutma) ve terğip (rağbet ettirme, sevdirme) olarak isimlendirilen bir türdür. İnsanları daha dindar kılmak ve günahlardan uzaklaştırmak için uydurulmuştur. Bunların, hadisleşmiş sözler olduğu İslam âlimlerinin ortak kabulüdür. Fakat buna rağmen, yine âlimler tarafından bu sözlerin sanki Peygamber (sav) sözüymüş gibi nakledildiğini görüyoruz. Bugün de bunlar birtakım çevreler için güzel malzemeler ve kullanılıyorlar. Kültüre sinmiş olan kadınlarla ilgili rivayetlerin çoğu da işte bu tür “hadisleştirilmiş” rivayetler.
- Kitabınızdaki “Ataerkil Yorumsama Geleneğinin Etkileri” bölümünden bir cümle: “Erkeğin karısını başka erkeklerden kıskanması cinayeti meşru kılacak bir tarzda çeşitli rivayetler aracılığıyla Hz. Peygamber’e mal edilerek yüceltilmektedir.” Âlimlerin bu rivayetleri kullanmalarının sebebi sizce sadece popülizm mi, yoksa kendi menfaatlerini korumak da bir neden mi?
İkisi de sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Peygamber’in “Ben de kıskancım, hatta Allah benden daha kıskançtır” dediği hadise referansla erkeklerin kıskançlıkları, Allah’ın kıskançlığıyla özdeşleştirilerek yüceltiliyor.
- Kadın cinayetini meşru kılan bir hadis var mı?
Kadın cinayetini meşru kılan bir hadis yok ama kıskançlık rivayetleri böyle anlaşılmaya müsait ne yazık ki.
- Sizce kadın ve erkek kıskançlığında yaratılan “cehennemlik” ve “ideal” ayrışmasının sebebi ne?
Çok eşli toplumlarda bir kadının kıskanç olması, kumasını kıskanması erkeğin rahatını kaçırıyor, bu yüzden “cehennemlik suç” oluyor. Ama erkeğin kıskanması “namusuna düşkün olmak” anlamına geliyor, “ideal” erkek tavrı oluyor.
- Erkeklerin kıskançlığı ideal, kadınlara atfedilen “baştan çıkarıcılık” cehennemlikse başka bir rivayetteki gibi “cehennemin çoğunluğunun kadın” olması ne kadar kaçınılır?
E kaçınılmaz oluyor tabii. Ancak altını tekrar çizelim, biz hadislerden değil, hadisleşmiş rivayetler üzerinden konuşuyoruz. Bunların uydurulma sebepleri, kadınları korkutmak gibi birtakım işlevleri yerine getirmeleri. Neden kadınlarla ilgili bu kadar çok rivayet var? Çünkü onları kalıba dökmek isteyen bir anlayış var. Onların itaatkâr, kocasına çok az sorun çıkaran, mümkünse hiç çıkarmayan kadınlar olmasını isteyen bir anlayışın ürünü.
- Anlayış bu olsa da İslam’ın ilk kadın muhataplarının “kula kulluk etmeme” bilinciyle yaşadığını söylüyorsunuz.
Evet. Sadece ilk bölümünde değil, her döneminde böyle kadınlar oldu. Kitaplara baktığınızda böyle bir söylem var evet, ancak söylemle pratik arasında birebir örtüşme olmuyor. İlk dönem tecrübesine baktığınızda, farklı rivayetlere yansımış, şaşırtıcı örnekler de görüyoruz. Yoksa şöyle bir rivayeti nasıl duyardık: “Kocası Mekke’de, kadın Müslüman oluyor, çoluğunu çocuğunu bırakıp Medine’ye hicret ediyor.”
- Bugün kadınlar için uygun olmadığı söylenen “tek başına yolculuk.”
En azından kocası olmadan geliyor. Veya bir başka rivayet: “Kadın Müslüman, kocası müşrik, Mekke fethedilince adam kaçıyor, kadın kocasını bulmak için peşinden gidiyor ve onu bir sahilde bulup getiriyor.” Hz. Peygamber ile komşuluk, arkadaşlık edip onun terlerini silen, dualarını alan kadınlar da var bu kitaplarda. Hadis literatüründeki bu çeşitlilik bile tek tip kadın algısının doğal olmadığını gösteriyor. Ama söyleme baktığınızda, sanki kocası olacak adam için dünyaya gelmiş bir kadın modeli görüyoruz; onun sözünün dışına çıkmayacak, onun istediği hayatı yaşayacak, onun hayatını kolaylaştıracak, çocuklarına bakacak vs.
