'Kaf Dağı’nın Ardında' sergisinden: Cinler ve yaratıklar, bizi bir anlığına kendi cehennemimize götürüyor

'Kaf Dağı’nın Ardında' sergisinden: Cinler ve yaratıklar, bizi bir anlığına kendi cehennemimize götürüyor

Öykü Demirci*

CANAN, feminist, aktivist ve politik bir sanatçı. Yirmi yılı aşkın sanat hayatında, ataerkil düzenin baskılarını, iktidarların toplum üzerindeki güç savaşlarını konu ediniyor ve bunu yaparken de çoğunlukla kendi bedeninden yola çıkıyor. Sanatçının “Kaf Dağı’nın Ardında” adlı sergisi 24 Aralık 2017 tarihine kadar Arter’de ziyaret edilebilecek.

“Kaf Dağı’nın Ardında” sergisi ismini Arap ve Fars kozmolojisinin efsanevi Kaf Dağı’ndan alıyor. Masallarda ancak Anka kuşunun kanadında ulaşılabilen bu dağ, gerçeküstü yaratıklar cinler ve insanların bir arada yaşadıkları şaşırtıcı bir evren olarak tasvir ediliyor. Sanatçı da yarattığı bu evreni cennet, araf ve cehennemi temsil edecek şekilde üç kata yayarak izleyiciyi kendi içine doğru bir yolculuğa çıkarıyor.

Yolculuktaki ilk durak, ulaşmak için yükselmemiz gerektiğini düşündüğümüz cennet. Aklımıza gelen ilk tasvirin aksine sanatçı cenneti mekanın zemin katında kurguluyor. Sergi boyunca her katın koruyuculuğunu üstlenen Tanrıçalardan cennetin koruyucusu olma görevi Anadolu kültüründe doğurganlığı ve bereketi simgeleyen, farklı kültürler de ise “doğa ana” adıyla karşımıza çıkan Kibele’ye veriliyor. Sanatçı, hamile olduğu dönemde ürettiği bu yapıtta kendi bedeniyle Kibele’yi temsil ediyor ve hamile bedene biçilen bütün söylemlere karşı çıkıyor.

Cennet’de karşımıza ilk olarak Hayvanlar Alemi(2017) adlı enstalasyon çıkıyor. Sanatçının bu sergi için ürettiği enstelasyon, tam da Kaf Dağı’nda olduğu müjdelenen alemi temsil ediyor. Balıklar, yılanlar, Anka kuşu ve diğer yaratıklar canlı renklerdeki payetli kumaşlar kullanılarak oluşturulmuş ve Arter’in Beyoğlu’na açılan vitrinin önünde insanları adeta bu evrene davet ediyor.

Sergide ışık ve gölge kavramı karşımıza önemli bir motif olarak çıkıyor. Sanatçı form olarak serginin ışık ve gölgeden oluşmasının referansının Jung’un Gölge Arketipi olduğunu söylüyor.

Jung’a göre “Başkalarında bizi rahatsız eden her unsur kendimizi anlamamıza yardım eder ..gölge ego kişiligi tehdit eden ahlaki bir problemdir ve hiç kimse üzerinde ciddi olarak uğraşmadan gölgesinin farkına varamaz, onun farkına varmak demek kişiliğin karanlık yüzünü karakterinin bir parçası olarak kabul etmek demektir. Bu kabullenme kendimizi tanımak ve bireysel mutluluğa erişmek için gereklidir. Bireysel bir mutluluk olmadan kolektif bir mutluluk olmaz.”1

Kaf Dağı’nın Ardında’ da toplumsal ve bireysel travmalar yaşadığımız bu dönemde aslında önce bireysel ve sonrasında kolektif olarak nasıl çözüme ulaşabileceğimizi sorguluyor.

İçinde bulunduğu kata ismini veren Cennet(2017) adlı yapıtta yedi renkli tül üzerine işlenmiş eril ve dişil özelikleri iç içe geçmiş insanlar, bitkiler, güneş, ay ve hayvanlar döndükçe gölgeleri duvarlara yansıyor.  Serginin küratörü Nazlı Gürlek Cennet’i “Duvardaki gölgeler, eril ve dişil özellikleriyle birbirlerine karışırken, onlara yaklaştıkça bizim gölgelerimizle de karışmaya başlıyorlar.” sözleriyle anlatıyor. 

Katta hakimiyeti hissedilen dişil güç teması, dolunayda uluyarak koya inen kadınların ritüelinin gösterildiği, “Ay Işığında Yıkanan Kadınlar”(2017) adlı videoda da devam ediyor. Video, rivayete göre Burgazada’da yaşamış ve denize çıplak girdiği için baskıların hedefi olmuş ve sonunda dayanamayarak hayatına son vermiş Madam Marta’ya ithaf ediliyor. Sanatçının hamile olduğu dönemde ürettiği bir başka yapıt olan Çeşme(2000) kadın bedenini erotik anlamından çıkarıyor. Bu yapıtta CANAN bedenini kapatarak yalnızca süt damlayan iki memesini açıkta bırakıyor ve anne sütünün fizyolojik işlevinden farklı olarak “doğa ile insan arasında bağ kuran” niteliğine dikkat çekiyor.

Araf katının koruyuculuğunu Şahmeran(2013) üstleniyor. Mezopotamya kültürüne ait bir figür olan Şahmeran güçlü, bilge ve şifacı bir kadın olarak bilinir. CANAN bu işinde, kendi suretini masallarda duymaya alışık olmadığımız “kendi hikayesini şekillendiren” bu kadına veriyor. 

