Ümit Özat Almanya'da yaşadıklarını, rahatsızlığını, ailesini, Türkiye'ye Fenerbahçe'ye duyduğu özlemi samimi bir dille Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat'a anlatıyor...İşte Donat'ın bugün köşesinde yer veridği sohbet:" Şampiyonluk nasıl kaçtı? Hava serindi ama güneşliydi. Köln'de, şehir merkezindeki meydanda, bir İtalyan lokantasındaydık: "Si Claro Restaurant." "Dışarda" oturduk, gelip geçene bakıyor, sohbet ediyorduk. Yanımıza genç bir hanım yaklaştı. Ümit Özat'ın omzuna dokundu: - Kaptan seni çok seviyorum. Resim çektirebilir miyiz? Lokantanın sahibi bir Türk: Tuncelili Orhan Ağırbaş. 25 yıldır Almanya'da. "Babasıyla birlikte" gelmiş... Baba, Bayer'de çalışıyormuş. Sonra "yerleşip kalmış." "Bar" açmış, "kafe" açmış, şimdi de "lokantacı." Masamızda Cem de vardı. Ümit Özat'ın kardeşi. Cem "çocukken Gençlerbirliği'ndeydi." Amasya'da, Afyon'da, Çubuk'ta, Zonguldak'ta, Aksaray'da, Kilimli'de top oynadı." Hala "oynayacak yaşta." Ama futbolu erken bıraktı. Şimdi Ankara'da, Sakarya Caddesi'nde, amcası ile birlikte "Ayaküstü Piknik"i işletiyorlar. Onlar 5 kardeş. 2 kız, 3 erkek. Erkekler "futbola meraklı." Kardeşlerden biri "hakem Murat Özat." Murat "hakem olduğu için Türkiye'den kopamamış." Cem "abim hasta, yanında olmalıyım" diye Almanya'ya gelmiş. - Eee kaptan. Nasılsın bakalım? Günler geceler nasıl geçiyor? Ümit Özat "iyiyim abi" dedi: - İlaçlarımı alıyorum, gece de rahat uyuyorum. Size bir anımı anlatayım. Bir şey oldu, günlerce uyuyamadım. Tam 40 gün evden çıkamadım. - Hayırdır? Ne oldu? Ne zaman? Başladı anlatmaya... Süper Lig bitiyordu, son maçımızı Denizli ile oynuyorduk. Denizli'yi yenip, şampiyonluk turu atacaktık. Olmaz böyle şey, yenemedik. Denizli'den döndük, sabaha kadar uyuyamadım. Her gece uyanıyor, Allah'ım bu bir rüyadır inşallah diyordum. Şampiyonluğu kaçırdığımızı kabul edemiyordum. Geceler boyu yarı uykuluydum. Tam 40 gün boyunca evden çıkamadım. Abi olmaz böyle şey, o şampiyonluk kaçmazdı, nasıl kaçırdık, düşündükçe hala rüya sanıyorum. Kafası "Köln'de", kalbi "Fener'de..." Telefon durmak bilmiyor. Bazen "Daum" arıyor. Bazen "Mondragon." Bazen Türkiye'den veya Almanya'dan "futbolcu arkadaşları." Ali Şen "günde birkaç kez" telefon ediyor. "Sevilmek, aranmak" güzel şey. Hele bir de insan "yurdundan uzaktaysa... Ve de hastaysa." "Kaptan" Ümit Özat hızla iyileşiyor. Onu iyileştiren, doktorların ilgisi kadar "sevenlerinin de arayıp hatır sorması, senin için ne yapabilirim" demesi. Söz Fenerbahçe'den açılıyor. Özat: - Bu yapılanma ile Fenerbahçe, önümüzdeki 10 yılın 7'sinde şampiyon olur. - Fener'de 6 yıl oynadım... 4 sezon kaptanlık yaptım... 