- İslam’da cinsiyetler arası eşitsizlik, ne kadar sadece yorum kaynaklı? Kadınlara belli koşullarda şiddet uygulamayı uygun gösteren bir ayet de yok mu?
Nisa suresinin 34. ayetinde “nüşûz”dan bahsediliyor. Kimi âlime göre, kadının kocasını aldatması nüşûz, kimisine göre yemek yapmayı reddetmesi. Böyle durumlarda önce erkeğe karısıyla konuşması, sonra ilişkilerine mesafe koyması, sorun hâlâ çözülmediyse “darabe” edilmesi söyleniyor. “Darabe” kelimesinin tercümesine gelince, dövmek diyen de var, boşamak olarak gören de, cinsel ilişki kurmak olarak tercüme eden de var. Evet, şaşırtıcı ama böyle. En yaygın yorum, dövmek.
- Sizin yorumunuz ne?
Boşamayı daha makul görüyorum. Sonuçta güzel sözle anlatamadığınızı döverek ne kadar anlatabilirsiniz? Yalnız “dövebilirsiniz” diyen âlimlerde de şöyle bir şerh var: “İncitmeden döveceksin, mesela ipek mendille vuracaksın.” Gerçek değil, sembolik bir şiddet uygulanması gerektiği yönünde görüşler var. Çünkü dövmek, İslam fıkhında cezası olan bir suç.
- Aldatma, yemek yapmama dışında sembolik şiddetle sonuçlanabilecek diğer eylemler neler?
15 asır önceki bir dönemden bahsettiğimizi unutmayalım; evlilikte kadının cinsellik dışında bir görevi yok, çocuğunu emzirmek de dahil.
- İslam’ın özü koşullara göre yorumlanıyorsa, aynı dönemde İsveç ve Suudi Arabistan’daki kadınlara çıkarılabilecek vazife listelerinin farkı nasıl alınıyor?
Bu çağda aslında herhangi bir fark olmaması lazım.
- Karşınızda oturan, kadın cinayetlerini kadının çalışmasına da bağlayan Ali Bulaç olsa ve dese “Hidayet Hanım, Batı’nın gölgesinde kalmışsınız, söylediğiniz şeyin temeli nerede?”
Ali Bulaç neden bahsediyor ki, kendi karısı çalışıyor-du, belki emekli olmuştur. Ali Bulaç gibi kişilerin söylediklerinin pratikte karşılığı yok. İdeal üzerinden bir şey söylüyorlar ama onlar kadın olsaydı, bizim gibi yaşayacaklardı. Ayrıca kendisi ne kadar geleneksel bir erkek Müslüman?
- Açar mısınız, geleneksel Müslüman erkek ne demek?
Modern araçların bu kadar yaygın olduğu modern toplumda kendisi veya kim, ne kadar geleneksel kalabiliyor da geleneğin temsilcisi oluyor?
- Erkeğin baştan çıkması ile kadının baştan çıkarması arasında İslam’da nasıl bir sınır çiziliyor?
Şöyle tavsiyelerde bulunulur; “Kur'an-ı Kerim’de ‘Zinaya yaklaşmayın’ buyrulmuştur, bu ‘Zinaya giden bütün yolları kapatın’ demektir.” Bu tür bir söylem üzerinden kadınların tesettüre girmesi, konuşmalarına dikkat etmesi, bunu mecburiyet sınırında tutmaları söylenir. Tabii bunun benzerleri, mesela, konuşurken ciddi olmak erkeklere de söyleniyor.
- Tartıda kadının yükümlülükleri ağır basmıyor mu?
Gene söylem ile pratik arasında fark var. Söylemde kadınlar baştan çıkarmak isterlerse bunda etkili olabilecekleri konusunda bir kabul var. Ama iki cinse de kuvvetli tavsiyeler var. Eşitsizlik şurada başlıyor; Müslüman erkek çok eşli olabiliyor ve kolaylıkla evlenip boşanabiliyor. Kuran’da tavsiye edilen boşanma şartları daha zorken; örneğin şahitler huzurunda, bekleyerek, düşünerek yapılması gerekirken, İslam fıkhı, boşanmayı erkeğin iki dudağına vermiş, kadınınkini de zorlaştırmıştır. Böylece erkeğin kolayca evlendiği ve boşandığı bir sistem kurulmuş. Erkek, daha fazla kadınla yaşadığı bir cinsel hayat kurabiliyor, ama kadın için tek meşru olan kişi kocası.