Sanatçı Araf kavramını arada kalmış bir mekandan ziyade bir süreç olarak yorumluyor ve bu katı “sınırları aşmakta zorlanan, deliliğin eşiğinde, gelişimini tamamlamaya çalışan” kadınlara ithaf ediyor ve Şahmeran aracılığıyla onlara şifa veriyor.

Araf katında izleyiciyi “Kuş Kadın”(2017) adlı enstalasyon karşılıyor. Taştan yapılmış kuş figürleri, taşa kazınmış pençe gibi ayakları, kanadımsı kollarıyla kuştan kadına ya da tam tersine dönüşen  “Kuş Kadın” a doğru seyirediyorlar. Tam da bu noktada akıllara Simurg öyküsünün gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. CANAN bu enstalasyonda kuşların dünyayla gökler arasındaki birliği sağlayacağı inanılan Simurg’u bulmak için Kaf Dağı’na olan yolculuklarını anlatan efsaneye göndermede bulunuyor. Efsaneye göre bu yolculuk sürecinde kuşların kimi hasedinden, kimi kibrinden, kimi de açgözlülüğünden yarı yolda kalıyor, nihayetinde hayatta kalan 30 kuş Simurg’a ulaşma yolunda en sonunda kendilerine ulaşıyorlar.

Hezeyan(2013) adını taşıyan bir saatlik videoda itirafların, uykusuz geçen gecelerin, hayallerin doldurduğu ve kadının ruh sağlığının bozulmasıyla sonlanan karşılıksız aşkı anlatan bir aşk günlüğüyle karşılaşıyoruz.

Bu katta ışık ve gölge teması Araf(2017) adlı yapıtla devam ediyor. Araf ilk kattaki Cennet ile aynı konumlandırılmış fakat burada cennetin bütün o neşeli renkleri ve cinsiyetsiz figürler ve masalsı yaratıklar yerlerini gri tonlara bırakıyor. Karşımıza kuşlar ve melek figürleriyle uçan bir kadın çıkıyor.

Araf ‘ın ardından karşımıza sanatçının ilk defa bir arada sergilenen 1998-2008 tarihli Şeffaf Karakol isimli heykeli ve gravürleri çıkıyor. Sanatçı bu heykelde Bentham’ın “Panoptikon” hapishanesine gönderme yapıyor, Foucault’ya göre “panoptikon modern güç kavramının temelini oluşturur, izlenmese bile izlendiğini ya da her an izlenebileceğini düşünen birey kendi kendine bir oto kontrol mekanizması geliştirerek kendini denetlemeye baslar.”2 Bu yapıtlar CANAN’ın feminizmin “kişisel olan poliktir” düşüncesini benimseyerek kendi bedenini işlerinde kullanmaya başladığı erken döneme ait.

Dışarıda Çok Kötülük Var(2017) bu sergi için yaratılan bir başka enstalasyon. Burada sanatçı akıl hastanesi odasını andıran bembeyaz odayı kendi el yazısıyla doğa, sevgi ask ve erotizm özlemiyle donatıyor ve izleyiciyi bu özlemlerin neden delilik diye yorumladıklarını sorgulamaya davet ediyor.

Serginin en üst katı yani cehennem Şehretün’nar(2011) ile korunuyor. Efsaneye göre cinlerin anası olduğu kabul edilen bu kadının dört bin ayrı duyguyu barındıran dört bin tane yüzü var. Kendi yüzlerini kullandığı bu yapıtta resmin başındaki ifadesiz yüzün “yaşanan her türlü acıya karşılık, duygularını dışarıya yansıtmamak için gösterilen mücadelenin de bir göstergesi” olduğunu söylüyor.

Garaibü’l-Mevcüdat(2017) serginin cehennem temalı son katının tamamını kaplıyor. Bu kat adını Kazvini’nin yazdığı, coğrafi ve kozmolojik bilgilerin yanı sıra görülmemiş ve duyulmamış canlıları ve hikayeleri konu edinen Acaibü'l-mahlukat ve Garaibü'l-mevcudat adlı kitaptan alır. Tamamen karanlık bir odaya yerleştirilen tuval üzerine fosforlu boyayla resmedilmiş cinler ve yaratıklar korkularımızı açığa çıkararak bizi bir anlığına kendi cehennemimize götürüyor. Fakat ışıklar açıldığında bütün o yaratıklar yerlerini aşina olduğumuz çizimlere bırakıyor.

Cehennem katından çıktığımızda CANAN’ın bizi Kaf Dağı’nın ardına yani kendimize doğru çıkardığı yolculuğun da sonuna geliyoruz. Sanatçı bizi ve varsayımlarımızı tepetaklak ettiği bu kurguda, sanıyorum ki bu dünyada cehennemi de cenneti de yaratının bizler olduğunu kavramamızı istiyor. “Kendi karanlık anlarımız ile karşılaşıp, önce onunla halleşmemiz gerektiğini fark ettim. Bu kadar kutuplaşmanın olduğu bir ülkede herkesin birbirine yakınlaşmasının yolu, herkesin birbirinin acılarını görmesinde…”  diyerek  yaşadığımız çağın kolektif travmalarının ardından gelen iyileşmenin ve çözümün ancak yine kendimizden başlayarak gerçekleşebileceğini vurguluyor.

Bu yazı, Halkaartproject.net'ten alınmıştır