3 şampiyonluk yaşadım... Bundan büyük onur olur mu? Gün ilerleyip, hava iyice soğuyana kadar oturduk. "Kafası" Almanya'daki takımındaydı. "Kafası" sağlığındaydı... Doktorlardan gelecek haberlerdeydi. Ama sık sık "Fenerbahçe" diyordu, Türkiye'deki takım arkadaşlarından bahsediyordu. "Yavuz abi" dedi: - Ben buradayım ama kalbim Türkiye'de... Fenerbahçe'de... Haydi eve gidelim, Fenerbahçe TV'yi izleyelim. Zaman tüneli Anne demiş ki "ey çocuklarım, yalan söylemeyin, çalışın, babanızın sözünden çıkmayın." Baba demiş ki "hangi işi seviyorsanız onu yapın... Ama yaptığınız işte mutlaka başarılı olun." Ümit demiş ki "baba, top oynamak istiyorum." Ümit Özat geçmişe daldı gitti: - Babam, Ulus'ta terziydi. - Merkez Bankası personeline elbise dikerdi. - Elimden tuttu, futbol sahasına beni kendisi götürdü. - Allah babamdan razı olsun. - Ümit, kaç yaşındaydın? - 9 yaşında. AnkaraAkdere'de Bölge Futbol Okulu seçmeleri vardı. Cem Hoca (Cem Onuk) beni görmüş. Gençlerbirliği'ne aldı. - Sonra? - Çocuktum. Bütün gün sahadaydım. Kurban Berdiyev diye bir hoca vardı. Dedi ki "oğlum sende istikbal görüyorum." - Daha sonra? - 1 yıl Keçiörengücü'ne kiralık verdiler. Melih Gökçek başkanımızdı. Ümit Özat: - Beni Gençlerbirliği'nin A takımında ilk oynatan hoca Metin Türel oldu. - Sadi Tekelioğlu'nun çok desteğini gördüm. - Ümit, Almanya'da oynamak, kaptanlık yapmak nasıl bir duygu? - Abi anlatılmaz, yaşamak lazım... İlk zamanlar çok zorluk çektim. - Ama sonra alıştın. - Kulübüm, büyük bir camia... Bu kulüpten büyük oyuncular, kulüp başkanları çıkmış... Alman futbol tarihinde kaptanlığa getirilen ilk Türk'üm... Ve bütün takım istediği için kaptan oldum. - Ümit sizin ailede herkes Fenerbahçeli mi? - Yavuz abi, o işi kurcalama. - Neden? - Annem, babam, 3 kardeşim Fenerli... Ailede tek Galatasaraylı var... O da en küçük kardeşim. Kaptanın seyir defteri Maç sırasında "fenalaştı, kendinden geçti." Günlerce hastanede yattı. Şimdi bazen "kulübe" gidiyor. Herkes etrafını sarıyor. Bazen "maç izlemeye" gidiyor. Hemen "Ümit Özat aramızda" diye anons ediliyor. Tribünler ayağa kalkıyor. Herkes alkışlıyor. Camideki Hoca da, kilisedeki Papaz da onun için dua ediyor. Gittik gördük, o Köln'de "Türkiye'nin fahri büyükelçisi" gibi. Otobüslerden ona "el sallayan sallayana." Almanya'daki hastane "Ümit Özat'la ilgili bilgileri, filmleri" Amerika'ya göndermiş. Ümit dedi ki "bugün yarın Amerika'dan haber gelir." O sırada telefon çaldı. Ümit'i Amerika'dan, hastaneden arıyorlardı. "Özür dilerim" dedi, kalktı. "10-15 dakika" konuştu ve döndü. Yüzü gülüyordu. Ümit Özat: - Amerikalı doktor dedi ki: Doğru iz üzerindesin. - 2 tahlil daha gerekliymiş. Onları istedi. - Kalp damarlarımda zayıflama yokmuş. İyi haber olarak bunu verdi. - 2 ay evde istirahat. İlaca devam. - Ümit, sorun neymiş? - Kalp kaslarında iltihap. - İlaçlar onun için mi? - Hayır. İltihabı vücut kendi kendine atacakmış. İlaçlar, vücudun dengesini sağlamak için. - Doktor başka ne dedi? - Sevinmen gerek dedi. Artık veda zamanı... Ümit "gece kal" diye ısrar etti. Biz "dönmemiz gerek" dedik. Kucaklaştık. Bu sırada yanımızda bir Mercedes durdu. İçinden bir "Alman aile" indi. Karı koca, 2 de çocuk. "Kaptanın elini sıkmak, onunla resim çektirmek" istiyorlardı. "