- Sizce bu meşruiyetini Kuran’da bulan bir sistem mi?
Kuran bence bir sistem inşa etmiyor, o dönem zaten böyle yaşanıyor ve sistem, Kuran’a da böyle yansıyor. Kuran’da sistem ortadan kaldırılmasa da kadınların haklarını kuvvetlendiren tavsiyeler yer alıyor. Örneğin, çok eşli bir erkeğin eşlerine karşı adil olması gerektiği söylenirken “Ne kadar isteseniz de adil olmayacaksınız, o zaman bir taneyle evlenin, bu sizin için daha iyi” deniyor.
- AKP döneminde çok eşli evlilikler sizce arttı mı, azaldı mı?
Onu bilmiyorum ama bu dönemde çok eşliliğin propagandasını yapmak kolaylaştı. Bunu İslam üzerinden konuştuğunuzda pek çok hoca, “Erkeğin böyle bir hakkı var” der. Ancak kadınlar etraflarındaki bu tür evlilikleri onaylamıyorlar, kendi başlarına geldiğinde de “Allah’ın emri” diyerek kabullenmek yerine itiraz ediyorlar.
- Temel kaynakta buna yol veriliyorsa, kadınlar, erkeklerin çok evliliğine nasıl karşı çıkıyor?
Bahsettiğim tek eşliliği tavsiye eden ayetle. Ayrıca temel metin çok eşliliği de İslam’ın temel şartlarından biri olarak görmüyor. Çok eşliliği bir realite olarak gören ama yol açtığı problemler nedeniyle tek eşliliği daha iyi bir seçenek olarak sunan bir zemin var. Şunu da söylemek lazım, erkeklerin çok eşli olduğu toplumlarda, kadınların başından mutlaka birkaç evlilik geçiyor. Kimse Türkiye’deki gibi “Yok efendim, gelinliğimle girdim, kefenimle çıkacağım” gibi bir düşünceyle evlenmiyor. Boşanmak ayıplanmıyor. Bir kadın boşandığı zaman çok kolay gidip başka bir erkekle evleniyor. Çocuklarını da kocasına bırakıyor.
- Dolayısıyla annelik, İslam’da kutsal değil mi?
Kutsallaştırılmadığını düşünüyorum, çünkü durum annelik kültü oluşturmaya müsait değil. Bence, çok eşlilik sisteminin gelmesini isteyen ve bunu açıkça söyleyen erkekler, kadınların da annelikten vazgeçebilecekleri, gidip başka adamlarla evlenebilecekleri sonucunu da kabul etmeliler. Bir arkadaşımızın dört halifenin eşlerine dair yaptığı tezde gördük ki, bu halifeler öldükten sonra hanımlarının başlarından başka bir sürü evlilikler geçmiş. “Ben Ebubekir’in hanımıyım” diye oturmamışlar, başka kişilerle evlenmişler.
- Her ne kadar dinin topluma gönderildiğini, dolayısıyla o günün ve toplumun koşullarına göre şekillendiğini söyleseniz de yeni bir din, var olanı değiştirme amacından kaynaklı içinde radikallik de barındırıyor. Dolayısıyla İslam’ın sizin yorumunuzdaki özünü referans alarak soracağız; “İslam’da kadın-erkek eşit, Müslümanlar sonradan çarpıttı” mı, yoksa “Temelde eşitsizlik vardı, fakat bu sonradan katlandı” mı?
Ben 1- Kur'an-ı Kerim’deki ayetleri, 2- hadis rivayetlerini, 3- toplumsal pratikleri ve bu pratiğin yansıtıldığı söylemleri, hepsini ayrı bir yere koyuyorum. Kur'an-ı Kerim bazında ataerkillik meselesine baktığımda şu sorular eşliğinde bakıyorum meseleye: Allah Teâlâ insanlara vahiy göndermeye karar verdiğinde, nece konuşacak? O insanların, yani Arapların, konuştuğu dilde. Peki hangi kavramlar üzerinden konuşacak? O insanların dünya görüşlerini oluşturan kavramlar üzerinden. O zaman köleciliği onaylayan, tüccar ve erkek egemen bir zihniyet var. Birçok konuda önce erkeklere hitap ediliyor olması toplumun yapısından kaynaklanıyor ama birileri onu “Hayır, Allah bana hitap ediyor çünkü erkek olduğum için üstünüm” diyerek de yorumlayabiliyor. Ben ontolojik anlamda kadın ve erkeğin Kuran’da eşit görüldüğüne inanıyorum.
- Size göre, İslam’la devrim değil, reform mu yapıldı?
Reform yerine iyileştirme diyorum. Vahiy, zihniyette tamamen devrim yapmaya çalışıyor. İnsanların Allah’tan başka otorite tanımaması bence bir devrim. Çünkü bu kocayı da otorite olmaktan çıkarıyor. Günümüzün entelektüel kadınları ne diyor; “Biz bu ilişkilerde kocaya değil, Allah’a tabi oluyoruz.” Böyle baktığınızda devrim diyebilirsiniz, ama “böyle bakıldı mı” meselesi var. Orada devrimin gerçekleşmediğini görüyoruz.
- Kur'an-ı Kerim bugün gönderilse sizce neler farklı olurdu?
Kur’an-ı Kerim demeyelim. Bugün ilahi vahiy tekrar gönderilecek olsa bence özü değişmez. Çünkü bütün dinlerin özünde aynı şey var: Yaratıcımız Allah, biz onu tanımakla emrolunduk ve dünyada doğru davranmak zorundayız. Bu doğruluk Musevilik’te 10 emirle oluyor, Kur'an-ı Kerim’de de aşağı yukarı 10 emrin benzeri ahlaki ilkelerle.
Ayrıca kadınlar konusunda “devrim” niteliğinde tavsiyeler, emirler var Kur’an’da. Mesela kadınlara miras hakkı tanındı. Bu Hıristiyan toplumlarda neredeyse 20. yüzyıla kadar tanınmayan, o dönem için çok devrimci bir hak. Fakat pratikte Müslüman toplumlar bu ayet yokmuş gibi davranıyor. Kadına miras vermek bir türlü kurumsallaşmıyor, yaygınlaşmıyor. İslam’ı yorumlayan din bilginleri ve yöneticiler, erkek egemen zihniyete sahip oldukları için birçok şeyi erkek menfaatine uygun olarak yorumlayıp dini bir hüküm haline getirdi. İslam’ın 15 asırlık hikâyesi budur. Peki biz Müslüman kadınlar, böyle yaşamak zorunda mıyız? Bence değiliz. Bugünkü haklarımız ve yaşama koşullarımız, geçmişe göre daha iyi. İslam âlimlerinin önerdiği fıkhi hükümlere geri dönmek, bugünkü haklarımızdan vazgeçmek demek. Bunu kaç Müslüman kadın kabul eder? Yüksek sesle protestolar olmasa da pratikte bunu fiili bir reddediş var.
- Fiili reddediş sizce İslam çatısı altında mı yapılıyor, yoksa laikliği tercih ederek mi?
İlla ayrıştırılmasına gerek yok. Hem Müslüman olup, hem de ortak yaşam kodu olarak laikliği tercih eden insanlar var. Bence de Türkiye için en uygun sistem, değerlere saygılı bir laiklik.
- Sebeplerden biri, İslam’ı yorumlayacak âlimlere güvende problem yaşamanız mı?
Kimsenin bana kendi dini anlayışını “gerçek din” diye dayatma hakkının olmadığını düşünüyorum. Kimsenin böyle bir gücü olmamalı, laiklik bunun için gerekli.
- Söylediklerinizi şöyle özetlemek ne kadar yanlış: “Erkekler, İslam devrimini kadınlardan çaldı.”
Biraz ağır bir ifade, ama sonuçları itibarıyla böyle diyebiliriz. Ama ne zaman çalındı biliyor musun; Hz. Peygamber döneminde tam da devrim ruhuna uygun bir sürü olay yaşandı fakat onun vefatıyla birlikte kırılma oldu. Siyasi karışıklıklar ve genişleme döneminde, birçok konuda yeniden tartışmalar yaşandı ve Kuran mesajının getirdiği özgünlük ve özgürlükler çalındı. Çünkü “fitne dönemi” yani bizdeki “olağanüstü hâl” anlayışı ortaya çıktı ve kadınların tekrar eski kadınlar olması istendi, bütün fıkıh bunun üzerine kuruldu.
- Bugün bir peygamber gelse sizce feminist olur muydu?
Bugün bir peygamber gelmiş olsaydı kadın haklarını savunan, kadına karşı şiddet mücadelesine destek veren biri olurdu. Tacizi, tecavüzü engellemeye çalışırdı. Bundan hiç şüphe etmiyorum.
YARIN: Erdoğan, Gül, AKP, cemaat